ERİCEKÇE
Osman Gökçe
Baykent’i, Buhara’yı, Talkan’ı, Türkistan’ı yakan, yıkan, atalarımızı öldüren halifenin Horasan Valisi Müslüman Ordular Komutanı Kuteybe gibi Arap komutanlarının adını, Türkçe adlar yokmuş gibi, bugün çocuklarımıza ad olarak veriyoruz, zalimliğin ödülü olsun diye herhalde.
Türk uygarlığının en verimli yurt bölümü olan Seyhun ve Ceyhun nehirleri arasındaki Güney Türkistan’ı, Arap istilacıların verdiği, Türkçe “Nehrin Öte Geçesi” anlamına gelen, Arapça “Maveraü’n Nehr” adıyla okullarda çocuklarımıza öğretiyoruz, yerimizin, yurdumuzun kendi adını yok sayarak.
Atayurtlarının işgallerini “Fetih”, talan edilmesini “Gaza”, atalarına kılıç zoru ile inançlarını bırakıp yeni inançlar dayatılmasını ”Hidayete erme” olarak görüyoruz. Kendi özümüze saygıyı yitirerek, bu marifetimizle ya da bu gafletimizle ne kadar övünsek azdır.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı forsunda temsil edilen 16 büyük Türk imparatorluğu içerisinde Müslümanlıktan sonra kurulan Gazneliler (962-1183)’in resmi dili Farsça ve Arapça, Büyük Selçuklu İmparatorluğu (1040-1157)’nun resmi dili Farsça ve Arapça, Harzemşahlar Devleti (1097-1231)’nin resmi dili Farsça’dır. Bugünkü devletimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nden önceki Osmanlı İmparatorluğu’nun resmi dili de Arapça, Farsça, biraz da Türkçe ile aşure aşı gibi karışık ve uyduruk bir dil olan Osmanlıca’dır.
Türk’e “Ne mutlu Türk’üm” yerine “Etrak-ı bi idrak” (İdraksiz Türkler) denilen ve burada söylenmesini içime sindiremediğim, kızgınlık duyduğum benzeri tanımlamalar yapılan dönemlerden çıktık geldik bugüne.
Ulusun kurduğu devlete ulusun adını vermeyen yani Türk’ün kurduğu devlete Türk Devleti diyemeyen ve ulusun adını yok sayarak kendi adını veren bir inkâr döneminden çıktık geldik “Ne mutlu Türk’üm” diyebildiğimiz günlere.
Bugün Türk Dil Kurumu verilerine göre, sözlüklerimizde 14 198 adedi dilimize girmiş ve belirli oranda Türkçeleşmiş yabancı kökenli sözcük olmak üzere 111 027 adet sözcük bulunmaktadır. Bir çok dilci de bu sayının gerçek rakamın çok altında olduğu görüşünü kanıtları ile birlikte açıklıyorlar. Demem o ki dün Türklerin kurduğu kendi devletlerinde bile resmi dil olarak kullanılmayan, ancak bugün her alanda göğsümüzü gere gere kullandığımız koskocaman bir Türkçe dilimiz vardır.
Peki, bu büyük dil geçmişte neredeydi, nerede yaşıyordu, nerede ve kimler kullanıyordu? Nasıl oldu da Cumhuriyet’ten sonra ortaya çıktı? Gökten mi indi?
Türklerin kurduğu devletlerde Türkçenin resmi dil olarak kullanılmadığı günlerde de bu büyük dil vardı ve bu büyük dilin bir sahibi, bir kullanıcısı, bir koruyucusu da vardı. Onlar bizlerdik. Onlar bütün Anadolu’nun dağlarında, bayırlarında, üçbeş evlik obalarında, onbinlerce köylerinde yaşayan milyonlarca Ericeklilerdi, Karadutlular, Kınıkkozlular, Tombaklılardı. Yani milyonlarca köylülerdi, yani milyonlarca bizlerdik. Bizler o zaman da bu dili konuşuyorduk.
İşte o bizlerden, o kahramanlardan bir avucu da benim köylülerimdi. Bizler sakladık, bu bir avuç insanlar sakladı bu dili.
Sonra Cumhuriyet geldi, aydınlık insanlar geldi. Gönüllü dil derlemeciliğine, gönüllü sözcük derlemeciliğine başlandı. Bugün bu derlemeler sonunda, yaklaşık 232 000 söz varlığından oluşan oniki ciltlik Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü adı ile bir büyük sözlük ortaya çıktı ve bu eser Türkiye Türkçesi Ağızlar Sözlüğü adı ile internet ortamına da taşındı.
Ben köyden (Ericek) gelip o gün için ancak bir köy büyüklüğündeki ilçede (Afşin) ortaokula başladığımda Türkçe dersimize soyadını şimdi anımsamadığım Cemal adında bir ilkokul öğretmeni gelirdi. Bütün öğrencilerden yerel söz ve sözcükler bulup getirmelerini isterdi. Ben bu konuda Cemal Öğretmenimin en verimli, en beğendiği ve en önde tuttuğu öğrencilerden birisiydim ve bundan da çok mutluluk duyardım.
Cemal öğretmenimin aşıladığı dil derlemeciliği hevesimi gönlümce yaşayamadım. Uğraş alanlarım buna olanak vermedi. Ama bu hevesimi de hiç bırakmadım ve bu hevesle çocukluğumdan beri köyümde kullanılan bazı söz ve sözcükleri topladım. Bunların bir yerlerde kaydı bulunmasını istedim.
Çünkü sözcüklerin parmak izlerinin olduğunu düşünürüm. Dilin temel işlevlerinin yanında adbilimcilerin, toplumbilimcilerin, tarihçilerin, siyasetbilimcilerin vb bilim dalları bilimcilerinin yararlanabileceği bir veri kaynağı gözü ile de bakarım dile.
Bu düşünce ile, geçmişteki ve günümüzdeki gönüllü dil derlemecilerinin tümünü saygı ile anarak ve emeklerinin ürünlerini ulusumuzun en değerli varlıklarından sayarak, karınca kararınca ben de yaptığım küçük derlemeyi, yaptığım derlemenin yerini belirmek için Ericekçe başlığı altında sunuyorum. Ustaların bunu bir çırak işi olarak görüp eksiği ile gediği ile hoşgörmelerini dilerim.
ERİÇEKÇE SÖZLÜK
Aa
- abara : Bir su arkının adı olarak kullanılmaktadır.
- ağıllamak (mec.) : 1. hayvanları ağıla koymal, 2. İnsanların önden hafifce bir iki bir şey verip iştahını kapamak.
- ağırşak kemiği : Diz kapağı kemiği.
- ağşar :
- aklı tepesinden bir karış yukarıda : Aklı havada.
- alaçık : Küçük çadır.
- alışmak : Yanmak, tutuşmak.
- alada belede kalmak : Orta yerde kimsesiz olmak.
- alaz : Tarlada tohum çıkmayan boşluklar.
- altalamak : Alta almak, öne geçmek, üstün olmak, yarita yenmek.
- anadut : Üç parmaklı bitki sapı taşıma aleti.
- arıstak : Mertek arası
- aşlanık: Şaka. Aşlanık etmek : Şakalaşmak.
- aşmak : Erkek hayvanın dişisine onu hamile bırakacak eylemde bulunması. Koç koyunu aştı : Koç koyuna onu hamile bırakacak eylemi yaptı.
- annaç : Karşı.
- avarlık : Ev gereksinimi için küçük bahçe sebze yetiştiriciliği.
- avcarlama : Haşlanmış patatesle soğan, maydanoz ve benzerlerinin yağsız bir biçimde karıştırılması ile yapılan bir yoksul yemeği.
- ayakyolu : Tuvalet.
- altın ayaklık : Yanaklara takılan altın dizilerinden yapılmış takıntı.
- ayakyolu : Tuvalet.
- ayan olmak : İçine doğmak
- ayazıtma : Açığa vurma.
Bb
- bağdaş kurmak : Yere iki ayağı altına alarak oturmak.
- beder beder : Domur domur.
- belek : 1. Bebek beleme işi, 2. Beleme çağında çocuk.
- bellik : Söz kesme.
- ber : Koyunları sağmak için sıraya sokmaya yarayan iki yanı taşla örülü kısa yol.
- bıbbırık : Söğüt, kavak vb ağaçların ince dallarının özellikle baharda dallara yeni su yürüdüğünde boru şeklinde kavlatılarak elde edilen düdük.
- bıdık : Küçük yapılı.
- bıldır : Geçen yıl.
- bibi : Hâlâ.
- bider : Ekim için ayrılmış tarla bitkileri tohum.
- bocu : Coli de denen küçük bir köpek cinsi.
- bilik/bilig : Küçük börek.
- bilmiyorsun ağrıyı dövüyorsun sağrıyı : İşin içyüzünü bilmeden ileri geri konuşuyorsun.
- biz : 1. Daha çok köşkerlerin yani saraçların kullanıdğı bir kalın iğne, 2. Hayvan sürmek için değneğin ucuna yerleştirilmiş batıcı iğne. Biz dürtmek (mec): Birini bir laf ederek huylandırmak.
- boduk : Manda yavrusu.
- bostan : Hıyar.
- bozulamak : Ağlayımsı olmak.
- böğsemek : Ağlayımsı olmak.
- börtlenmek : Yanmak
- bürgü : Ucu oyalı, pullu beyaz renkli ince bir başörtüsü.
- bürüncük : Başa, yüze örtülen bir örtü.
Cc
- cağ : 1. Tığ, 2. Evin içinde suyu bir delikle duvardan dışarı akan bir insan yıkanacak kadar büyüklükte ilkel bir banyo.
- camız : Manda
- cangalos : Hortlak
- cangama : Ağız dalaşı., patırtı gürültü.
- car etmek : Yardım isemek.
- celfin : Piliç.
- cere : Turşu vb şeyler koymak için toprak küp.
- cerek : ağaç sırık.
- cılgı : Patika. Cılgı yol diye de kullanılır.
- cılk : Bozulmuş yumurta.
- cıncık : Cam.
- ciğeri alışmak : Ciğeri yanmak, çok üzülmek.
- cimiz : Toprak yüzeyini ıslak tutan taban suyu. Böyle yerler ot yetiştirilmek için öz olarak kullanılır.
- cinnik : Odalarda sedirin içi.
- cip : Çok.
- Coli : Küçük yerli fino köpek.
- cor : karışık hayvan sürüsü.
- cönk : Kalabalık.
Çç
- çaa/çağ : Oda içinde duvardaki delikle dışarı akıntısı olan el yıkama yeri, banyo.
- Çağıl/çağal : Küçük taşlar yığılarak yapılmış öbek.
- çakıldak : Koyunun kuyruğunun altında dışkının tüye bulanarak oluşturduğu çakıl taşı büyüklüğündeki oluşumlar.
- çakışmak : Yarışmak
- Çakşır : Dağlarda kaya kırıntıları içinde biten kötü kokulu bir ot.
- çalkama : İyice duru ayran.
- çalpak bakmak: Yarım yamalak bakmak. Çalpak görmek : Gözünün önünden geçivermek.
- çandır : Melez.
- çantı : Ocağın davlumbazı.
- çapkı : Toprak damlarda toprağın altına döşenen yarma ağaç parçaları.
- çarığı çitlemek : Daha çabuk kaçmak için iki ayakkabıyı da çıkarıp ele almak.
- çarkıt : Bozuk.
- çarkıtlanmak : Havanın kararmaya ya da ağarmaya yüz tutması.
- çeçik : yaprakları yufkaya dürülüp yenen otsu bir bitki.
- çeten : Kağnı üzerine saman taşımak için çuldan yapılmış düzenek.
- çer : Dert.
- çer alası : Dert alası, canı cehenneme gidesi der gibi bir beddua.
- çemkirmek : Birinin yüzüne karşı ileri geri laf etmek.
- çıkla : Çok, içi dışı.
- çıngı : Kıvılcım.
- çıtık : Yürürken ayakları birbirine sürtünen.
- çığır : Karda açılan iz, ince yol.
- çıtırık : Çetin. Çıtırık ceviz : 1. Kabuğu zor kırılan ve içi zor çıkarılan ceviz, 2. (mec) Zor insan
- çıtışmak : Çiftleşmek.
- çiğil çiğil bakmak : Canlı canlı bakmak.
- çiğillemek : Fide dikmek.
- çiğin : Omuz.
- çiğnine bindirmek : Çocuğu boyna oturtmak.
- çilik : Kadın cinsel organının ortasındaki parça.
- çilpek : Kumaşların kenarlarından sarkan iplik vb fazladan parçalar
- çimmek : Yıkanmak, yüzmek.
- çingil : Çirtim.
- çipri : İnce dal.
- çir : Kaysı kurusu.
- çiriş : Baharda karlardan sonra hemen çıkan yaprakları iki yönlü kama gibi olan ve daha çok bulgurla birlikte yemek yapılan, lepeç yapılan bir ot.
- çitil : 1. Küçük fidan, fide, 2. Küçük bakra
- çitlemek : Yufka ekmek açık bir biçimde kurutularak selelere konur. Sonra yerken yeteri kadar gevrek ekmek alınır , hafif ıslatılarak 5-10 dakka bekletilir ve arkasından katlanarak sofraya getirilir. O sulanmış ekmeğin katlanma işinin adı ekmeği çitlemektir.
- çokurdum: Kalabalık.
- çokuşmak : Bir arada toplanmak.
- çokuntu : Nişan, düğün vb etkinlik.
- çomça : Kepçe.
- çontar :
- çotulum eşek oyunu: Her biri 4 kişilik 2 gruplu ve grupların oluşturduğu iskeleden atlayarak oynanan bir ilk gençlik oyunu.
- çöğdürmek : İşemek.
- çöven : Davulun sol elle çalınan küçük çubuğu.
- çük/çülük : Erkek çocuk cinsel organı.
Dd
- dağ salı : Dağ çevesi.
- dağnemek : Bakmak.
- damak : Tarla kenarı.
- darbız : Toprak rutubeti.
- damdıra : Saz.
- darıkmak : Sıkılmak, nefesi darlanmak.
- değirmi : Eni boyu eşit, kare.
- delisek : Hafif deli gibi.
- deplengi : Çobanların, çocukların çiğdem sökmek için kullandıkları ucu yassı ve sivri demirli, toprağa sokmak için alt kısmında haç biçiminde bastırgacı da bulunan bir değnek.
- derilmek : Toplanmak.
- deveme : Topaç.
- dığdığısının dığdığısı : Çok uzaktan olan yakınlık derecesi.
- dışlık : Gönül hoşluğu, keyif, rahat. Dışlığım yok : Keyfim yerinde değil.
- doğdaç : Yeni doğmuş bebek.
- doğramaç : Sulu bir yiyeceğe ekmek doğranmış yiyecek.
- dolama : 1. Kadınların giydiği bir tür etek. 2. Vüvutta çıkan bir tür çıban.
- domur : Kabarcık.
- dölek : Düz yer. Dölek kişi : Düzgün kişi.
- döş : Göğüş. Döş cebi : Ceket, gömlek, yelek vb giyeceklerin göğüs cebi.
- duluk : Duvar didi, kaya dibi gibi yerler.
- düğür : Kız isteme.
- düğürcü : Görücü.
Ee
- ede : Baba. Ericek’te bilinen (erkek kardeş) anlamında kullanılmaz.
- ehliz : Yumuşak huylu, boyun eğici.
- ekmek çitlemek : Sulanmış ve yumuşatılmış yufka ekmeği katlamak.
- elbir : Gizli bilgi taşıyıcısı.
- elcik : Ele alışık. Ör.: Elcik keklik sahibinin eline, omuzuna konar.
- elefetsiz : Densiz, ileri geri, olur olmaz vb. Elefetsiz elefetsiz konuşma : Densiz densiz konuşma.
- el kiri (mec.) : Değersiz, para.
- ellik : Eldiven.
- emlik : Emme dönemindeki körpe kuzu.
- enik : Köpek yavrusu.
- ..ete : Kadar anlamında bir sonek. Evinete : Evine kadar, Köyünete : Köyüne kadar.
- evermek : Evlendirmek.
- evreğeç : Sacta ekmek pişirmede ekmeği çevirmek için kullanılan ahşap, yassı, enlice ev aleti. Evirmek fiilinden türetilmiştir.
- evsmek : Buğday tanelerini taşından ayıklamak için leğen ve benzeri bir geniş kap ile taneleri savurmak.
- düğürcük : İnce bulgur. Daha çok bulgur çorbası yapılır.
Ff
- farımak : Gönlü geçmek, artık istememek.
- ferik : Keklik yavrusu.
- fışkı : Eşek, katır, at dışkısı.
- firiklenmek : Gençlerin karşı cinse karşı ilgi duyduğu yaşa gelmesi ve durumu.
Gg
- gadasını almak : Yoluna kurban olmak.
- gail olmak : Razı olmak.
- gamet : Gövde.
- gamga : Yonga.
- garcaşmak : Karışmak.
- gaslek : Bilerek isteyerek.
- gavuz : İçi boş tane.
- gazi (a kısa okunur): Alna dizilen kulplu küçük altın.
- gazlı : Daha çok genç bayanların başa örtündükleri ya da boyuna doladıkları canlı renklerde ince bir örtü.
- geçek : Karşıya atlamak için suyun dar yeri.
- geçgere : El arabası.
- geçinmek (mec) : Ölmek.
- gem: Döven, harman sürme aracı.
- ges : Eksik. Ör. Ges akıllı : Aklı eksik.
- gıç : 1. Ayak, 2. Göt.
- gındıra : Topukotu da denen cimiz, öz yerlerde yetişen bir bitki.
- gıngılıç : 1.0-1.5 metre boyunda bir dikme üzerine ortası oyularak yatay bir biçimde yerleştirilen bir sundurmadan oluşan ve iki ucuna iki kişi binenerek döndürülerek oynanan bir oyun aracı.
- gıv etmek : Çok hızlı koşmak.
- gicişmek : Kaşınmak. Sırtım gicişti : Sırtım kaşındı.
- gilik darı : Köyümüzde kıtlık yıllarında ekimi yapılan, kıraçlarda da yetişebilen küçük taneli püsküllü bir bitki.
- goska : Giyimli, kuşamlı, bakımlı, süslü.
- göbelek : Mantar.
- göğünmek : İçin için yanmak.
- gölük : Katır , at gibi yük taşıyıcısı hayvan.
- göp : Kağnıda öküzün kıçı hizasına gelen yassı tahta.
- göz : Evin oda yada bölüm sayısı. Bir göz ev : Bir odalı, bir bölümlü ev.
- gubar : Toz toprak.
- gubarmak : Horozlanmak.
- gunnacı : Hamile hayvan.
- gunnamak : Hayvan için doğurmak.
- gurk : Kuluçka.
- güdük : Boyu kısa.
- gümbül : Ağaç yayık.
- gümrenmek : Kendi kendine alçaktan daha çok ağıt türü hüzünlü müzik mırıldanmak.
Hh
- hacıka : İşte.
- halaka : Evden dışarı, köyün içi.
- hatıl : Kerpiç duvarlar arasına yere parelel yerleştirilen ağaç sundurma.
- hatize : Pekmez, nişasta ve yağ ile yapılan bir tatlı yemek türü.
- hayma : Ahşap dört direk üzerine yapılmış derme çatma çardak.
- hazın damı : Kiler.
- helke : Kova.
- helik : Karda batmamak için ayakkabının altından ayağa takılan gözenekli giyecek.
- hezen : Toprak damlarda mertekleri taşıyan çok kalın ve uzun ağaç kolon.
- hezlemek : Gizli gizli izlemek.
- hınaza : Kurnaz.
- him : Temel. Him yeri : Binanın temeli.
- himli : Temelli. Bir şeyi himli vermek : Bir şeyi temelli, geri almamacasına birisine vermek.
- hodul : Gösterişli.
- horanta : Aile.
- hota : Gösterişli.
- hökelek/hökelekli : İri yarı, gösterişli.
- höl : Sıcaklık. Güneşin hölü gitmiş : Güneşin yakıcılığı gitmiş.
- hüplemek : Sıvı içecekten bir yudum almak.
Iı
- ışgın : Filiz.
İi
- iğ : Orta yeri şişkinve 25-30 cm boyunda bir yün eğirme aracı.
- imi timi kaybolmak : Ortadan yok olmak.
- işlik : Gömlek.
- izar : Peçe.
Kk
- kabak : 1. Kabak, 2. Açık.
- kademsiz : Uğursuz.
- kalın : Başlık parası.
- kamalak : Sedir.
- kapınma : Başına kötü bir iş gelenin dövünmesi.
- kaplık çığı : Kap kacak konan yerin etrafını çeviren çoğu kere kamıştan örülmüş perde.
- kapsalık : Hayvan ağıllarının sırıktan yapılmış basit kapısı.
- karık : Fide dikilen bahçe tavası, toprak tavası.
- karın keveni : Toprak üzerinde yarım küre şeklinde duran bir keven. Tus keveni de denir. Dikenleri ütülerek kış günü büyükbaş hayvanlara yedirilir.
- karma : 1. Kırma, melez, 2. Erkek hayvanın dişiyle çiftleşmesi.
- karmak : 1. Dişi hayvana erkek hayvanın aşması, onunla çiftleşmesi. 2. Kış günleri suların buz tutarak kabına sığmaması ve sağa sola taşması.
- karsambaç /gasambaç : Pekmezle karıştırılmış kar.
- katık : Ayran.
- Kav : Mantar. Çakmak kavı : Sigara yakmak için taş çakmakta kullanılan mantar.
- kavlak : 1. Kavlama özelliği gösteren, 2. Kel.
- kaygana : Yağda yumurta.
- kazma : 1. Toprak deşme aleti, 2. Çapa işi. Kazmaya gitmek : Çapa yapmaya gitmek.
- kekil : Kâkül.
- kekremek : Yiyecekler için bozulmak.
- kele : hele gibi bir hitap.
- kelik : Yumuşak deriden yapılmış çocuk ayakkabısı.
- kemçik : Alt dişlerin üst dişlerin üstüne çıktığı ağız ya da çene bozukluğu.
- kenger : Dikenli bir bitki. Kökü kanatılıp sakız yapılır. Orta sürgünü taze iken soyularak yenilir.
- kenkmek : Gagalamak.
- kepir : Kıraç ve verimsiz toprak.
- kepmek : Yıkılmak, çökmek.
- Kertiş : Kertenkele.
- keven : Kış günleri sökülüp dikeni ütülerek büyükbaş hayvanlara yem olarak verilen bir bitki.
- Kevgir : İri delikli süzgeç leğen.
- kırışma : Hayvanların kafa kafaya vuruşması.
- kırklık : Hayvanların kıl ya da yünlerini kırkmak için kullanılan bir tür makas.
- kırma : Melez.
- kıv etmek/gıv etmek : Hızlı ve istekli bir biçimde koşmak.
- Kıyık : Çuval ağzı vb şeyleri dikmek için kalın, uzun iğne.
- kilte : Ayakkabının üzerinde ve kemerlerde bağlama parçası.
- kiltelemek : Kilteyi vurmak, karşı uca geçirmek.
- kirik : Kullanıla kullanıla küçücük kalmış sabun.
- kirmen : Artı işareti ortasına bir mil takılmış biçiminde yün eğirme aracı.
- kirizlenmek : Bayana kur yapmak.
- Kirmen : Daha çok şimşir ağacından yapılan ve yün ve kıldan kalınca ip eğirme aracı
- kirkit : El dokumacılığında dokumayı sıkıştırmak için kullanılan (L) biçiminde tarak.
- kişi/gişi : Koca, er.
- kişiflemek : gizlice gözlemek
- kizir : Fide. Kizirlemek : Fide yetiştirmek üzere tohum ekmek.
- koddüş : Çokbilmiş, kurnaz.
- koğlaşmak : Dedikodu yapmak.
- kolçak : İş yaparken giysiyi korumak için bilekten dirseğe kadar kolu örten iki ucu delik kolluk.
- konalga : Konulan yer.
- konak : Kepek.
- kopmak : Koşmak.
- köm : Sürü (Koyun, keçi vb) barınağı.
- kömbe : Börek gibi kalın özel bir ekmek. Etli kömmbe ve tatlı kömbe diye iki türü vardır.
- könçek : Dizdonu, uzun kadın donu.
- kösnü : Dişi hayvanın çiftleşme isteği.
- kösnük : Çiftleşme isteği içinde bulunan dişi hayvan.
- kösüre : Biley taşı.
- köşker : Saraç.
- köşük : Deve yavrusu.
- kula : Ericek’te kullanılan bir soyad.
- kulun : Tay. Kulunlu kısrak : Arkasında tayı olan kısrak.
- kulunç : Sırtta iki küreğin arası.
- kurak : Tuzak.
- kurcalamak : Karıştırmak.
- kuşluk : Sabahla öğlenin arası bir zaman.
- kuz : Kuzey.
- kuzlamak : keçi koyun gibi hayvanlar için doğurmak.
- küncü : Susam.
- kürdük : Daha çok kadifeden yapılan kadınların giydiği dar bir yelek.
- kükkü : Yaklaşık 75 cm boylarında ucu sivriltilmiş değnek ve bu değnekle oynanan bir çocuk oyunu.
- kürük : Eşek yavrusu, sıpa.
Ll
- lâf çakıştırmak : Lâf yarıştırmak, lâf yetiştirmek.
- lepeç : Çorba ile pilav arası kıvamda bulgurla yapılan bir aş.
- lo : Toprak damların akmasını önlemek için damın sıkıştırılmasında kullanılan silindir biçiminde taştan ya da ağaç gövdesindwen yapılmış bir alet. Lolamak : Lo ile damın üzerini sıkıştırmak.
Mm
- mağ : Oda, evin bir bölümü.
- malamat : Rezil, rüsva.
- malta şorası : Yarma ve ala pakla (barbunya ) ile yapılan bir çorba
- manık : Kedi yavrusu.
- maraz : Hastalık.
- mayıs : 1.Mayıs ayı, 2. Baharda taze ot yiyen hayvanların ötürük biçimindeki dışkısı.
- mayışmak : Üşenip gevşemek ve söylenene pek aldırış etmemek.
- mazı : 1. Meşe, 2. Kağnı oku.
- melleç : Köyümüzde iyi tanımlayamadığım beğenilmeyen bir göz rengi ya da bakış için kullanılır. Mersin ili Anamur ilçesi yakınnında da bir köy adıdır.
- melefe : Yorgan kılıfı.
- meses : Öğendire.
- mezdağa : Göknar
- mucuk : Küçük ve yakıcı bir sinek.
- mundar : Dini inanışa göre kesilmemiş, eti yenmez.
- musmul : Dini inanışa göre kesilmiş.
Nn
- nahar : Sığır sürüsü.
- nahır : Büyükbaş hayvan sürüsü.
- namtı : Bıçağın demiri.
Oo
- oflaz : İyi, uygun.
- okuntu : Çağrı, davetiye.
- omaç : Doğramaç.
- omuk : Omasından (oma kemiğinden) aksayan.
- otluk : Ot hayması.
Öö
- ödüş : Bir aile adı.
- öğsemek : Anayı anımsayıp ağlayımsı olmak.
- öğüşmek : İçine işlemek, dokusuna işlemek. Bir renkli sıvı ya da yağ bir kumaşın üzerine düşer ve çıkmayacak ya da zor çıkacak bir biçimde onun içine işlerse leke öğüşmüş derler.
- ök : Ana.
- öküz olmadan göpe sıçmak : Büyümeden büyüklük taslamak.
- örk : Hayvan bağlama ipi.
- örkünü üstüne atmak : Birisini, beğenilmeyen davranışlarında serbest bırakmak, ona artık karışmamak.
- örtme : Kapının önünde üstü kapalı önü açık giriş yeri.
- öten kağnıya binmek : Güçlüden yana olmak.
- ötgel : Sesi iyi çıkan. Daha çok kağnı için kullanılır.
- Ötürmek : İshal olmak.
- ötürük : İshal.
- öz : 1. Bir şeyin özü, 2. Hayvan otu yetiştirilen yüzeyi ıslak toprak.
Pp
- pahıl : Cimri.
- pakla : Fasulye. Ala pakla : Barbunya.
- pança : Avuç.
- parpılamak : Azarlamak.
- pıtık : 1. Küçükbaş hayvanların katı yuvarlak dışkısı, 2. Sıvı dışkı ile kuyruk altında tüylere bulanarak bu hale gelen oluşum.
- Pinnik : Tünek.
- portma : Temek, küçük kapı.
- pöçük : Kuyruk.
- pur : Gevşek yapılı bayır.
- pürtlemek : Sıkıştırılma sonucu bir maddenin kendi kabını yırtıp dışarı fırlaması.
- püsük : Kedi.
Rr
Ss
- sağılmak : Yüksek bir yerden aşağı doğru sarkmak.
- samı : Boyundurukta öküzün boynunun iki yanındaki yaklaşık 50 cm boyundaki değnek.
- sapırtmaç ağacı : Toprak atılmadan önce ölünün üzerine koyulan yassı ağaç.
- satır : Yaklaşık 10-15 litre hacminde bakır kova.
- savan : Ucuz iplerle dokunmuş ince yaygı.
- sapı silik : Soyu, sopu , ne idiği belirsiz.
- sedir : Odalarda divan yerine kullanılan, üstüne oturulan ya da yatılan yüksekçe yer.
- seğirtmek : Koşmak.
- seklem : Sırta alınabilecek ağırlıkta bir çuval yük
- Selpik/sölpük : Erimekte olan sulu kar.
- senek : Ağacın gövdesi oyularak yapılan iki ucu kapalı üzeri tahta kapaklı su kabı.
- sesirgemek : Bir ses gelmeden ses geliyormuş duygusuna kapılmak.
- sınıkçı : Kırık çıkıkçı.
- sıtara : İtibar.
- sıtkı sıyrılmak : Umudu kesilmek.Ör. : Senden sıtkım sıyrıldı.
- sıvazlamak : 1. Okşamak, 2. Şımartmak(mec).
- sıykıl : Yüzeyi cam gibi dümdüz, kaygan ve parlak olan.
- sidik saçmak : Sataşmak.
- sızgıt : Et kavurması.
- siftinmek : Omuz silkmek vb vücut hareketleri ile kaşınır gibi yapmak.
- siftimek : Özellikle mısır koçanının (sömeğinin) tanelerini elle çıkarmak.
- sitil : Küçük bakraç.
- silkmek : Ağacı sallamak.
- sitil : Küçük bakraç.
- siyeç : Bahçe çiti.
- siymek : Erkek köpeğin bir ayağını kaldırarak ağaç, duvar vb bir cismin üzerine işemesi. Köpek duvara siydi : Köpek duvara işedi. Üzerime siyme(Mecaz) : Birine bana bulaşma anlamında.
- soğukluk : Semizotu.
- soğuşmak : Buruşmak.
- sokranmak : Söylenmek. sokum : Lokma.
- sonkesen : Son çocuk.
- sorutmak : Somurtmak, yüzünü azdırmak.
- soyka : Ölünün arkasında kalan eşyası.
- sömek : Koçan.
- söyke : 1. Yaslanılan yer. 2. Yamaç ,kır.
- söykenmek : Yaslanmak.
- su atınmak : Boy abdesti almak.
- su vurmak/don suyu vurmak : Çamaşır suyunu ısıtmaya koymak. suyu ısınmak (mec) : Ölümü gelmek.
- sumsuk : Yumruk.
- süllüm: Merdiven.
- sümtü : Yassı taşlarla oynanan bir kız çocuk oyunu.
- süngüç : Başparmakla işaret parmağının arasındaki açıklık kadar bir uzunluk ölçüsü.
- sürtük : Arsız, yüzsüz.
- sürütme : Sağda solda işsiz güçsüz gezen işe yaramaz insan.
- sütleğen : Kıraç yerlerde yetişen ve kaparıldığında acı bir sütü çıkan bir ot.
- Süyük : Toprak damların kenarları.
- süzme : Süzülmüş, yoğunlaştırılmış ayran.
- süzünmek : Sessizce, nazlıca ve hüzünlüce durmak.
Şş
- şaba : Davullu zurnalı düğünlerde çalgıcılara verilen bahşiş.
- şabalamak : Davullu zurnalı düğünlerde çalgıcıların çalgı eşliğinde bahşiş istemesi.
- şaklamak : Ortasından ikiye bölmek.
- şaplak : Tokat.
- şeş : Kadınların başına bağladıkları ince bir başörtüsü.
- şıkırdım : Sayılamayacak kadar çok . Eriğin başı şıkırdım gibi dopdolu : Eriğin başı sayılamayacak kadar erik dolu.
- şıltakçı : Haksız olmasına karşın bağırıp çağıran, gürültü patırtı çıkararan.
- şişek : Doğurma erginliğine gelmiş genç koyun.
- şor : Laf, dedikodu.
- şora : Çorba.
Tt
- talamak : Sarmak. Böcek ağacı talamış : Böcek ağacın her yerini sarmış.
- tapan : Kalın ağaç gövdesinden yapılan toprak düzeltme aracı.
- taşkala : Şaka. Taşkala ediyorlar : şakalaşıyorlar.
- taman : Biliyorsun ya, hatırlarsın ya.
- taşlıtarla : (mec) Mezarlık.
- tavalık : Duvara gömülü, arkası kapalı, önü açık küçük dolabımsı oyuk.
- taydaş : Akran.
- taysınmamak : Umursamamak, krndine denk görmemek.
- teberik : Vedia, emanet.
- teğlemek : Hayvanın yükünü iki yanında denkleştirmek.
- telik : Börk.
- temek : Ahırlarda hayvan dışkılarının dışarı atıldığı küçük delik.
- tengirdemek : Yuvarlanmak.
- tengirşek : Yuvarlak. Tengirşek şapka : Fötr şapka.
- terek : Sırık.
- teş : Büyük leğen.
- tıksırmak : Burundan öksürme biçiminde çıkarılan ses.
- tırık : Meşe çalılığı
- tırıs gitmek : Atın bir yürüyüş biçimidir.
- tıyramak : Yırtılmak ( bez, gömlek vb şeyler biraz da zora gelerek)
- tirşik : Çorbası yapılan bir ot.
- toğga : Özelliyırtılmakkle yaz günleri yaylalarda ayranla ve yarma (dövme) ile yapılan bir çorba.
- tokaç : Çamaşır, yapağı, yün vb eşya yıkamalarında yıkananları kirlerinden ayırmak için dövmekte kullanılan ön kısmı yassı ve daha geniş ağaç bir tokmak.
- topaç : Kartopu.
- tokuşmak : Kafa kafaya çarpışmak.
- topukotu : Sulak yerlerde yetişen, yaprakları ince çubuk biçimine olan, hayvanların fazla sevmediği ve tarhana kuruturken alta serilen otsu bir bitki.
- torca : Bir erkek adı.
- tosbağa : Kaplumbağa.
- töllü : Uygun. Töllü fiyat: Uygun, makul fiyat. Tööllü insan : Makul davranışlı insan.
- tummak : Dalmak.
- tuluk : İçinde ayran süzülen bez torba.
- tülek : Deneyimli.
Uu
- ucca : Yavaş
- ufra : Yufka açarken ekmeğin tahtaya ya da saca yapışmaması için yüzeye hafifiçe serpilen un.
- uğrak tutmak : Cine, şeytana tutulmak, delirmek.
- uğunmak : Topaç gibi kendi çevresinde çok hızlı dönerek sanki dönmüyormuş gibi bir konumda olmak.
- ulmak : Çürümek.
- umsuluk : Umarak umduğunu bulamamak, bir yerleri şişmek.
- un yerken ıslık çalınmaz : Her iş uygun ortam ve koşulda yapılmalıdır.
- urukça/urugca : Bir kadın adı.
- uz : 1. Becerikli, eli yatkın. 2. Yumuşak huylu.
- uzluk : 1) İğneye takılan iplik, 2) Ustalık, ağır başlılık.
Üü
- üğür üğür yürümek : Sallanı sallanı naz ile yürümek.
- ütük olmak : Birine yanık, bir şeye tiryaki gibi bağlı olmak.
Vv
- velhen : Nadas.
Yy
- yalavaç/yalvaç : Sığ. Yalvaç tabak : Düz tabak. Avucu yalvaç : Tuttuğunu elinden düşüren beceriksiz kişiler için kullanılan bir tanımlama.
- yalkımak : Parlamak.
- yamçı : At sırtında giyilen kolsuz, uzun, koruyucu bir üst giysi.
- yaralı parmağa işememek : Kimseye yardım etmemek.
- yarma : Dövme.
- yartnak : Yakmak için yarılmış odun.
- yasanç : Minnet duyulan birine karşı boynu eğik.
- yavşan : Ada çayına benzer bir bitki.
- yazı : Düz arazi, ova
- yeğnilik etmek : Hafiflik etmek. Ağır taşla batman tartarlar yeğni taşla göt
- silerler: Ağırbaşlı olmanın övgüsü.
- yekinmek : Ayağa kalkmak.
- yeldirmek : Birini her işe koşmak ve çalıştırmak.
- yelgin : Yel gibi hızlı.
- yelmek : Boşuna koşuşturmak.
- yemişen : Kızıl ve sağlam gövdeli 5-6 m.boyunda bir ağaç.
- yernik : Ahı kalan.
- yolma : Fasulye vb otsu ürünlerin elle yerinden sökülüp deste yapılarak hasat edilme işi.
- yorgan yüzlemek : Yorgan yüzünü dikmek, yorgana yüz geçirmek.
- yoz : Küçükbaş hayvan sürüsü
- yörep : Sarp ve dik yamaç, yokuş.
- yumuş : Yapılması buyurulan iş.
- yunak : Çamaşır yıkama yeri.
- yülemek/yülümek : Balta, nacak vb aletlerin ağzını bir şeye sürerek keskinleştirmek.
- yüğürmek : Erkek hayvanın dişi hayvanla çiftleşmesi. Koç koyunu yüğürdü : Koç koyuna aştı yani koyunu hamile bırakacak eylemi yaptı.
- yüklük : yatak, yorgan yığılan yer.
- yüksük : Yüzük.
- yülümek : Başı usturaya vermek.
- Yülek : Keskin.
Zz
- zavurlamak : Azarlamak
- zıllımak : Oyunda çamura yatmak.
- zıbın : Bebek sargısı, bebek giysisi.
- zıllımak : Oyunbozanlık etmek, çamura yatmak.
- zibil : Büyükbaş hayvan dışkısı.
- Zibillik : 1.Gübrelik, 2. (mec.) Kötü kişi, bulaşık kişi.
- zortlatmak : Bir şeyi diğer bir şeyin içinden pat diye çıkarmak.
Bir yanıt yazın