Skip to content
Prof. Dr. Osman GökçeBu sayfa ulusumun, ülkemin, devletimin ve tüm insanlığın yararına olduğuna inandığım bilgilerimi, deneyimlerimi, düşüncelerimi ve duygularımı ilgilenen herkesle paylaşmak, tartışmak, geliştirmek ve böylelikle doğrularda, güzelliklerde ve iyiliklerde hep birlikte buluşarak çoğaltmak ve bütünleşmek için açılmıştır. Prof. Dr. Osman Gökçe
  • Ana Sayfa
  • Yazılar
    • Güncel
    • Anılar
    • Öyküler
    • Tarım
    • Ormancılık
    • Çevre
    • Genel
  • Yayınlar
    • Makaleler
    • Bildiriler
    • Kitaplar
  • Şiirler
    • Şiir Seçkisi
  • Ericek
  • Duyurular
  • Fotoğraflar
  • İletişim

BİZİM ELİN AĞITLARI

26 Mayıs 2010 0 comments Article Ericek

Karadışlık’ın önünde, Cağlak Deresi’nin sağında ve Küçük Kaya’nın boynunda iki katlı  ve toprak damlı bir evimiz vardı. Arkadan girilirdi ve önü tahta çardaklıydı. Evimiz Köyün üzerinden Bilbilcik’e, Su Gediği’ne, Tülüce’ye ve Atlas’a bakardı. Daha ötelerde Binboğa Dağları, sağ tarafta Elbistan’ın Şardağ’ı, sol tarafta Havuz Tepesi görünürdü. Berit Dağı sol arkamızdaydı.

Su Gediği, Esendere’den çıkarılan Çerkez Arkı’nın bir Çerkez  köyü olan Kamışcık’a aştığı belin adıdır. Yukarı Su Gediği var, Aşağı Su Gediği var. Ark, Yukarı Su Gediği’nden Öteyüz tarlalara, Aşağı Su Gediği’nden de Taspınar’a ve Kamışcık’a akardı.

Tülüce Dağı, Afşin-Elbistan-Göksun Ovası’nın ortasında göğe yükselen kocaman, yeşil bir yonca harmanı gibiydi. Atlas Dağı’nın etekleri Afşin’nin bağlarıydı. Berit’in başından yaz kış kar eksik olmazdı. Binboğalar ve Şardağ’ı da uzaktan yeşili az ve kuru görünürlerdi. Bu dağlar sabahları güneş ışınlarıyla selamlaşırlar ve akşamları güneş ışınlarıyla birbirlerine iyi geceler dilerlerdi.

Özellikle yaz ayları yaşamımız evin tahta çardağında geçerdi. Burada yenilir-içilir ve burada yatılır-kalkılırdı. Yataklar yan yana serilirdi. En sağdaki Poyraz Kapısı’nın önü benim yerimdi. Çardağın en serin yeri. Çünkü ben öncelikliydim. Okuyordum ve köye tatillerde geliyordum. Anam sık sık yatağıma gelirdi. Uyumak için hem yatsı namazının vaktini beklerdi ve hem de dertleşirdik. Bana ipek saçlı oğlum, yağmur gözlüm, Hac’Osman’ım derdi. Gümüş Anam, gümüş gibi bir kadındı.

Babam da içerde yatardı, hem kendini ve hem de bizi korurdu. Seherde babamın sesiyle uyanırdık. Yüksek sesle Kuran okurdu. Sesi güzeldi. Kış akşamlarında türkü de çağırırdı Karacaoğlan’dan. Ağıt da söylerdi. Ağıt söylerken ağlardı, gözleri yaşlıydı. Bir köy ağasıydı benim babam. Ama bildiğiniz gibi değil. Babam dedikçe dumanım tütüyor hala, utanıyorum babalığımdan.

Benim bilebildiğim kadar ve hiç değilse bizim oralarda ağıtları kadınlar yakardı. Analar, bacılar, kızlar, gelinler ve ölene içi göğünen diğer kadınlar ağıt yakardı. Bir de ağıtçı kadınlar vardı. Onlar da gelir ya da çağrılır, ölünün başında ya da giysilerinin başında ağlarlardı, söylerlerdi. Erkekler ağıt yakmazlar, daha önce yakılmış ağıtları söylerlerdi. Ben önceleri babamın da yalnızca böyle ağıtlar söylediğini sanırdım. Sonraları bacılarımdan öğrendim. Babam da ağıt yakıyormuş. Ama, öyle herkesin olduğu yerde değil, kendi kendine kaldığı zamanlarda çok yakınları için  gizli gizli yaparmış bu işi. Babamın kendi yaktığı ağıtları daha sonraları ben de öğrendim. Bu ağıtları başkaları ile paylaşabilir miyim bilmiyorum. En azından şimdilik değil.

Benim ağıtlarla tanışıklığım çocukken başladı. Çakal Halil’in ağıdını dinlerdim. Kendisine yetişemedim. Babamın amcası olur. Öyküsünü Habba (Habibe) Ablamdan daha sonraları öğrendim. Düşeğini bilirim. Tombak Köyü’ne giderken Pıtıklar’a varmadan yolun solunda bir taş yığını. Ağıdı her dinledikçe ve Tombak’a her gidişimde düşeğin önünde durur, elham okur, ağlar ve kinlenirdim.

Piri Durdu’nun ağıdı ile de ilkokul öncesinde tanıştım. Bir gönül meselesinden dolayı vurmuşlardı Piri Durdu’yu, benim yeni doğduğum yıllarda. Daha sonraları daha nice ağıtlar dinledim köylülerimle ilgili. Bazı ağıtları da henüz yakılırken dinledim. Ağıda ağladım, ağıt yakılana ağladım, ağıt yakana ağladım, kendime ağladım.

O güzelim tahta çardağın üzerinde ve Poyraz Kapısı’nın önünde ağıtlar doldurdu dünyamı. İlk şiirlerim ağıt denemeleri oldu. Tahta çardağa Poyraz Kapısı’nın önüne oturur içinde bulunduğum görkemli ve büyüleyici dünyamda kurgusal ağıtlar yakardım. Buna sanal ağıtlar da  denebilir herhalde. Ben halkbilimi ya da gökçeyazın (edebiyat) uzmanı değilim. Belki de kurgusal ağıt olmaz. Olgusal ağıtlar olur yalnızca. Ama, “ne çıkar bundan, ben yazdım, oldu” diye düşünüyordum.

Bugün bile severek ve duygulanarak okurum, o günlerde Ericek’li bir ölünün arkasından ve ölünün kendi ağzından yazdığım ağıdı. Yayla yolunda çocukluk aşkının kocası tarafından pusuya düşürülüp vurulmuş evli bir delikanlının öyküsünü işlemiştim. Bunun ilk iki dörtlüğü şöyleydi :

MURATSIZIN AĞIDINDAN

Hatın anam hatın anam         
Kıratımı satın anam               
Bir var imiş bir yok imiş       
Beni yoğa katın anam

Zülüfünü taramasın
Nerde diye aramasın
 Hoşça tutun el kızını
Beni ele karamasın

Yine o günlerde, birbirine yanık emmi oğlu-emmi kızı sanal öyküsünden yola çıkarak bir ağıt yazmıştım. Bir kış günü keklik avında arkadaşlarından ayrı düşen ve çığ altında kalarak ölen emmisi oğlu için  emmisi kızı yakmıştı bu ağıdı :

EMMİ OĞLUNUN AĞIDINDAN

Siyah işlik beyaz düğme          
Yakışır emmim oğluna            
Çakır gözler kaşlar eğme         
Yakışır emmim oğluna            

Aslan pençesi elleri
Kötü söz bilmez dilleri
Bütün köyün güzelleri
Bakışır emmim oğluna

Bir başka denemem de Omar Ağa’nın Ağıdı idi. Bu öyküde, yiğitliği ve cömertliği ile namlı   olan Omar Ağa’yı bilinmez birisi vurmuştu ve eşi de ağıt yakmıştı :

 OMAR AĞANIN AĞIDINDAN

Komşularım bu bir düş mü
Kele bir bakın ölmüş mü
Omar ağayı vurmuşlar                
Deyin görenler olmuş mu

Gittiği yerden gelmezdi
Vardığı yer bilinmezdi
Şeytanlar mı haber verdi
Kulların aklı ermezdi

Yorulmuş yola oturmuş
Kör karanlıkta vurulmuş
Omar Ağa’nın yasına
Yıldızlar ağıda durmuş

Babamın çağırdığı ağıtlardan beni en çok ikisi etkilerdi. Bunlardan birincisi ÇELİKHAN’LI OMAR’IN AĞIDI idi. Ben aradım, bir yerlerde bir kaydını bulamadım. Çelikhan Adıyaman’nın ilçesi ve bize çok uzak değil. O zaman Adıyaman il değil ilçe, Çelikhan da ilçe değil nahiye idi. Çelikhan’a bir nahiye müdürü gelmiş ve müdürün de güzel bir kızı varmış. Omar üç bacının bir kardeşi yakışıklı bir köy delikanlısı imiş. Omar kıza kız Omar’a tutulmuş. Olay elin diline düşmüş. Nahiye müdürünün kızı bir köylü ile evlenecek değil ya, müdür hiddetlenmiş ve Omar’a suçlar uydurulmuş. Omar kaçak olmuş, jandarmalar peşine düşmüş ve Omar’ı atına yonca biçerken cendermeler vurmuşlar. Bunun üzerine bacıları da ağıt yakmışlar. Bu ağıt için Ericek’li Süllü Tülü başka bir öykü anlatıyor ve diyor ki olay aynı ama Omar Çelikhanlı değil bizim buralardan birisidir. Olayın geçtiği yıl 1933 ve yer de Berit eteklerindeki Yoncalı yaylası’dır. Bu ağıt Ericek’te çok yaygın olarak bilinip söylendiğine göre böyle de olabilir. 

ÇELİKHAN’LI OMAR’IN AĞIDINDAN

Yoncalı’nın boz dumanı
Hökümet bilmez amanı
Biz gardaşa düğün kurduk
Ot biçim orak zamanı

Yoncalı’nın cılgı yolu
Gide gide kavuşuyor
Omar’ı vuran cenderme
Kol kol olmuş savuşuyor

Ergen babam oğlu ergen
Yoncalıya oldu sergen
Hiç mi bunun kimsesi yok
Üstüne atmamış yorgan

 Eğilmiş bir su içmeye
Atına yonca biçmeye
Düşman karşıdan çıkınca
Namus eylemiş kaçmaya

Bacısının adı Eşe
Kan bulaşmış enli döşe
Gavurumuş gavur dölü
Nişan almış çatık kaşa 

Bacısının adı Emiş
Atının takımı gümüş
Ankara’da Kemal Paşa
İlle Omar’ı vurun demiş

Babamın çağırdığı ve benim de en çok etkilendiğim ağıt PALAZ AHMET’İN AĞIDI’DIR. Bunun da bir yerlerde kaydın rastlamadım.

PALAZ AHMET’İN AĞIDINDAN

Palaz’ın yeşil ördeği
Döne’nin kiraz yanağı
Döne’yi gelin etmedik
Yeşil atlas ağ börneği

Palaz nenni Döne nenni
Gıçı kırık ala kanlı
Nen eyle gardaş nen eyle
Altında da yaprat (yaprak at) ünlü
(Ağıt çağrılırken, bu dörtlük her dörtlükten sonra tekrarlanıyordu)

Keten gömlek zıbın yeşil
Kolunu boynumdan aşır
Çaylı Önüne oturmuş
Atının dizginin deşir

Çekildi mizanın önü
Gider eğleni eğleni
Yeğin gardaşın yarası
Akar çovlanı çovlanı

Dal boynunun gedikleri
Kanlı geldi edikleri.
Sen mi idin anam oğlu
Palaz Ahmet dedikleri

Köyümüzde türkü çağıran, ağıt yakan ve ağıt çağıran yalnızca babam değildi. Çok kişi vardı. Bunlardan birisi de Hüseyin Dayımın oğlu Kürtçe Telli ya da lakabı ile söylersek Kıllı Kürtçe’dir. Bu yaz (Ağustos-2006) Köyde kendisi ile görüştüm ve ağıt okuttum. Kendisinin her çokuntuda okuduğu Kozanoğlu Ağıdının Ericek çeşitlemesini ve başka bildik ağıtları dinledim. Sesini kaydettim. Bunların içinde birisi benim için yeni idi. Bizim oralardan bir gencin, Adana’da askerlik yaparken öldü haberinin gelmesi üzerine, Adana’ya giden ve orada oğlu için dul annesinin yaktığı bir ağıttı bu :

Adanıya vardımkine
Nerd’oğlumun koğuşları
Acep bana gösterir mi
Başındaki çavuşları

Adanıye vardımkine
Trampetler tatlı öter
Ufacıktan asker ettim
Yavrum koğuşunda yatar

Hoş geldin hacı dayısı
Biz olduk başı gaygısı
Kızlarıma kıran girsin
Yavrum hepsinin iyisi

Geldin mi Cennet teyzesi
Vurdun başıma başıma
Beni yavruma salarsan
Kurban olurum eşine

Tarlalarda ot yolarım
Ayak yalın başı kabak
Mevlam bana sabır versin
Uzun gece olmaz sabah

Poyraz Kapısı’nın önü, benim bir türlü gerçekleştiremediğim “Bizim Elin Ağıtları” adlı kitabımın sivilceli çağımdaki düşleri ve hayalleri ile doludur. Önceleri kendi köyümün, sonraları çevre köylerin ve daha sonraları da bütün Afşin-Elbistan-Göksun Ovası’nın ağtlarını derlemeye koyuldum ve bunları kitap haline getirmeye çalıştım. Başaramadım. Ama ağıtların peşini de bırakmadım ya da ağıtlar benim peşimi bırakmadı. Geçenlerde ağıtlarla ilgili kaynak taraması yaparken, içinde köyümüzün, dağımızın ve aşiretimizin adının geçtiği ve şimdiye dek hiç duymadığım bir ağıda rastladım. Kaynak (www.cemalnar.com) internet adresidir. Ağıdı da aşağıda veriyorum :

Kırk tane kız imeceye gittiler
Rastladılar bir ihtiyar tuttular
Onunla eğlenip cefa ettiler
İmeceye giden kızlar gelmedi

 Berit yaylasının Ericek yanı
Oracıkta oldu Nuh’un Tufanı
Duyunca obanın kurudu kanı
İmeceye giden kızlar gelmedi

Azgın yağmur seli aldı da gitti
Kırk tane yavruyu dereye tepti
Analar çırpındı babalar bitti
İmeceye giden kızlar gelmedi

Kimi kumaş giymiş kimi alaca
Kimi tabut bağlar kimi salaca
Seyd’Ahmet’in beş bacısı bilece
İmeceye giden kızlar gelmedi

Kimi taş kovuğunda kısılı kaldı
Kimi mil altında basılı kaldı
Kimi de ardıçta asılı kaldı
İmeceye giden kızlar gelmedi

Böyle m’olur şu yaylanın kıracı
Ötüşmüyor keklik ile turacı
İnce Bel’den aşıp giden Küreci
İmeceye giden kızlar gelmedi

Tecirli aşığım der ki ne acı
Aşiret elimiz çekiyor sancı
Kader böyle imiş sabredek bacı
İmeceye giden kızlar gelmedi.

Benim yukarıda başaramadığımı söylediğim işi, daha benim doğduğum yıllarda Çukurova ağıtlarını derlemeye başlayan (1942) Yaşar Kemal derlediklerini “Ağıtlar 1”  adı ile  Adana Halkevi’ne bastırtarak başarmıştı. Daha sonra da Ağıtlar’ı Adam Yayınları’ndan kitaplaştırdı (1996). Çok da güzel bir kitap. İlgilenenlere öneririm. Kimbilir, bizim ellerin ağıtları da bir gün bir heveslisi tarafından kitaplaştırılır.

Bu kitapta yer alan Battal’ın Ağıdı çocukluğumda Ericek’te de yaygın olarak çağrılırdı. Ağıdın sözleri içinde Kozan adı geçtiği için, Yaşar Kemal kim tarafından yakıldığını bulamadığını da belirterek bu ağıdı Kozan yöresinin ağıdı olarak veriyor. Oysa ağıtta Berit adı da geçiyor. Bana göre, bu ağıt Kozan ağıdı değil, kış aylarında Çukurova’ya çalışmaya giden Ericek’li gurbetçilerin ağıdıdır. Ben o zaman bu ağıdı Ericek ağıdı olarak derlemiştim. Özellikle, benim parayı bile tanımayan Gümüş Ana’m, Ağam’a (Babamıza Ağa derdik) ve biz haşarı oğullarına kızdığında, “Çıkarım Berit başına-Varsın gar olursa olsun-Çekerim hasret derdini-Dulluk zor olursa olsun” diye bu ağıdın bir dörtlüğünü biraz değiştirerek  sıkça söylerdi. Ancak, uzmanı olmadığım bir konuda ileri bir iddiada bulunmaktan sakınıyorum. Bu nedenle, işin aidiyet kısmını uzmanlarına bırakarak bana göre Ericek ağıdı olan bu ağıdı da aşağıda veriyorum :

BATTAL VE DURDU’NUN AĞIDI

Boz lokü gapıya geldi
Eğdi boynun habar aldı
Sen duymadın Döne bacım
Battal d’öldü Durdu d’öldü

Durdu bilmezdi düzeni
Battal gezerdi Gozanı
Ya niderdin çer alası
Viran dağlarda gezeni

Yurd gonardık sıra sıra
Yorgan atlas döşşek hara
Bin de gel babam uşağı
Çer alası demir gıra

Sandıktan dutup kalkıyo
Adam şuna güvenir mi
Beş döşekten yer sererdim
Battal daşa dayanır mı

Çıkarım Berit başına
Başın gar olursa olsun
Çekerim bebek derdini
Dulluk zor olursa olsun

Amanın belim gırıldı
Tül’oturup kalkmayınca
Benim yetim böyümez mi
Emmileri bakmayınca

Buradaki dizelerle Yaşar Kemal’in kitabındaki dizeler arasında bazı küçük ayrılıklar vardır. Bunlar Davut yerine Durdu, Arzı yerine Döne, Berut yerine Berit, (virane dağda) yerine (viran dağlarda), (benli gıra) yerine (demir gıra) gibi farklılıklardır. 

“Bizim Elin Ağıtları”nı yazmayı başaramadım ama, bizim elin ağıtları gündemimden hiç çıkmadı. Şeytan kulağına, şu son yıllar hariç, bizim elde ağıtlar hiç dinmedi. “Şaşırdı devlet şaşırdı-Büyük küçük hep deşirdi-Kör olasıca İngiliz-Birine bomba düşürdü” gibi ağıtların iniltileri kulağımızdan çıkmadan, düşmanların kırdıkları yetmezmiş gibi bir de birbirimizi kırmaya başlamışız. Yalnızca, ömrüm içinde geçen Ericek’tekileri  saysam dillerim yanar, kavrulur, söyleyemem. Garı Sultan’nın dilindekilerini ise kitaplara yazsaydım kitaplar yanar tutuşurdu.

Garı Sultan, Sultan Garı, Sultey Garı ya da Sultan Bibim Köyümüzün ağıtçısı idi. Tanıdık ve hısım-akrabalarımız için komşu köylere götürüldüğü de olurdu. Sesi güzeldi ve özü göğünerek söylerdi.

Anam öldüğünde haber verdiler. Gittim ve bir gün sonra yetiştim. Gömmüşlerdi. Aşağıdan yukarı eve çıkarken feryat-figan koptu. Eve girdim. Herkes ordaydı, Anam hariç. Bacım Hürü ve Sultan Bibim karşılıklı  ağıda durdular. Önce Sultan Bibim başladı:

Geldin mi gurbetin kuşu
Daha dün gömdük Gümüş’ü
Hac’Osmanım diye diye
Dinmedi gözünün yaşı.

Hıçkırıklar deprem gibi sallıyordu evi, damı. Berit Dağı üstümüze devriliyordu. Esendere eşlik ediyordu ağıda. Arkasından Hürü Ablam sallandı ve uğunu uğunu söyledi :

 Senem Kızı Senem Kızı
Bu muydu feleğin sözü
Ölürken seni aradı
Melül mahsun iki gözü.

Aldı Sultan Bibim :

Gitme dedim söz tutmadın
Derdine derman katmadın
Gümüş ananın üstüne
Bir kürek toprak atmadın.

Aldı Hürü Ablam .

Memmet tutmadı sözünü
Ali de yaktı özünü
Bir gün görüp gönenmedi
Muratsız yumdu gözünü.

Aldı Sultan Bibim

Ecel desem ecel değil
Anlatılır bir hal değil
Suçu yok günahı yoktu
Bedel desem bedel değil.

Aldı Hürü Ablam

Berit Dağı’nın çocuğu
Ortada kaldı cücüğü
Kara bacım ne olacak
Kim büyütür küçücüğü.

Hürü Ablam bıraktı, Sultan Bibim başladı. Sultan Bibim bıraktı, Hürü Ablam başladı. Bu minval üzre yoruluncaya, sesleri kısılıncaya ve gözlerinde bir damla yaş kalmayıncaya kadar ağladılar, ağlattılar ve ağıt yaktılar. Yergiler, sitemler, övgüler, çaresizlikler, bahtsızlıklar, geçmişte yaşanan iyi günler, kötü günler birer birer anlatıldı. Acı sonun nasıl geldiği, neler olduğu ve bundan sonra neler olabileceği ıslak ve nağmeli dizelere yansıtıldı. Akşamüzeri varmıştım eve. Herkes yorgun ve bitkin düştüğünde şafak vakti olmuştu. Babam kalktı, abdest aldı, namaz kıldı ve her zamanki gibi yüksek sesle Kuran okumaya başladı. Çakır gözleri kirp kirp ediyordu, bir yumuluyor bir açılıyordu, ikide birde sesi boğuluyor, nefesi kısılıyordu. Bu sefer daha uzun okudu. Bitirdi. Herkes içinden elham okudu. Dışarıya Poyraz Kapısı’nın önüne çıktım. Sol yana baktım, ağlayan gözler gibi Berit’in başı da kızıllanmıştı. Karşıya baktım Binboğa da Berit gibiydi. Kendi kendime mırıldandım : Hangi günü gördün sabah olmadık ?  

 

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

  • YANIK KOKUSU
  • EVRENSEL BAYRAM
  • ZERKA
  • SOSYALLEŞME
  • SABAHIM ÇALINDI

Kategoriler

  • Anılar
  • Bildiriler
  • Çevre
  • Duyurular
  • Ericek
  • Genel
  • Güncel
  • Güncel Yazılar
  • Kitaplar
  • Makaleler
  • Ormancılık
  • Öyküler
  • Şiir Seçkisi
  • Şiirler
  • Tarım
  • Yayınlar
  • Yazılar Çevre

Copyright Prof. Dr. Osman Gökçe 2025 | Theme by ThemeinProgress | Proudly powered by WordPress