Skip to content
Prof. Dr. Osman GökçeBu sayfa ulusumun, ülkemin, devletimin ve tüm insanlığın yararına olduğuna inandığım bilgilerimi, deneyimlerimi, düşüncelerimi ve duygularımı ilgilenen herkesle paylaşmak, tartışmak, geliştirmek ve böylelikle doğrularda, güzelliklerde ve iyiliklerde hep birlikte buluşarak çoğaltmak ve bütünleşmek için açılmıştır. Prof. Dr. Osman Gökçe
  • Ana Sayfa
  • Yazılar
    • Güncel
    • Anılar
    • Öyküler
    • Tarım
    • Ormancılık
    • Çevre
    • Genel
  • Yayınlar
    • Makaleler
    • Bildiriler
    • Kitaplar
  • Şiirler
    • Şiir Seçkisi
  • Ericek
  • Duyurular
  • Fotoğraflar
  • İletişim

ORMANCILIK VE ŞİİR ÜSTÜNE

4 Ocak 2011 0 comments Article Ormancılık

Prof. Dr. Osman Gökçe (E)
Osman.gokce@ege.edu.tr
www.osmangokce.net

Denemeler’in yazarı ünlü Fransız düşünürü Michel Eyquem de Montaigne (Şubat 28, 1533 – Eylül 13, 1592) yaklaşık günümüzden 500 yıl kadar önce, bir insanda bütün insanların yaşadığını yazmıştır. Yani bir insanın hem cahil hem alim, hem yufka yürekli hem zalim , hem korkak hem yiğit olabileceğini vb biçimde tüm karşıt sıfatları bir arada taşıyabileceğini düşünmüştür. Denilebilir ki Monyaigne’e göre, insanlar binbir surattır.

Bu düşünce doğru mu? Bana göre, önemli oranda doğru. Çevrenize bir bakın, uzak yakın tanıdıklarınızı bir de bu gözle inceleyin, irdeleyin. Diğer insanlardan gördüğünüz iyilikleri ve kötülükleri kabaca bir sayıp dökün, Montaigne’i haklı bulacaksınız.

Bakmayın siz insanların (Benim özüm birdir, sözüm birdir, sazım birdir) gibilerinden yüksek perdeden konuşmalarına. Çok görülmüştür (Özüm birdir) diyenlerin (Özüm) diyecek kadar özlerinin bile olmadığı. Kim bilir kaç kezlerce tanık olmuşuzdur en doğru bildiklerimizin ayaküstü yalanlarına, dün dündür bugün bugündür diye birbirinin karşıtı sözleri söylemelerine. Az mı dinledik, sevgilisine (Sazım birdir, senden başka saz çalmam) diye sadakat gösterisinde bulunanların ihanet öykülerini? Elbette çok gördük, çok tanık olduk ve çok da dinledik. Hoşumuza gitmeyebilir ama bu bir olgudur.

Bu bir olgu ise yani insanlar birden çok rol üstlenebiliyorlarsa, bunu yok saymak da yanlış gibi geliyor bana. İnsanların kendileri gibi olmalarını yok sayarak ya da yadsıyarak ne insanlar ne de insanlık kazançlı çıkamaz diye düşünüyorum.

Büyük oranda katıldığım bu varsayıma dayanarak bütün insanların en azından biraz da şair olduklarını söyleyebiliriz. Dolayısıyla, kendimi diğer insanlardan ayrı tutmayarak “Ben de biraz şairim” diyebilirim. Bu da anlaşılabilir ve hoşgörülebilir bir söylem olur herhalde. İşte ben bu yazıyı, “Ben ormancıyım, ben şairim” diyenlerin hoşgörüsüne sığınarak, asal kimliğim olan ormancılığımın yanında biraz da bu kimliğimle yazıyorum.

                                                             xxx

Geçmişten beri taşıdığım bu düşünceyledir ki daha lise yıllarımda Şair Arkadaşlar Şiir Defteri adında bir defter açmıştım. Bir çok ünsüz arkadaştan bir çok şiir var o defterde. Ara sıra açar okurum. Her okuduğumda da kendi kendime, “Herkesin tanıdığı bir şair olmasalar bile onlar birer şairdiler” diye kapatırım defteri hüzünle. Ve bir özlem duyarım kendi kendime, bu şiirleri birgün yayınlayabilmiş olmak özlemi.

Gaziantep’te lisedeyken, dersten kaçtığımız birgün bu şair arkadaşlarımdan birisi ile Alleben kenarında karşılıklı şiir okuyarak gezerken elimdeki dergide gördüğüm bir yazıya takılmıştı gözüm. Yazının, adını şimdi anımsamadığım yazarı, (Avrupa’da her onsekiz yaşına basan genç nasıl ki bir iş sahibi olursa bizde de her onsekiz yaşına basan Türk şair olur) anlamına gelen bir yargıda bulunuyordu. Arkadaşıma “Bu bizim köylüleri anlatıyor galiba” demiştim. Çünkü bizim köyde herkesin bir işi yoktu ama herkesin bir türküsü, bir ağıdı vardı. Her güzel için sevdikleri tarafından bir türkü, her acılı ölüm ya da acılı olay için yakınları tarafından bir ağıt yakılıyordu. Ayrıca, ağıtçı kadınlar da vardı. Bunlar, deyim yerinde ise profesyonel olarak ölülerin başında ağıt yakarlardı. Dolayısıyla, köylülerimin her biri biraz da bir şairdi. Yani Montaigne’in dediğine uyuyordu. Ben de Berit’in Gözyaşları adlı kitabımda bu türkülerin ve ağıtların bulabildiklerimi yazdım ve yayınladım.

Belki de insanoğlunun ortak özelliklerinden olan (Kendini hep haklı görme) eksikliği ve zaafiyetinden kaynaklanan bir güdü ile yukarıda açıklamaya çalıştığım görüşlerimi savunmak için şiir üstüne birkaç şey daha yazacağım.

 Bu bağlamda ilk aklıma gelen şey de, üzerinde en çok tartışılan konu oldu. Yani şiirin ne olduğu konusu.

Bence şiir herhese göre başka bir şeydir. Şiirin onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce tanımı yapılmıştır ya da yapılabilir. Bu kadar çok tanımı yapılan bir kavram da tanımsızlığı getirir. Öyleyse şiirin tanımı yoktur, şiir tanımlanamaz yani. Ancak bilimsel olarak, bu tür tanımlanamaz kavramlar için tipolojik tanım kavramı geliştirilmiştir. Buna göre bazı kavramları anlatmak için bir tipleme yapılabilir ve fakat bir tanım yapılamaz. Elbette tanımlanamayan şey yok demek de değildir. Şiir vardır ve şiir bir gerçeklikltir.

Yıllar önce Varlık’ta okumuştum. Yaşar Nabi Nayır “Ben şiir olsun okurum. İster Fuzuli’den olsun, ister Karacaoğlan’dan isterse de Orhan Veli’den olsun. Yeter ki şiir olsun” diyordu. Ama şiirin nasıl olduğunu anlatmıyordu. Bir metin nasıl olursa şiir olur onu anlatmıyordu. O kendisine göre bir şiir kavramı geliştirmişti ve ona şiir diyordu. Onun şiir dediğine başkaları da şiir der miydi? Sanmam ya da bilememn. Yani her dağın bir dumanı olduğu gibi herkesin de bir şiiri ya da şiir anlayışı vardır. Çok kanıt göstermeye gerek yok ki herkese göre şiir farklıdır. Bir kişi karşısındakine “Şiir gibi konuştun” dediğinde o kişi de bir şiir tanımı yapıyordur.

İş bu kadar ucuz mu? Doğrusu sanmıyorum. Bu kadar da ucuz olamaz. Ancak pek çok şiir eleştirmenlerinin söylediği kadar da pahalı olamaz.

Örneğin, öyle bir takım çokbilirlerin yazıp çizdiği gibi şiir ille de bulmaca gibi, matematik proplemi gibi üzerinde kafa patlatarak çözümlenecek bir metin de olmamalıdır. Böyle şiirler de olabilir. Ama böyle olmayanları şiir sayamayız diye burun kıvrılamaz. Şöyle bir düşündüm kendi kendime. Çok bilinen, çok okunan ve çok sevilen şairleri getirdim gözümün önüne. Örneğin Karacaoğlan, Yunus, Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Orhan Veli vb şairleri anımsadım. Bunlar ne kadar da güzel şiirler yazmışlar, söylemişler. Bunu herkes takdir eder. Hepsini her okuyan anlayabilir. Yani anlaşılabilir şiir ya da şair zor anlaşılanlardan daha çok tutunuyor gibi geliyor bana.

Aklıma ikinci olarak şair kimdir sorusu geldi. Kendimce bir yanıt bulmaya çalıştım bu soruya da.

Bana göre şiir yazmak bir aşk halidir. Bir tanımlanamazı, başka bir tanımlanamazla tanımlamak gibi bir gülünçlük içine düşmek istemem. Aşk da tanımlanamaz çünkü. Ancak aşk vardır, aşk da bir gerçekliktir. Aşkın var olduğunu bilenler “Şiir yazmak bir aşk halidir” söylemini anlarlar. 

Ayrıca, şiir okumak da bir aşk halidir. Ancak, şiir okumak bu kadar da değil. Kim şiir okuyorsa, okuduğu o şiiri kendisi yazmıştır. Okuduğu şiir kendisine aittir. Yani, bir şiiri okuyan kişi bana göre o şiirin şairidir.

Hiç kimse bu düşünceye katılmak zorunda değildir. Ama bu düşünceye “Olabilir” diye bakılabiliyorsa buradan şu sonuç da çıkarılabilir:

 Aşkı doğa aşkı, Tanrı aşkı, insan aşkı ve benzerleri gibi hangi anlamda anlarsak anlayalım şair bir aşıktır. Şiir aşktan ayrılamaz. Belki de bu nedenle olacaktır ki ülkemizde halk şairlerine halk aşıkları denilmektedir. Dolayısıyla şair aşık olan kişidir. Ve her insan da her zaman değilse bile ara sıra aşık olur. Bir kere olur, beş kere olur. Doğaya aşık olur, Tanrı’ya aşık olur, bir diğer insana aşık olur. Ama her insan aşık olur ve bu nedenle de her insan bir şairdir. Ne var ki bizler, bir anlam daraltmasına giderek, yalnızca bütün bir ömrünü aşık olarak yaşayanlara şair diyoruz. Ya da en azından diğerlerine oranla daha çok, daha sık ve daha uzun aşk hali yaşayanlara şair diyoruz. Yaşasın aşk, yaşasın şiir ve mutlu olsun şairler yani bütün insanlar.

                                                                    xxx

İyi de bütün bunların ormancılıkla ne ilgisi var diye sorulabilir. Haklı bir soru. Yanıtsız kalmamalı. Açıklayayım.

Önce bizim köylülerden başlayalım. Onlar niye şairdiler? Başka yapacak işleri yok muydu da türkü yakıyorlardı, ağıt yakıyorlardı? Kim bilir, tren düdüğü ile uyanıp çoğalanlar gibi belki benim köylülerimin de başka işleri yoktu.

Kemalettin Kamu, Bingöl Çobanları’nda ne de güzel betimlemişti benim köylülerim gibi olanları:

Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni;
Kuzular bize söyler yılların geçtiğini.
Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;
Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,

Koyunumuz var,  kuzumuz var, köpeğimiz kedimiz var. Elimizde bir değnek, sırtımızda kepenek, dağlarda yapayalnızız. Bir sevgili büyütürüz içimizde. Ona türküler yakarız, türküler çağırırız. Sesimizin çıktığı kadar bağırırız. Yankılanır yamaçlarda. Kendi sesimizi kendimiz dinleriz. Belki de Orhan Veli benzetmesi gibi yaparız :

Dağ başındasın;
Derdin günün hasretlik;
Akşam olmuş,
Güneş batmış,
İçmeyip de ne haltedeceksin?

Yani ortam uygun. Çal kavalını, çağır türkünü. Nasıl olsa kimse duymaz ve sen kimseye beğendirmek durumunda da değilsin.

Bunu en iyi de ormancılar anlar bence. Bildiğim kadarı ile Türkiye’de, canlının içinde bulunduğu ortamla ilişkilerini yani ekolojiyi ders olarak okutan ilk yükseköğretim kurumu, bir mezunu olmakla övündüğüm, İ. Ü. Orman Fakültesi’dir. Yalnızca bu nedenle bile, canlının ya da insanın ortamın ürünü olduğu gerçeğini en iyi ormancılar bilir.

Benim köylülerimin de, meslektaşım ormancıların da bulundukları ortam şiirsel bir ortamdır. Bu nedenle, yukarıda değinildiği gibi, bütün insanlar biraz da şair iseler, benim köylülerim ve benim meslektaşlarım da biraz daha fazla şairdirler.

Bir şiir türü olarak pastoral şiir (bukalik şiir) ya da aynı anlamda kır şiiri veya çoban şiiri türü ortaya çıkmışsa ve bu türden de nice ünlü, ünsüz şairler nice ünlü, ünsüz şiirler yazmışlarsa bunun bir nedeni yok mu? Elbette var. Hem de pek çok nedeni var. Ama, ana neden, adına bir şiir türü oluşan ortamdır. 

Faruk Nafiz, o çeşme olmasaydı nasıl yazardı Çoban Çeşmesi’ni? Nasıl duyardı “Uzaktan uzağa çoban çesmesi”nin sesini?

Şukufe Nihal, o su olmasaydı yüreğimizi titreten “O su bir sır gibi mırıldanırdı-Göğsünde bir sarı ay yıkanırdı-Bizi Leyla ile Mecnun sanırdı-Gamlı yolumuzda ağlayan o su” dizelerini yazabilir miydi?

Cenap Şahabettin Elhan-ı Şita’da “Karlar-Ki semadan düşer düşer ağlar” diyebilir miydi hiç, kar yağdığını görmemiş olsaydı?

xxx

Şiirsel bir ortamda yaşadıklarını ve bu nedenle de başkalarından biraz daha fazla şair olduklarını söylediğim köylülerimin şiirlerinin bir bölümünü Berit’in Gözyaşları adlı kitabımda yayınladığımı yukarıda açıklamıştım. O şiirlerin sahipleri hiç ünlü olmamışlardır diğer köylüler gibi. Şiirleri türküleşmiş ve o şiirler ünlü olmuşlardır. Ama o türkülerin sahipleri değil de onları pazarlayanlar ünlü olmuşlardır. Bakınız, sahipleri bilinmeyen o türküler için Bedri Rahmi ne demiştir : 

Ne zaman bir köy türküsü duysam, şairliğimden utanırım…
Ah bu türküler, türkülerimiz, ana sütü gibi candan, ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla, köyümüz köylümüz memleketimiz…
Ah bu türküler köy türküleri,

Tıpkı köylüler gibi ormancıların da ünlenmiş şairleri bulunmayabilir. Onların kaçmadan vurmaya hiç fırsatları olmamıştır ki yazdıkları şiirleri bastırsınlar, basın dünyasında yandaş bulsunlar ve kendilerini toplum karşısına çıkarabilsinler. Vurgun yemiş gibi tayin tayin üstüne yaşamışlardır. Çoğu kırsaldan gelen ve geride bir dayanağı olmayan bu insanlar için şiir kitabı bastırmak ne hadlerine? Bu hüner başka bir hünerdir. Yalnızca yazmak ve de güzel yazmak hüneri değildir. Ama bu durum ormancıları şair olmaktan da alıkoyamamıştır elbette.

Örneğin, Lütfü İncekaş 1949 mezunudur Orman Fakültesi’nden. Şairdir. Orman yangınları ile ilgili bir şiirini aşağıda veriyorum. Bu şiirin, özde güncelliğini koruduğunu düşünüyorum.

Günümüzde orman yangınları oldukça ileri tekniklerle söndürülüyor. Oysa Lüftü İncekaş Mut Orman Bölge Şefli iken (1953) işler böyle değildi. Ormancılar ilkel koşullarda canını dişine takarak orman yangınları ile savaşırlardı.

O yıllarda, çıkan yangınlar merkeze “Hayat” başlıklı telgrafla bildirilirdi. Manyetolu telefonlarla haberleşilirdi. Şair, şiirini İşletme Müdürü Ali Solmaz’a ithaf etmiş. Şimdi artık aramızda olmayan tüm ormancıları rahmetle anarak bu şiiri sunuyorum :

HAYAT / TEL
Orman Umum Müdürlüğüne
                         Ankara

    Silifke İşletmesinin Mut Kazası,
    Ardasın 60 Nolu Havzası,
    Alev alev, duman duman…
    Eteğinden tutuştu orman.

    Bir yol telefon çalmaya görsün,
    İçin bir hoş olur, için erir,
    Ben kule bekçisi Hıdır Üçyıldız der,
    Üç kazadan tekmil verir.

    Onluk santral değirmen misali,
    Onluk santral pul, pul ağlar.
    Keben aradan çekilir,
    Silifke Müdürün evini bağlar.

    Kaçıştı kahvelerden kasabalı,
    Yollarda kala kaldı körü topalı.
    Orman sizin dedik sahip çıkmadı kimse,
    Dorla’dan bir Adem Oğlu çıktı kelâm etti:
    Dedi karışma varsın yansın bizimse.

    Esme poyraz, esme önümüz Kurban.
    Yön değiştirme de sen bilin gene.
    Diyelim beddualı hadi Ormancıyla orman,
    Dağın taşın, kurdun kuşun suçu ne?

    Haritada bir yer tutuştu…
    Han değil hamam değil gazeteler yazsın;
    Canavar düdükleri telâşa versin şehri,
    Ve gururla dönsün birkaç itfaiye eri.

    “Havada bulut yok bu ne dumandır.”
    Bizdeki sevgi ile imandır.
    Müdür veznedar sayman,
    Ha gayret gardaşım, ha gayret,
    Her sefer şapkası yanan Süleyman.

    TEL-HAYAT
    26 / 8 / 1953 gün ve 783 sayılı tele ektir:
    Bir yangın söndü demek,
    Bir orman bitti demektir.

“Kadın olmak neye yarar-Kadınca yaşamadıktan sonra” dizelerinin şairi 1961 mezunu Yıldız Yapıcı da unutamadığım ormancı şairlerimizdendir. İlk şiir kitabını Bahçeköy’de öğrenci iken almış ve okumuştum. Her ormancının yaşadığı gibi yaşadığım tayin göçleri sırasında bu kitabı kaybettim. Şimdi aklımda kalan onun bu dizeleri ve Biz Buyuz adlı şiir kitabıdır. Selam olsun Yıldız yapıcı’ya.

Sanıyorum, tertibim Prof. Dr. Melih Boydak adı da bir çok meslektaşımızın yabancısı değildir. O Anadolu Kadını adlı şiir kitabında şöyle sesleniyordu kadınlarımıza :

Ben Anadolu kadını;
Ak ederim karanlığı,
Görkemliyim,
Güçlüyüm,
Yunus kadar aşk dolu,
Pir Sultan kadar yürekli,
Veysel kadar içliyim.

Bazı şiirleri bestelenen Ilgazlı şair Halil Gökkaya da 1992 mezunu bir orman mühendisidir. Gün Doğarken ve Gün Ortası adlarında iki şiir kitabı vardır. Zeytin Ağacı, Servi Ağacı, Kestane Ağacı, Çınar Ağacı, Ardıç Ağacı gibi çok güzel mesleki şiirler yazmıştır. 

“Kitapsız ve ağaçsızbir dünya düşünemiyorum” diyen şair Kenan Mim Eryiğit de bir orman mühendisidir. 

Ormancı şairlerin hepsi bu kadar değildir. Bilip buraya aktaramadıklarımın dışında mutlaka benim bilmediğim şairlerimiz de vardır. Bunların tümünü böyle bir makale çerçevesinde incelemek hem olası değil hem de şairlerimize yakışır değil. Bu nedenle sözü burada bitireceğim. Ancak, söz edemeden geçemeyeceğim bir ormancı şairimizi anmak istiyorum.

Benim Şair Arkadaşlar Şiir Defteri’nin de 2 adet ormancı şairi vardır. Bunlardan birisi, uzun yıllar meslekte çalıştığı için, pek çoklarımızın tanıdığı bir isimdir : Selahattin Gülaçtı.

Selahattin Gülaçtı 15.Mayıs.1963’te yazmış defterime. Ama onu burada uzun uzun anlatmayacağım. Başka zaman anlatırım. Onun kendisini anlatacak kadar ömrü vardı. Ancak diğeri tez terketti bizleri, kendisini anlatamadı. Acı da olsa, onu yazmak bana düştü.

Adı Cemal Taşkın’dı. Birlikte kaydolmıuştuk İ.Ü.Orman Fakültesi’ne 1960’ta. İlgi alanı felsefe, psikoloji, sosyoloji ve şiirdi. Yeni Vefa Talebe Yurdu’nda bir yıl birlikte kaldık. Neredeyse sabahlara kadar tartışırdık. Doymazdı. “Yeter yoruldum Cemal” derdim. Yine de yapışırdı yakama, bırakmazdı. Hemşehrisi 22 yaşında ölen Rüştü Onur’a (1020-1942) benzetirdim onu. Liseli yıllarımda ezberlediğim Rüştü Onur’un “Size açabilmeliydim içimi-Geceler yalnız size-Ve yüzüm kızarmadan-Çocukluğumun küçük aşklarını-Anlatabilmeliydim-Geceler yalnız size” dizelerindeki gibi karanlığa sığınmacı görürdüm Cemal’i. Kızardı ama dostluğumuz devam ederdi, tartışmalarımız devam ederdi.

Zaman zaman Cemal’in başına bir iş geleceğinden kuşkulanırdım. Ortak dönem arkadaşlarımız ve kendisinin hemşehrileri  Asım Gür ve Şeref Torlakçık da   sanıyorum ki benzer değerlendirmeler içindeydi. Ve Cemal bir orman bölge şefi iken, üstelik nişanlı iken nişanlısı ve baldızı ile birlikte hayatına son verdi. Haberi bir ormancılık dergisinde okudum. Gözü yaşlı bir adamım. O gün de çok ağladım. Defterime “Güzel ve mesut yaşamak da cehennemin dibine” diye yazmıştı. “ Ümitsizlik kadar ümit de insana çok defa acı verir”  diye yazmıştı Cemal 01.01.1962’de, Bahçeköy’de. Cemal Taşkın’ı rahmetle anıyor ve onun bende kalan şiirlerinden küçük bir demet sunuyorum aşağıda :

GEZGİN

Artık avare bir gezginim, vakitsiz düşlerimle
Geçerim yolumu, vahşetzar çölleri arasından
Yıldız ve seyyarelerde sonsuz serzenişlerimle
Korkarım ah! Demet demet şiirle sana varmadan

Evime varmak içindir her kapıyı çaldığım
Gezgin ruhum bütün dış dünyalardan geçip varacak
İbadet ettiğim bu iç mihrap, işte ulaştığım
Orada ten buhurdan ulvi nağmelerle dolacak

Dış dünyalar, onlara kapanmadan gözlerim
Önce uzaklarda dalgın, taşarak dolaştı
Ve ben haykırarak “İşte buradasın” dedim.

BÜYÜK AŞKIM

Bahçemin güllerini mermer sinelere kattım
Hepsi de birer birer solsun diye
Bu sineleri muhteris dudaklara bıraktım
Ta ki ateşleri sonuna kadar sönsün diye

GÖZLERİN

Gözlerinin siyahı zulmetidir kalbimin
Yosun tutmuş girdaplarında sevgi çağlar
O gözler ki ardında kirpiklerinin
Hep melul, ateşin ağlar.

S…L

Senin yaşadığın;
Evler, şehirler ve efsun beldeler
Varsın ocağımda bir duman olsun.
İstemem! O sisli iklimleri
Varsın yaylalar bana vatan olsun.

Senin yaşadığın,
Eski hayal ve gençlik mabedim
Varsın mabedimin çiçekleri solsun
İstemem! Zehir kokan çiçekleri
Varsın ufuklar vakitsiz solsun.

 Bornova, 04.01.2011

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

  • YANIK KOKUSU
  • EVRENSEL BAYRAM
  • ZERKA
  • SOSYALLEŞME
  • SABAHIM ÇALINDI

Kategoriler

  • Anılar
  • Bildiriler
  • Çevre
  • Duyurular
  • Ericek
  • Genel
  • Güncel
  • Güncel Yazılar
  • Kitaplar
  • Makaleler
  • Ormancılık
  • Öyküler
  • Şiir Seçkisi
  • Şiirler
  • Tarım
  • Yayınlar
  • Yazılar Çevre

Copyright Prof. Dr. Osman Gökçe 2025 | Theme by ThemeinProgress | Proudly powered by WordPress