Skip to content
Prof. Dr. Osman GökçeBu sayfa ulusumun, ülkemin, devletimin ve tüm insanlığın yararına olduğuna inandığım bilgilerimi, deneyimlerimi, düşüncelerimi ve duygularımı ilgilenen herkesle paylaşmak, tartışmak, geliştirmek ve böylelikle doğrularda, güzelliklerde ve iyiliklerde hep birlikte buluşarak çoğaltmak ve bütünleşmek için açılmıştır. Prof. Dr. Osman Gökçe
  • Ana Sayfa
  • Yazılar
    • Güncel
    • Anılar
    • Öyküler
    • Tarım
    • Ormancılık
    • Çevre
    • Genel
  • Yayınlar
    • Makaleler
    • Bildiriler
    • Kitaplar
  • Şiirler
    • Şiir Seçkisi
  • Ericek
  • Duyurular
  • Fotoğraflar
  • İletişim

SONDAN BİR ÖNCEKİ DURAK-VII- DEVLET VE ÜNİVERSİTE İLİŞKİLERİ

26 Şubat 2015 0 comments Article Anılar

Bu bölüme bir özdeyişle başlamak istiyorum :
“Benim mânevi mirasım bilim ve akıldır” demiş Mustafa Kemal Atatürk, Türklerin Atası soyadlı önder.

Gaziantep’te lisedeydim (1957-60). İktidar-muhalefet kavgası doruklardaydı. Demokrat Parti çevrelerinde Atatürk’le ilgili bir söylem gelişmişti. (Türk Milleti büyük millettir. Daha nice Atatürkler yetiştirir) anlamında bir söylemdi. (Bizde ondan çok var, Atatürk’ü de bu kadar önemsemeyin) demeye getiriyorlardı lafı. Henüz Atatürk’ü doğrudan eleştiremeyenlerin, ona karşıymış gibi görünmek istemeyen Atatürk karşıtlarının bir söylemiydi bu. Gazeteciler İsmet İnönü’ye sordular bunu. Siz ne diyorsunuz dediler. İsmet İnönü noktayı koydu: “Tabiat o kadar cömert değildir”.

Evet, tabiat o kadar cömert değildir. Tabiat yeterince cömert olsaydı ve Atatürk benzeri önderler, devlet adamları o kadar da bol bulunsaydı, bilimle ve üniversite ile devlet ve devleti yönetenler arasında bugünkü gibi bir çatışma, bir karşıtlık olmazdı ve ben de bu bölümü yazma gereğini duymazdım.

Örneğin, Hannover Kralı Ernst Augustler değil de Atatürkler çoğunlukta olsaydı ülkemde bugünkü üniversite tartışmaları benzeri tartışmalar asla olmaz ve Türkiye de Göttingen Yedileri’ni umutsuzca beklemezdi. Neyleyelim ki Ernst Augustler istemediğiniz kadar, sürü sepet çokturlar ama Atatürkler yokturlar.

 

Ernst August, 1837’de Hannover Kralı olmuştur. Kral olur olmaz da 4 yıl önce yani 1833’te kabul edilmiş anayasayı gereğinden çok özgürlükçü bularak yürürlükten kaldırmıştır. Bizimkiler de böyle yaptılar. Politikacılar fazla özgürlükçü dediler. Kenan Evren de “üzerimize bol geldi” dedi, 1961 Anayasası kaldırıldı ve yerine baskıcı 1982 Anayasası getirildi.

Ernst August 1833 Anayasası’nı askıya almış, parlamentoyu feshetmiş ama bu yetmemişti. Tüm kamu görevlilerinin krala bağlılık yemini etmeleri koşulunu da getirmişti. O dönemde Göttingen Hannover Krallığı’na bağlıydı. Kralın kendisi kral olmadan yüzyıl önce (1737) eğitime başlayan ve kendisinin de mezun olduğu Göttingen Üniversitesi’nin öğretim üyelerinin de aynı yemini etmesi gerekiyordu. Ama yedi asi (!) akademisyen çıktı ve onlar bu yemini etmediler. Özgürlüklerin kısıtlanması dayatmasına boyun eğmediler. Üstelik bildirilerle bu düşüncelerini de kamu oyu ile paylaştılar. Kral işte buna dayanamadı. Bunlar Jacob Grimm ve Wilhelm Grimm kardeşler, tarihçi F.C. Dahlmann, G.G. Gervinus, fizikçi W.E.Weber, doğabilimci H. Ewald ve anayasa hukukçusu W.E. Albrecht idiler. Bu yedi bilim adamı tarihe Göttingen Yedilisi olarak geçti (G. Güner, Cumhuriyet, 14.03.2015-http://www.muratkaymak.com/?&Bid=248274).

Göttingen Yedilisi derhal görevlerinden uzaklaştırıldı. Grimm kadeşlerin üç gün içinde kenti terketmeleri istendi. Albrecht, Dahlmann ve Weber Leipzig’e, Gervinus Heidelberg’e, Ewald Tubingen’e, Grimm kardeşler de Berlin’e yerleştiler. Bu olaydan ders almasını bilenlere, dar kafalıların çıkarlarına göre yaptıkları politik baskıların ve haksızlıkların bilim karşısında bir gün mutlaka yenileceği gerçeği kaldı. Henüz ders almamış olanlara da duyurulur.

X

Bilimin ve üniversitelerin tarihsel süreçte değişmeyen ve hep var olan birinci derecede önemli bir sorunu ya da sorunlar kaynağı da Devlet-Bilim ve Devlet-Üniversite ilişkileridir.

Devlet, tarihsel süreçte var olduğu günden beri hükümranlığı temsil etmiştir. Devlet varsa orada zorlama ve baskıcılık vardır. Yaşamın her alanında, gücü yettiğince, din dahil her olanağı kullanarak her şeye hükmetmek istemiştir. Buna bilim ve üniversiteler de dahildir. Hangi bilginin üretileceğini, hangi bilginin nerede,  ne zaman , nasıl, kimlere ve ne kadar öğretileceğini devlet bilir, devlet denetler!

Devlet, toplumu kendi kafasındaki yani, şöyle ya da böyle, devleti ele geçirenlerin kafalarındaki biçime dönüştürmek ve sokmak için her çareye başvurur ve kendi belirlediği sınırdan başka sınır tanımaz. Toplum yaşamındaki her şeyi denetler ve zapturapt altında tutmak ister. Baskıcıdır, göz açtırmaz. Kıskançtır, paylaşmaz. Koşulsuz bağımlılık (biat) ister. Başka kimlik tanımaz. Karşısında haklı haksız dikleşen her şeyi ezer, kırar, üstüne basar geçer. Devletin en tepesinden gelen ses bakınız ne diyor? “Bitaraf olan bertaraf olur. Onun için tarafınızı çok iyi belirleyiniz” diyor Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ( Türkiye gazeteleri, 18.10.2010). Yani devlete, devleti temsil edene taraf olmayanın telef olacağını söylüyor.

Devletin bu baskıcılığının karşısında bilim ve üniversiteler kanadı da yine tarihsel süreçte var oldukları günden beri, güçleri yettiğince, özgürlüğü ve özerkliği istemişler, savunmuşlar ve yolun başından beri dinî ve politik baskılardan kurtulmaya çalışmışlardır.

Bilim ve bilim yuvası üniversitenin deyim yerinde ise, bazılarına yukarıda değinilen bu özgürlük ve özerklik savaşımının geçmişten beri gelen öyküsü, burada özetlenemeyecek kadar, ciltler dolusu yazmalara konu olmuştur.  Bilim adamları, hocalar, öğrenciler akıl almaz bedeller ödemişlerdir. Sürgün yemişler, vurgun yemişler, işkence görmüşler, hapse atılmışlar ve canlarından olmuşlardır. Kitaplar, kütüphaneler yakılmış; laboratuvarlar, dersaneler yıkılmış; üniversite binaları şer yuvası diye yangına verilmiştir.

Peki bugün durum nedir, nereye gelinmiştir? Durum şu ki bu karşıtlık, bu çatışma bugün de devam etmektedir. Ülkelere, bölgelere, toplumlara ve daha pek çok etmene göre şiddeti, biçimi, yöntemi, araçları değişmekle birlikte savaşın özü değişmemiştir, yerinde durmaktadır. Özerklik anlayışında yeni anlayış ve eğilimler de ortaya çıkmıştır. Ancak bu çarpışma durmamıştır, devam etmektedir. Özellikle örgütlenememiş toplumlarda, bilim ve üniversite özgürlüğü ve özerkliğinin aleyhine olmak üzere, çatışma sürüp gitmektedir. Bu iki kurum arasında görünürde sağlanan ve barış sanılan geçici denge durumları yalnızca fırsatını kollayan bir geçici uzlaşma ve geçici sukûnettir.

Ülkemizdeki durum satır başlıkları ile şöylece özetlenebilir :

1-Başlangıcı 30 Mayıs 1453’de Fatih Sultan Mehmet’in emriyle kurulmuş olan Sahn-ı Seman medreselerine dayandırılan,  II. Abdülhamit’in fermanı ile 31 Ağustos 1900’de Darülfünun-ı Şahane adını alan ve 1933 Temmuzunda çıkarılan 2252 Sayılı Yasa ile de İstanbul Üniversitesi’ne dönüştürülen  Türkiye’nin ilk ve tek üniversitesi 18 Kasım 1933’te eğitime başlamıştır. Ülkemizde üniversite sözcüğü ilk kez bu yasa ile mevzuata girmiştir.

2-Cumhuriyet dönemi öncesi ülkemizde bir üniversite özerkliğinden söz edilemez, yoktur. Türkiye Cumhuriyeti 21 Nisan 1924 Tarihli ve 493 Sayılı Kanun’la İstanbul Darülfünunu’nun tüzel kişiliğini tanımıştır. Bu olay nedeniyle yarım yamalak bir özerklikten söz edilebilir.

3-Temmuz 1933’de çıkarılan ve darülfünun adını üniversiteye dönüştüren 2252 Sayılı Yasa üniversiteye bilimsel özerkliği vermiş ve fakat yönetsel özerkliği esirgemiştir. Ülkemizde ilk kez üniversite sözünün geçtiği bu yasa yalnızca İstanbul Üniversitesi’ni kapsamaktadır.

4-1946 Tarihli ve 4936 Sayılı Yasa İstanbul Üniversitesi yanında İstanbul Teknik Üniversitesi ve Anlara Üniversitesi’ni de kapsamaktadır. Bu yasa ile bilimsel özerkliğe ek olarak yönetsel özerklik de tanınmıştır. Ayrıca yalnızca üniversitelere değil fakültelere de özerklik verilmiştir. Fakülte özerkliği 6 Eylül 1981 Tarihli  2547 Sayılı bugünkü YÖK yasasında bile yoktur. Yetkiler kişilere değil kurullara verilmiştir. Üniversitelerarası Kurul kurulmuştur. Buna rağmen 1948 de üniversite hocaları kıyımdan kurtulamamıştır. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi hocaları Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes ve Behice Boran solcu diye, hükümet gibi düşünmüyorlar diye kıyıma uğramışlardır. 1933’te Hitler’den kaçan Yahudi Alman profesörlere kucak açan anlayış tersine dönmüş ve kendi bilim adamlarımızı yurt dışına kaçırır olmuşuz.

5-Demokrat Parti döneminde (1950-1960) açılan üniversitelerin tümü de 1946 yasasına tabi olmayan üniversitelerdir. Bunların yöneticilerini Milli Eğitim Bakanı atamaktadır. Ayrıca 1954’te Milli Eğitim Bakanına öğretim üyelerini bakanlık emrine alma yetkisi verilmiştir (6435 sayılı Teşkilat Emrine Alma Kanunu). Üniversite hocaları bakanlık emrine alma konusunda diğer memurlardan daha güvencesiz hâle düşürülmüştür. S.B.F. dekanı Prof. Dr. Turan Feyzioğlu 1956-57 açılış konuşmasında “Kötü ve zararlı olarak bildiği hareketlere fetva veren, nabza göre şerbet sunan sözde münevverler olmayınız” diye konuştuğu ve düşüncelerini Forum dergisinde yazdığı için bakanlık emrine alınmıştır. Bu olayı protesto eden hocalar polis sorgularından geçirilmiş ve Doç. Dr. Muammer Aksoy, Doç. Dr. Aydın Yalçın, Doç. Dr. Münci Kapani, Şerif Mardin ve Coşkun Kırca üniversiteden ayrılmak zorunda kalmışlardır ((http://sablon.sdu.edu.tr/fakulteler/iibf/dergi/files/2007-1-5.pdf).

Zaman değişse de, yer değişse de, biçim değişse de öz değişmemiş demek ki. Çok kişi anımsayacaktır. Olay Danıştay’ın 146. Kuruluş Yıldönümü Kutlaması’nda geçti (10 Mayıs 2014). Kürsüde Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu vardı.  Prof. Dr. Metin Feyzioğlu, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı iken fakülte açılış konuşması (1956-57) nedeniyle bakanlık emrine alınan Prof. Dr. Turan Fefzioğlu’nun  torunudur. Dinleyiciler arasında da başta Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olmak üzere, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Genel Kurmay Başkanı Necdet Özel ve devletin bir çok en üst düzey yetkilileri bulunmaktaydı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan törende konuşan Barolar Birliği Başkanı Prof. Dr. Metin Feyzioğlu’nun kürsüden anlattıklarına kızdı, söylenenleri beğenmedi ve  ayağa kalkarak “Edepsizlik yapıyorsun…Böyle bir edepsizlik olmaz ki” diye Prof. Dr. Feyzioğlu’nu azarladı ve salonu öfke ile söylenerek terketti, gitti. Yanında kendisini teskin etmeye çalışan Cumhurbaşkanı ile birlikte toplantıdan ayrıldılar(http://www.ozgur-gundem.com/, 11.05.2014).

Görüldüğü gibi, ülkemizde son 50 yılda hiç bir şey değişmemiştir. Devlet bilim adamlarının sözlerine 50 yıl öncesi gibi yine dayanamıyor ve her zaman bir gerekçe uydurarark, onları susturmaya çalışıyor. Azar ve baskı hız kesmiyor. Herkesin açık bir biçimde gördüğü gibi, devlet bu konuda başarılı da oluyor.

6-Üniversitenin de desteklediği 27 Mayıs 1960 İhtilali, birkaç ay sonra Milli Birlik Komitesi’nin çıkardığı “Üniversite öğretim üyelerinin bazılarının vazifelerinden affına ve bazılarının diğer yüksekokullara nakline dair”  114 Sayılı Yasa ile 147’ler diye bilinen 147 öğretim üyesini tasfiye etti.

Ancak 2 yıl sonra, 43 Sayılı Yasa ile bu haksızlık giderildi. Ayrıca Milli Birlik Komitesi, çıkardığı 115 Sayılı Yasa ile de Milli Eğitim Bakanlığı’nın üniversite üzerindeki tüm yetkilerine son verdi. Böylelikle üniversiteye, yeni muktedirler tarafından, kendilerine göre, yeni bir biçim verildikten sonra, bir tür bir günah çıkarılmış oldu. Günah işleyenler kendi hükümranlıklarını kurunca şirinlik muskası takmışlardır. Aklın olmaya da inanasın!..

7-Yine de, üniversitelerin ilk kez 1961 Anayasası ile anayasal statüye kavuştuğu da unutulmamalıdır (Md.120). Bu anayasada üniversitelere bilimsel ve idarî özerklik verilmiştir. Kendileri tarafından seçilen yetkili öğretim üyelerinden kurulu organlar eliyle yönetilir ve denetlenir hükmü getirilmiştir. Üniversite dışındaki makamların görevden uzaklaştırma yetkileri kaldırılmıştır. Serbestçe araştırma ve yayın özgürlüğü tanınmıştır. “Siyasi partilere üye olma yasağı, üniversite öğretim üyeleri ve yardımcıları hakkında uygulanmaz. Ancak bunlar partilerin genel merkezleri dışında yönetim görevi alamazlar” hükmü konmuştur.

Ne var ki kural değişmedi. Yeni muktedirler geldiler başa ve üniversite özgürlüğü ve özerkliği için 1961 Anayasası’nın bu son derece ileri getirilerini 20.9.1971 Tarih ve 1488 Sayılı anayasa değişikliği yasası ile tırpanladılar. Bu değişikliklerle örneğin özerklik kavramı tanımlanmamış ve yoruma bırakılmıştır. Üniversitelere polis sokulmuştur. Siyasi partilere üyelik hakkı elden alınmıştır. Bir önceki anayasanın tanımlayarak getirdiği bir çok haklar  anayasadan çıkarılmış ve kanunlarca düzenleneceği bildirilmiştir. Bakanlar Kurulu’na üniversitenin idaresine elkoyma yetkisi verilmiştir.

8– Elbette, 1488 Sayılı anayasa değişikliğine değgin yasaya dayanılarak 7 Temmuz 1973’de yürürlüğe giren 1750 Sayılı Üniversiteler Kanunu yönetimde katılımın genişletilmesi, bilimsel denetimin ciddîleştirilmesi, yükseltmelerde açıklığın sağlanması, fakülte açılmasının ciddî koşullara bağlanması gibi çağdaş hükümler de getirmiştir. Ancak bunun yanında, disiplin cezalarındaki sertleşme, yükseköğretim bütünlüğünü akademi ve yüksekokulları kapsam dışı bıakarak ortadan kaldırma, üniversiteleri meslek yüksekokulları çizgisine çekme, öğrenci yetiştirilmesinde evrensel ölçütler yerine milliyetçilik gibi, tarihsel bilinç gibi devlet ideolojisini üniversite ideolojisi yerine koyma vb pek çok olumsuzluklar da getirmiştir.

Bu kısa özetten de anlaşılacağı üzere üniversite özgürlüğü ve özerkliği bir türlü rayına oturtulamıyor, biraz var çokça yok oluyor. Devlet hükümranlık haklarından vazgeçmiyor. Üniversite üzerinde gözetim ve denetim hakkını baskıcı ve aşırı derecede sınırlandırıcı bir biçimde kullanıyor. Her zaman bir gerekçe buluyor ve yumruğunu öncelikle üniversiteye vuruyor. Vuruyor ama,

Her karanlığı elbette bilim aydınlatacak
En son hesapta bilim yenecek her hükümdarı
Emek ve bilim tek yoldur hayra hayır katacak
Bilim olacak tüm zamanların bir tek serdarı

Prof. Dr. Osman Gökçe
Bornova, 25 Şubat 2015
bilim.ege@gmail.com

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

  • YANIK KOKUSU
  • EVRENSEL BAYRAM
  • ZERKA
  • SOSYALLEŞME
  • SABAHIM ÇALINDI

Kategoriler

  • Anılar
  • Bildiriler
  • Çevre
  • Duyurular
  • Ericek
  • Genel
  • Güncel
  • Güncel Yazılar
  • Kitaplar
  • Makaleler
  • Ormancılık
  • Öyküler
  • Şiir Seçkisi
  • Şiirler
  • Tarım
  • Yayınlar
  • Yazılar Çevre

Copyright Prof. Dr. Osman Gökçe 2025 | Theme by ThemeinProgress | Proudly powered by WordPress