Skip to content
Prof. Dr. Osman GökçeBu sayfa ulusumun, ülkemin, devletimin ve tüm insanlığın yararına olduğuna inandığım bilgilerimi, deneyimlerimi, düşüncelerimi ve duygularımı ilgilenen herkesle paylaşmak, tartışmak, geliştirmek ve böylelikle doğrularda, güzelliklerde ve iyiliklerde hep birlikte buluşarak çoğaltmak ve bütünleşmek için açılmıştır. Prof. Dr. Osman Gökçe
  • Ana Sayfa
  • Yazılar
    • Güncel
    • Anılar
    • Öyküler
    • Tarım
    • Ormancılık
    • Çevre
    • Genel
  • Yayınlar
    • Makaleler
    • Bildiriler
    • Kitaplar
  • Şiirler
    • Şiir Seçkisi
  • Ericek
  • Duyurular
  • Fotoğraflar
  • İletişim

KÜLTÜR ÖMRÜ

31 Mart 2016 0 comments Article Güncel

Osman Gökçe

Çok duyar ve çok tanık oluruz. İnsanların asırlardır bazı konularda hiç değişmediğine değgin değerlendirmeler dinleriz. Örneğin, öyle olmadığı bilimsel olarak kanıtlanmasına ve hatta inandığı dinin yetkililerince bile reddedilmesine karşın üzerimize sinmiş bazı inanç odaklı kültürel tortulardan kendimizi kurtaramayız. Bu bir sosyolojik olgudur.

Bu olgunun toplumsal değişimin, toplumsal değişim yanlılarının ve önderlerinin en temel engeli olduğunu düşünmekteyim. Kültürün  değişmesi ya da değiştirilmesinin güçlüğü, kültür ömrünün uzunluğu ve bu kültürel özelliğin toplumsal değişimin en direngen bir engeli olduğu ilgili bilimsel çevrelerde de çok tartışılmaktadır. Bu konuda aşağıda ilginç bulduğum iki örnek vereceğim :

I- Günümüzde bazı evrim psikologları eski avcı toplulukların, tek eşli çekirdek aile değil özel mülkiyetin ve hatta babalığın bile olmadığı komünler biçiminde yaşadıklarını savunmaktadırlar. Buna göre, bu tür yaşamda bir kadın aynı anda bir çok erkekle ilişkiye giriyor, hiç bir erkek hangi çocuğun babası olduğunu bilmiyor ve çocuklar, yetişkinler tarafından ortaklaşa yetiştiriliyor. “Günümüzde bile bazı insan kültürlerinde, örneğin Bari yerlilerinde, kollektif babalığın uygulandığı görülüyor. Bu toplumların inanışına göre bir çocuk tek bir adamın sperminden değil, pek çok spermin bir kadının rahminde birikmesiyle oluşur. İyi bir annenin, özellikle de hamileyken, pek çok değişik adamla seks yapması gerekir, böylece çocuğu sadece en iyi avcının değil, aynı zamanda en iyi hikaye anlatıcısının, en güçlü savaşçının ve en düşünceli aşığın da özelliklerini kazanacaktır” (1).

Elbette, konu ile ilgili bütün bilim adamları aynı görüşte değiller. Bu görüş doğru ya da yanlış  olabilir. Yine elbette günümüzde bilinmektedir ki kadının hamilelik döneminde yaşayacağı bir çok cinsel ilişkinin genetik bir kalıtımı çocuklara geçmez. Ama gümümüzde bu görüşü çağrıştıran bazı kültürel tortular da bulunmaktadır. Örneğin, yaşadığım bazı kırsal yörelerde çocukların,  kadınların hamilelik döneminde baktıkları erkeklere benzedikleri söylenirdi. Kadınlar birbirlerine “Anam bakmaz olaydın, oğlan tıpkı falana benzemektedir. Onun gibi çirkin” ya da “Kız anam, yatıp kalkmış, yememiş içmemiş hep falana bakmışsın yüklü iken. Oğlan tıpkı falan gibi” sözleriyle takılırlardı.

Bu bağlamda ve bu özde bir başka örnek bir ilahiyat fakültesi dekanından geldi. Dekan bir dergide yayınlanan yazısında şu açıklamada bulunmaktadır (İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi:Tasavvuf, Ocak-Haziran 2003 Sayı 10, İnsani Bir İnsiyak Olarak Rabıta) (2):

“Cima eden (cinsel ilişkiye giren) bir kişinin hocasını, şeyhini veya salihleri (dine göre iyi ahlâk sahibi) hatırlaması durumunda, doğacak çocuğun bereketli ve güzel ahlâklı olacağını…Talebe üstadını, mürid şeyhini, ister istemez düşünür, hayâlini zamanın büyük bölümünde bununla harcar. Bu durum çoğu zaman insanın dimağını ve hatta azalarını harekete geçirir” .

II-  “Çoğu araştırmacı, animist inançların eski avcı toplayıcılarda yaygın olduğu konusunda birleşir. Animizm (Latince ruh anlamına gelen animadan) temel olarak her yerin , her hayvanın, her bitkinin ve her doğa olayının farkındalığı ve hisleri olduğuna ve insanlarla doğrudan iletşim kurabildiği fikrine dayanır. Bu yüzden animistler tepenin üstündeki büyük kayanın da arzuları ve inançları olduğuna inanabilirler. Kaya, insanların yaptığı bir şeye kızabilir veya başka bir hareketlerine sevinebilir, insanlara tembihte bululunabilir veya onlardan iyilik isteyebilir. Bu arada insanlar da kayaya hitap edebilir, onu yatıştırabilir veya tehdit edebilir. Sadece kaya değil, aynı zamanda tepenin eteklerindeki meşe ağacı, tepenin arkasında akan dere, ormanın ortasındaki su pınarı, etrafında büyüyen çalılar, o pınara giden patika, oradan su içen fareler, kurtlar ve kargalar da ruhu olan yaratıklardır” (3).

İngiliz antropoloğu Edward Burnett Tylor (1837-1017) tarafından Primitive and Culture adlı yapıtında da ileri sürülen bu görüş günümüz antropoloji ve etnolojisinde geçerliliğini yitirmiştir.

Ancak, günümüzde de komşu Hacce Teyze’nin saksıdaki çiçekleri ile konuştuğu türünden bir çok söylentiler toplumda yaşamaktadır. Bu bağlamdaki kültür tortularının yüzlerce belki binlerce yıllık geçmişlerinin olduğu ve oralardan beri günümüze kadar geldiği düşünülebilir.

III-Bilimsel çevrelerce oldukça iyi bilinen kültürün uzun ömürlü ve değişmeye ya da değiştirmeye  direngen olduğu gerçeği bu örneklerde de görülmektedir. Ayrıca, kültürün bu özelliğinin olumlu ve olumsuz sonuçları olduğu da yine bilimsel çevrelerce bilinmektedir. Öneğin :

1) Bazı çevelerin olumlu ve diğer bazı çevelerin olumsuz olarak değerlendirdiği toplumumuzda onyıllardır değişmeyen siyasal eğilim.

2) Onca tarımsal yayım ve çiftçi eğitimine karşın Türk tarımının istenilen düzeyde geleneksellikten kurtulamaması.

3) Ülkemizde tüm uğraşılara karşın heykel, resim, müzik , tiyatro vb sanat ve edebiyat dallarında yeterli bir gelişme ve yaygınlaşmanın sağlanamaması.

4) Belki de binyıllar öncesine dayanan, Kuran ve sünnet ile örtüşmediği Diyanet tarafından da açıklanan yüzlerce hurafenin(Ateşe su dökülürse cin çarar, Türbe ve yatır gibi yerlerden medet umulmas vb) toplumumuzda bugün de yaşıyor olması.

Bu örnekler çoğaltılabilir. Ancak, bunlar da kültürün değişmeye ya da değiştirilmeye  direngenliğinin toplumumuzda çok ciddi sonuçlar doğurduğunun anlaşılması için yeterlidir.

Bu kısa açıklamalardan çıkarılabilecek ders de şudur : Değişmesi ya da değiştirilmesi istenen eski kültür bilime dayanmayan kolaycı davranışlarla değiştirilemez. Bu konuda suçlu ya da sorumlu aramak yerine kültür değişimi dinamiklerini bilimsel bir biçimde belirleyip bilimsel yöntemlerle uygulamaya geçirmek gerekir. Akşamdan sabaha sonuç alınabileceği sanılmamalıdır. Uzun erimli, ısrarlı, sabırlı  ve evet mutlaka bilimsel yöntemlerle çalışmalıdır.

 

1) Yuval Noah Harari, Hayvanlardan Tanrılara-Sapiens-İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi, Ç.: Ertuğul Genç, s.58, Kollektif Kitap, İstanbul, 2015.

2) “Cinsel İlişkide İken Şeyhinizi Düşünün”, Cumhuriyet Gazetesi, s.2, 8 Mart 2016.

3) Yuval Noah Harari, a.g.e. s.66.

Bornova
30.03.2016

 

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

  • YANIK KOKUSU
  • EVRENSEL BAYRAM
  • ZERKA
  • SOSYALLEŞME
  • SABAHIM ÇALINDI

Kategoriler

  • Anılar
  • Bildiriler
  • Çevre
  • Duyurular
  • Ericek
  • Genel
  • Güncel
  • Güncel Yazılar
  • Kitaplar
  • Makaleler
  • Ormancılık
  • Öyküler
  • Şiir Seçkisi
  • Şiirler
  • Tarım
  • Yayınlar
  • Yazılar Çevre

Copyright Prof. Dr. Osman Gökçe 2025 | Theme by ThemeinProgress | Proudly powered by WordPress