Skip to content
Prof. Dr. Osman GökçeBu sayfa ulusumun, ülkemin, devletimin ve tüm insanlığın yararına olduğuna inandığım bilgilerimi, deneyimlerimi, düşüncelerimi ve duygularımı ilgilenen herkesle paylaşmak, tartışmak, geliştirmek ve böylelikle doğrularda, güzelliklerde ve iyiliklerde hep birlikte buluşarak çoğaltmak ve bütünleşmek için açılmıştır. Prof. Dr. Osman Gökçe
  • Ana Sayfa
  • Yazılar
    • Güncel
    • Anılar
    • Öyküler
    • Tarım
    • Ormancılık
    • Çevre
    • Genel
  • Yayınlar
    • Makaleler
    • Bildiriler
    • Kitaplar
  • Şiirler
    • Şiir Seçkisi
  • Ericek
  • Duyurular
  • Fotoğraflar
  • İletişim

OZAN ADAK İSMAİL

9 Nisan 2016 0 comments Article Ericek

 

OZAN ADAK İSMAİL
(1959, Ericek-Göksun-Kahramanmaraş—…..)

Osman Gökçe
Mart 2016

Sıkça söylerim. Biz Kaacaoğlan soyluyuz. Onun gibi sözümüz var, onun gibi sazımız var, gönlü her gördüğü güzelliğe vurgun onun gibi özümüz var.

Geçmişte Maraş için bir fıkra duymuştum. Eksik ya da yanlış anlatırsam, bilenler eksiğini gediğini hoşgörsünler. Bir askerî birliğe erlerden birisinin babası oğlunu ziyarete gelmiş. Adam Kahramanmaraşlı, adı Ökkeş, oğlunun adı da Ökkeş’miş. Komutan birlikteki Kahramanmaraşlı erleri sıraya dizmiş ve “Ökkeş öne çıksın” demiş. Bütün erler öne çıkmış. Komutan “Olmadı. Geri gidin. Ökkeş oğlu Ökkeş öne çıksın” demiş. Yine bütün erler öne çıkmış. Komutan sinirlenmiş ve öfkeyle “Ökkeş torunu, Ökkeş oğlu, adı Ökkeş olan er öne çıksın” demiş. Biri dışında bütün bölük öne çıkmış. Komutan kızgın kızgın o tek ere sormuş  “Sen neden öne çıkmadın” demiş. O da “Benim dedemin adı Ökkeş değil Kara Ökkeş’ti” demiş.

Bu bizim fıkramızı şunun için anlattım. Biri Ericek’e gelse bütün delikanlıları toplayıp sıraya dizse ve “Aşıklar öne çıksın” dese hepsi öne çıkar. “Türkü çağıranlar öne çıksın” dese  yine bütün gençler topluca öne çıkarlar. Bizim köyde her delikanlı mutlaka türkü çağırır. Bu özelliği anlatmak için yaşlılarımız gençler hakkında  “Erkek eşeğin anırmayanı olmaz” derler. Yani biz, anırır gibi de olsa türkü çağırırız. Yine gençlere “Şiir yazan, türkü yakan ya da ağıt yakanlar öne çıksın” dense eksiksiz tümü öne çıkar. Çünkü bizim köyde her genç aşık, her genç türkü çağırır, her gencin sevgilisine yaktığı bir özgün türküsü vardır. Şiir de öyle. Bir Cumhuriyet köyü olan köyümde ben ilk ortaokula giden kişiyim. Ancak şimdi çok okuyan var ve okuyan gençlerin her biri birer şairdir. Yani çok şairimiz var. Ağıt desen o zaten bizim işimiz. Köyde acılı bir ölüm olsun da Ericekli ağıt yakmasın, bu mümkün değil. Acısız ölüm de olmayacağına göre köyümüzde sayısız ağıt yakılmıştır ve yakılmaktadır. Bunlar düğünlerde, derneklerde, çokuntularda çağrılır durur. Her elini kulağına atanın bildiği, çağırdığı onlarca ağıt vadır. Ancak “Sevgilisi olanlar öne çıksın” dense belki bir kişi arkada küskün küskün durur. Ona da “Senin sevgilin yok mu” dense “Yeni ayrıldık” der.

Demem o ki her 18 yaşına basan elin oğlu nasıl ki iş güç sahibi olursa, bizimkiler de aşık olurlar, şair olurlar, türkücü ya da ağıtçı olurlar. Yerimiz yüksek ya geç kızıyor belleri besbelli, 18 yaşını bekliyorlar aşık olmak için. Sonra da geç soğuyorlar ya da hiç soğumuyorlar. Bizim öküzler “Ben  ölürsem derimi genç bir düvenin üstüne örtün” derlermiş. Görüyor musunuz, öküzüne bak sahibini al!  “Seni ancak teneşir temizler” diye bir deyim var ya, gerçekten abartmıyorum, aşk konusunda bu deyim bizimkiler için söylenmiş olsa gerek.

Kendi şiirlerini yazan, Berit Dağı’nın bağrında ömürleri boyunca şiirselliği, duygusallığı ve coşkuyu bırakmayan Ericekli  ozanlardan birisi de Adak İsmail’dir. O da bütün Ericekliler gibi söz sahibi, yani ozandır. Üstelik bir da saz sahibi, çalar çığırır. Kendini şöyle anlatıyor :

Berit Dağı’nda yaylada doğdum
Yıldızları saya saya büyüdüm
Çocukluğum geçti burada benim
Karda kızak kaya kaya büyüdüm

Dam loğlamak(1) için çığırdık karı
Av avlardık bulamazdık avcarı (2)
Ne pantol bilirdik ne de şalvarı
Zubun (3) fistan giye giye büyüdüm

Anam teşt (4) içinde yurdu başımı
Beni çimdirirken gör telaşımı
Bazlamamı yağsız buldur aşımı
Keh( 5) dürümü yiye yiye büyüdüm

Nice destan yazdın Ozan İsmail
Nice gurbet gezdin yaman İsmail
Boşa böbürlenme çoban İsmail
Dağda davar yaya yaya büyüdüm

Ericek Berit Dağı’nın dibinde ve yaklaşık 1500 metre yüksekliktedir. Ozan Adak İsmail’in evi ise Ericek’in bir mezrası olup Ericek’ten 500 metre daha yüksekte ve 2000 metre civarındadır. Berit Dağı’nın göğsüne yaslanmış Havcılar adında üç beş evlik bir yerleşim yeridir yurdu yuvası.

Ozan’ın soyu bir Türkmen Boyu olan Oğuz Boyu Tecirli Oymağı Alcılar Obası’dır. Tecirli Oymağı’nın 24 obasından birisidir Alcılar.  Çukurova’da Osmaniye ve Ceyhan, yukarılarda da Göksun ve Afşin çevrelerinde yerleşmiş olan bu obalar şunlardır :

1. Palalı, 2.Yazmalı, 3. Şekerli, 4. Hibeoğlu, 5. Gününoğlu, 6. Budaklı, 7. Gürer, 8. Böcüklü, 9. Domballı, 10. Eloğlu(Şimdi Türkoğlu), 11. Çerçioğlu, 12. Alcılar, 13. Gücüklü ya da Gücükler 14. Kokulu, 15. Çirnazlı, 16. Karabibili, 17. Araplı (Şimdi Cevdetiye), 18. Kırmıtlı, 19. Kabuklu (Kabukluuşağı, şimdi Sakarcalı), 20. Alhanlı, 21. Sarıhasanlı, 22. Kalalı, 23. Karaobalı ve 24-Dervişeli (6).

Halk arasında konuşulan ve Alcılar’ın yaşlılarından aktarılan söylentilere göre Alcılar Obası  Alcılı (Alcılu), Alcıtürkmanı, Alcı Yörüğü gibi adlarla Maraş, Antep, Kilis, Edirne, Sivas, Haleb, Kütahya Uşak, Hama, Humus, Bursa, Adana Saruhan, İnegöl, Pazarköy, Şam, Hudavendigar, Karaman, Rakka, Kıbrıs, Rumeli, Mihaliç, Bolu, Eşme, Kütahya çevrelerinde yerleşmişlerdir.

Ozan’ın nüfustaki adı İsmail Baltacı’dır. Ailesine Alcılar’dan Urukçalar denir. Adak, takma adıdır. Ozan “Ben adanmış birisiyim. Aşka adağım, sevgiye adağım, sevgiliye adağım, diğerleri yaşasın diye insanlığa adağım” diyor.

Halk ozanları halkın dilidir. Müziğini çalar, türküsünü çağırır, dertlerini dillendirir. Halkla yaşarlar, halkı söylerler. Doğup büyüdükleri ve yaşadıkları coğrafyanın  da dilidir onlar. Nereye giderlerse oraya taşırlar yüreklerinde ellerini, aşiretlerini. Orada da söylerler ellerini, aşiretlerini. Ozan Adak İsmail de öyle yapmış. Geçim derdi Alamanya’ya düşürünce yolunu, bağrında doğup büyüdüğü Berit Dağı’nı söylemiş sazı ile :

Yine yolum düşse Berit Dağı’na
Karların içine batmak isterim
Hasret kaldım dürüm dürüm yağına
Kırlarında keklik tutmak isterim


Kıvrım kıvrım gider yaylanın yolu
Şifadır dertlere çiçeği balı
Ericek elması eğdirir dalı
Bütün nimetinden tatmak isterim

Kapıkaya derler geçilmez dardır
Karagöl altında çadırlar vardır
Yıllar çabuk geçti gün sonbahardır
Kekiği togaya (7) katmak isterim

Berit eteğinde var Karnıyarık (8)
Mağara’nın içi yarasa doluk (9)
Ozan bu bedenden çıkmadan soluk
Üç beş gün yaylada yatmak isterim

Ozan olur da aşksız olur mu, yârsiz olur mu? Yâr olur da nazsız, çilesiz olur mu? Olmaz. Adak İsmail için de olmamış. O da yaşamış, yazmış, yorumlamış aşkı :

Seven sevdiğine böyle naz etmez
Aşkın kadehini doldur sevdiğim
Seven aşıkların, engeli bitmez
Engeli aradan kaldır sevdiğim

Aşkın dağlarına şu çıkan atlı
Kimi yavaş gider kimi süratli
Kimi benim gibi rüzgâr kanatlı
Uçar aşka doğru yeldir sevdiğim

Aşkınla kimsesiz kaldım arada
Sensiz yaşayamam yalan dünyada
Birlikte erelim gel de murada
Sonra Baltacı’yı öldür sevdiğim

Aşk olur da ayrılık olmaz mı, hasret olmaz mı, sitem olmaz mı? Olur, bunların hepsi olur. Yetmez, bitmez, daha fazlası da olur. En acısı ihanet de olur. Ozan’a da düşer bu acı :

Nazlı yârim sözlerini
Tutmam gayrı tutmam gayrı
Dertlerini dertlerime
Katmam gayrı katmam gayrı

Ayrı koydun bak işimden
Hile sezdim gülüşünden
Hûri olsan da peşinden
Gitmem gayrı gitmem gayrı

Seni benden çalanları
Uydurduğun yalanları
Unutamam olanları
Yutmam gayrı yutmam gayrı

Güvenemem artık sana
İhanetin değdi cana
Aşkın ile yana yana
Tütmem gayrı tütmem gayrı

Ömrümün şu genç çağında
Geçti günüm aşk ağında
Bülbül olsam yâr bağında
Ötmem gayrı ötmem gayrı

Daha önce de açıklandığı gibi, Ozan Adak İsmail de gönlü her gördüğü güzele vurgun olan Karacaoğlan soyundandır. O da Karacaoğlan gibi, diğer pek çok ozanlar gibi gördüğü her güzele vurulmaktadır. Sazı elinde, yaşadığı Havcılar mezrasından Ericek’e düğüne gelince, bir güzel görür halayın başında, vurulur.

Ericek’te bayanlar davul zurna eşliğinde oyuna dururken arka arkaya dizilirler. Herbirinin iki elinde birer yağlık (mendil) olur renk renk, bir çoğu ipek. En usta oyuncu halayın başına geçer. Gelinler, kızlar yağlıklarını bir sağa bir sola sallayarak ve mücevher yüklü kervan gider gibi ağır ağır meydanı dolanarak oynarlar, allı yeşilli giysiler içinde. Davulcu her vurdukça tokmağı, meydanın çevresinde halkalanan delikanlıların yürekleri gümbür gümbür gümbürder. Özellikle, sevdiklerine fes altından bakıp ellerini gel gel der gibi yumup yumup açtıkça oynayan kızlar, yürekleri kartal kanatlı delikanlılar çekerler belden tabancaları, asılırlar tetiğe, tarak tarak boşaltırlar. Mermi kovanları dolu gibi yağar gökyüzünden. Halay çeken ya da  çekmeyen tüm kızlar, gelinler daha bir kıpır kıpır kıpırdanır, iştahlanırlar. Dacvulcu iştahlanır, zurnacı iştahklanır. Esendere daha bir coşkun akar, daha bir çağıldar. Livlik Dağı, Havuz Tepe, Koca Berit Dağı aşka çığrışırlar gürül gürül.

Böyle bir ortamda, aşka adanmış Adak İsmaili’in Yüreği yerinde durur mu? Durmaz, vurmuş sazın teline :

Sağmen (10) geldim Ericek’e
Düğünde bir güzel gördüm
Adın sordum nedir diye
Düğünde bir güzel gördüm

Uzun halayın başında
Bilmiyorum kaç yaşında
Altın sallanır döşünde
Düğünde bir güzel gördüm

Davul çalar çiftetelli
Esendere akar yelli
Uzun boylu ince belli
Düğünde bir güzel gördüm

Alcılar’ın soyundan mı
Tecirli’nin toyundan mı
Kıraçlı’nın huyundan mı
Düğünde bir güzel gördüm

Alcılar’ın soyu güzel
Kıraçlı’nın huyu güzel
Ağ gerdanlı kuğu güzel
Düğünde bir güzel gördüm

Bir o yana bir bu yana
Buna yürek mi dayana
Ana dedim al Ozan’a
Düğünde bir güzel gördüm

Ozanlar halkın dili olmakla yetinmezler, aşağı daki örnekte görülecegi gibi, gördükleri her eğriyi dile getirir doğru yolu da gösterirler. Yani ağıtçı olduğu kadar da öğütçüdürler :

Ozan kendi okuyamamış. Havcılar Mezrası’nda okul yoktu. O günlerde çocuklar  Ericek’teki okula gelmeye çalışsalar, kış günü onları yolda kurt kapardı. Gelemezlerdi. Küçük İsmail de gelememiş. Dolayısıyla okuyamamış. Adres sorması sırasında bir kentlinin “Kör müsün, karşındaki koca yazıyı, koca binayı görmüyor musun” diye aşağılaması üzerine sarılmış kağıda kaleme, okur yazar olmuş nice yıllar sonra. Kendi okuyamamış ama çocuklarını okutmak için çok çaba göstermiş.

Birgün oğlunun elinden tutmuş, kentteki bir okula kayıt için yola çıkmış.  Yolda, bir tarlanın başında cangamalaşan iki adam görmüş. Selam vermiş, sormuş ve öğrenmiş olup biteni. Bunlar iki kardeşmiş. Babaları ölünce başında durdukları tarlayı kendi aralarında bölüşmüşler ve sınır taşı dikmişler. Fakat sabah erken tarlaya gelen bakıyormuş ki sınır değiştirilmiş, taşın yeri oynamış. Bağırtı çağırtı yeniden işaretliyorlarmış. Ancak geceleri el ayak çekilince sık sık yapılan bu sınır oynamalarının bir türlü sonu gelmiyormuş. Ozan “Baktım ki her iki taraf için de bıçak kemiğe dayanmış. Bir kaza çıkacak ellerinden” diyor ve yanından ayırmadığı sazın teline vuruyor :

Dinleyin ağalar benim sözümü
Edep de haya da ar da kalmadı
Hepimiz çiftçiyiz çoğumuz açız
Dünya velhan (11) oldu bor da kalmadı

Sabahleyin erken yataktan kalktı
Helâl malı diye lokmalar yuttu
Şeytan galip gelip takımı kattı
Sıratı geçecek hâl de kalmadı

Bir hayli yaşlandım görmüyor gözüm
Gidemiyom yola tutmuyor dizim
Oku oğlum sen de adam ol kuzum
Kadir kıymet nedir bilen kalmadı (12)

Ozan Adak sözü burada bitir
Hatır gönül kırma yerinde otur
Çalış helâlinden cennete götür
Bu dünya kimseye miras kalmadı

Ağıtçılık bizim işimiz demiştim yukarılarda. Çünkü bizim öykümüz ateşi avuçlarında taşıyanların öyküsüdür. Yazılmamış, çizilmemiştir ama yaşanmıştır. Yaşananlar da ağıtlara dökülmüştür. Yıllar yılı söylenir durur dillerde, sallanır durur gökyüzünde yaşlı kavak dalları gibi. Bizim öykümüz ateşten gömleği giyenlerin öyküsüdür. Göç yollarında vuruşarak ölenlerin öyküsüdür. Eli kulağa atınca erkeklerimiz büngül büngül kaynar yüreklerimiz. Gelenek ve görenek böyle olunca ağıt konuları da artmıştır. Vurulanlar için ağıt, vurup damlara düşenler için ağıt, veremden ölenler için ağıt, gurbette kalanlar için ağıt, askerden dönmeyenler için ağıt ve daha akla gelen ya da gelmeyen bir sürü olaylar için ağıt yakılmaktadır elimizde. Ozan Adak İsmail durur mu, o da ağıtlar yakmaktadır. Bu ağıtlardan birisini aşağıda veriyorum :

Muzaffer Baltacı, İsmailin emmisinin oğludur. O da ozandır. Zaten Baltacılar’da ozanlık neredeyse bir aile geleneğidir. Ozan Adak İsmail’in “Karacaoğlan gibiydi emmimin oğlu, arkadaşımdı, sırdaşımdı” diye tanımladığı Muzaffer, genç yaşta kalpten ölmüştür (Mart 2016). Ozan da emmisinin oğluna bir ağıt yakmıştır :

Ericek’te göremedim
Neredesin Can Muzaffer
Karadut’ta (13) bulamadım
Neredesin Can Muzaffer

Alcılar’ın gülü idin
Tutunacak dalı idin
Karadut’un balı idin
Neredesin Can Muzaffer

Babalarımız gardaştı
Analarımız sırdaştı
Akşam oldu güneş aştı
Neredesin Can Muzaffer

Adak sana ağıt yakar
Kızların yoluna bakar
Menevşe (14) gözyaşı döker
Neredesin Can Muzaffer

Köyümde Cumhuriyet’ten çeyrek asır sonra bile doğan çocukların okutulamadığı yoksulluklar, yoksunluklar ortamında çifçisinden çobanına kadar hemen hemen herkes gurbet acısı tatmıştır. Eskiden mitili sırtlananlar kışları Çukurova’ya inerler hem işçilik yaparlar hem de kışı daha ılık yerde geçirirlerdi. Biraz gözü açılanlar daha uzaklara örneğin Söke’ye, Antalya’ya pamuk tarlalarına giderlerdi. Gurbet zulmünün bu kadarı az görüldü bizimkilere, yetmedi, onları ülkeler aşırı yabanlara, Alamanyalara savurdular, sürdüler. Ozan Adak da bu zulme adananlardandır. Şöyle dile getiriyor :

Tıkılıyor (15) kalbim baston elimde
Genç yaşımda büktün belimi gurbet
Issız bir odada asılı kaldı
Çalamam sazımı telimi gurbet

Döküldü saçlarım kel oldu başım
Koca yarım asrı geçirdi yaşım
Her gece düşümde Koca Maraş’ım
Açmadan soldurdu gülümü gurbet

Artık çatallandı görmüyor gözler
Gidemiyom yola tutmuyor dizler
Ozan İsmail’im köyünü özler 
Terkettim obamı elimi gurbet

Son olarak, Ozan Adak İsmail’in bir şiirini daha veriyorum aşağıda. Onun gurbet zulmü ve hasret duyguları girdabında gözünde canlanan memleketi şöyledir :

Babam gibi sevdim baba yurdumu
Kale’sinde hilâl vadır efendim
İngiliz Fansız harbe durdu mu
Maraş gavurlara dardır efendim

İçinden Cahan’ı akar Elbistan
Ericek elması dillere destan
Afşin’im Gökksun’um güllük gülistan
Yediler Mağrası sırdır (16) efendim

Andırın Pazarcık düzde Türkoğlu
Toprağı mücevher barajı dolu
İçme kaplıcalar şifanın yolu
Ağustosta Berit kardır efendim

Bütün dünya bilir dondurmasını
Bulursun salebin tam da hasını
Türlü işlemeli bakır tasını
Yayla suyu ile doldur efendim

Adak İsmail’im adak Maraş’a
Kıyamete kadar var ol çok yaşa
Değmesin tırnağın çakıla taşa
Soyum sopum sana yârdır efendim

Açıklamalar

1) Dam loğlamak: Toprak damlar akmasın diye yağışlardan sonra üzerlerine adı loğ olan silindir biçiminde bir taş çekilerek sıkıştırılır.

2) Avcar : Barut.

3) Zubun : Kolsuz basit yelek, içlik.

4) Teşt : geniş leğen.

5) Keh : Pekmez kaynatırken üstte biriken köpük. Olağndan bu köpük atılır. Yoksullarsa bir kapta toplarlar ve yerler.

6) (Yalman -Yalgın), A.R.1979, Hazırlayan : Sabahat Emir, Cenupta Türkmen Oymakları II, Kültür Bakanlığı yayınları 256, Ankara).

7) Toga : Yağsız ayranla ve yarma (dövme) ile yapılan bir çorba.

8) Karnıyarık : Berit Dağı eteğinde her yerinden sular kaynayan bir küçük düzlük, bir yayla.

9) Doluk : Dolu.

10) Sağmen : Seymen.

11) Velhan : Nadas.

12) Bu dörtlükteki öğüt de okumaya götürdüğü kendi oğlunadır.

13) Karadut : Berit Dağı’nın doğu eteğinde Ericek’e komşu köy.

14) Menevşe : Menekşe, ölenin eşi.

15) Tıkılıyor : Tekliyor.

16) Yedi Uyurlar Mağarası’nın içinde bir kısık vardır. O kısıktan günahkârlar geçerse kaya onları sıkıştırırmış. Günahsız kullar geçer gidermiş. Bu olay bir inanış menkıbesi ve sırrı olarak algılanır.

 

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

  • YANIK KOKUSU
  • EVRENSEL BAYRAM
  • ZERKA
  • SOSYALLEŞME
  • SABAHIM ÇALINDI

Kategoriler

  • Anılar
  • Bildiriler
  • Çevre
  • Duyurular
  • Ericek
  • Genel
  • Güncel
  • Güncel Yazılar
  • Kitaplar
  • Makaleler
  • Ormancılık
  • Öyküler
  • Şiir Seçkisi
  • Şiirler
  • Tarım
  • Yayınlar
  • Yazılar Çevre

Copyright Prof. Dr. Osman Gökçe 2025 | Theme by ThemeinProgress | Proudly powered by WordPress