HORANTA
Osman Gökçe
Okullara gittim, ayrıldım köyümden. Okulları bitirdim, dönemedim köyüme. Anlatamayacağım kadar özlemini yaşadım köyümün, köyümde bıraktıklarımın. Her yıl giderdim. Ama o kısacık zamanlar göz açıp kapayıncaya kadar geçiverir, douyumsuzdur. Doyum sağlamaz, doyumsuzluğu körükler. Ayaklarım birbirine dolaşarak giderdim aceleyle. Ayaklarımı sürüyerek dönerdim geriye, Bilbilcik’i ya da Aşağı Su Gediği’ni aşıncaya kadar dönüp dönüp bakarak. Aslında ben hep köyümdeydim. Bedenim gidip gidip geliyordu yalnızca. Bir defasında köyümden dönerken kendi kendime kahirlenerek şu şiiri yazmıştım (1) :
Unutmuşum soğuğunu sıcağını karını
Kıtlıklarda benim için harcadığın varını
Çok safmışım bilemedim bu günleri yarını
Bir vefasız evlâdınım sil beni de defterden
Bir yangından kaçar gibi geri dönüp bakmadan
El aşiret soy sop deyip aklına hiç takmadan
Terkeyledim, yollarına bir çıracık yakmadan
Bir vefasız evlâdınım sil beni de defterden
Kaşık çaldım nimetine ekmeğine aşına
Helâl etme borçlu kaldım toprağına taşına
İnsanına ağacına gökte uçan kuşuna
Bir vefasız evlâdınım sil beni de defterden
Bir çok kişinin de bilebileceği böylesi duygularla gidip gelişlerimden birinde bir karar verdim. “Köyünü yazsana”dedim kendi kendime. Başladım yazmaya ve akademik çalışmalarım için daha önce açtığım web sayfamda yazdıklarımı yayınlamaya. Ne çok yazacak konu varmış meğer. Yazdıkça arkası geldi ve bir kitap oldu. Berit’in Gözyaşları çıktı ortaya (2.)
Bir gün bir telefon geldi. Arayan kendisini kısaca ve aceleyle tanıttı ve hemen konuya geçti. Anlatırken inceliği yerindeydi ama kendisinin de bir Tecirli olduğunu söyleyerek yazdıklarımda Tecirliyi eksik, yetersiz ve daha da ilerisi bazı yanlışlıklar yaparak yazdığımı bildiriyordu. Cevdet Paşa’dan alıntılarımı sert bir biçimde eleştiriyor, doğrusunu herkese alatmak gerektiğini söylüyordu. Tecirli’nin kuracağı devleti elinden aldı, kendisi kurdu diye Osmanlı’ya kızıyor, Cevdet Paşa’ya kükrüyor, Çukurovalı olmayan Çukurova’yı anlayamaz, yazamaz diye Yaşar Kemal’e gönderme yapıyor ve bana da kızım sana söylüyorum gelinim sen anla demeye getiriyordu lâfı.
Telefondaki kişiyi önemsedim, mutlulukla dinledim ve anlattıklarından ders çıkarmaya çalıştım. Böylece ve önce telefonlaştık, sonra mektuplaştık, kitaplaştık ve daha sonra da söyleştik. Bu arada kitaplarıyla ilgili düşüncelerimi öğrenmek isteği gibi, sözümona bana bir paye sunar biçiminde davranarak, bir meydan okumada da bulunuyordu.
Kendi kendimi uyardım ve karşıdaki kişinin sıkı birisi olduğunu düşünerek, algılayarak üniversite hocalığı geleneğinden gelen inceleme, irdeleme ve eleştirme alışkanlığımla kitaplarını satır satır okuyup düşüncelerimi kendisine yazdım. Şimdi bu satırları yazarken arşivlerimde o yazdıklarıma da baktım.
Örneğin, “Hâlen rahmetli Düziçili Aşık Mahmut’un sesinden Hoylu’nun Ölümüne Ağıt’ı dinlerken burnunuzun direği sızlıyorsa” diye yazdığı yerde burnumun direği sızlamakla kalmıyor gözlerim de yaşarıyordu (3). Sonra da düşünüyordum Hoy neresi, Hoylu kim, hangi Köroğlu yazar Çukurova’da söylenen Hoylu’nun ağıdını, kimlerdi turna teline gidenler, Bağdat’a sefer edenler nereden çıkmışlardı yola? Daha bir çok soru sorardım kendi kendime ve uzunçalarını döndürürdüm Ruhi Su’nun. Döner döner dinlerdim :
Hoylu’nun Ölümü Üzerine Ağıt:
Aldı Şirin Döne:
Bağdat’a sefer edenler
Hoylu’m nic’oldu gelmedi?
Turna teline gidenler
Hoylu’m nic’oldu gelmedi?
Aldı Köroğlu :
Bagdat’a sefer eyledim
Hoylu’m da kaldı gelmedi
Acem ile cengeyledim
Hoylu’m da kaldı gelmedi
Aldı Şirin Döne :
Düğünü bozup gidenler
Badeyi süzüp gidenler
Acem ile cengedenler
Hoylu’m nic’oldu gelmedi ?
Aldı Köroğlu :
N’olsam koç Köroğlu n’olsam
Hoylu’yu düşümde görsem
N’olaydı da ben de ölsem
Hoylu’m da kaldı gelmedi
Hoy , İran’ın Batı Azerbaycan Eyaleti’nde bir kenttir. Urmiye Gölü‘nün kuzeybatısında, Çaldıran Ovası‘nın güneydoğusunda yer alır. Hoy’un nüfusu Azeriler ve Kürtlerden oluşmaktadır. Nüfus bakımından Batı Azerbaycan’ın Urmiye‘den sonra ikinci büyük kentidir (4).
Hoylu’nun ağıdını yakan kim? Köroğlu. Ama hangi Köroğlu? Azerbaycan Köroğlusu mu, Bolu Köroğlusu mu, Antep Köroğlusu mu, yoksa daha benim bilmediğim başka Köroğluları mı? Örneğin Pertev Boratav’ın “Maraş Rivayeti” adı altında sıraladığı 142 parça Köroğlu koşmas nasıl bir Köroğlu kimliğinin göstergesidir?
Kanımca güçlülerin, egemenlerin baskıları altında yaşamış halklar kahramanlar yaratırlar kendilerine, başkaldıran kahramanlar. Bu kahramanlar sanal da olabilir. Dolayısıyla, bu çeşitli Köroğluları da böyle bir kahraman olabilir.
Gaziantep Lisesi’nden öğretmenim Hüseyin Bayaz “Köroğlu-Antep Rivayeti” adında kocaman bir kitap yazmış (5). “Böylece otuz sekiz yıl önce başladığım Antep Köroğlu Rivayeti’ni tamamlama mutluluğuna erdim” diye sunduğu Karacan Yayınları’ndan 360 sayfalık bir kitap ortaya çıkmış.
Bu kitapta Hoylu’nun çeşitli yerlerde sıkça sözü geçiyor (Alıntılarda yazım biçimi orijinaldir, değiştirilmemiştir):
1. Hoylu’nun kiyası Hoylu’ya “Sivas ötesinde Bingöl Yaylası’nda Ağbayır Gediği var. Fakat orda şindi bir adam söyleniyor, ismine Köroğlu diyorlar” diye bir bilgi veriyor ve sonra Hoylu ile Köroğlu’nun atışması aktarılıyor. Atışma şöyle ((a.d.g. s. 27-28-29) :
Aldı Köroğlu:
Acem ellerinden serpildim geldim
Girelim meydana meydan benimdir
Kır atım Küheylan kendim pehlivan
Buyurun meydana meydan benimdir
Aldı Hoylu :
Girersem meydana yararım seni
Gümüşlü kırbaca dolarım seni
Yem eder kuşlara atarım seni
Kır atı bırak da kurtar başını
Aldı Köroğlu.
Girelim meydana göreyim seni
Kır at şahlanınca anlarsın beni
Göyneğin olacak ölü kefeni
Kargı, kılıç, topuz meydan benimdir
Aldı Hoylu:
Adım deli Hoylu, özüm bir aslan
Guleler yaptırdım, kestiğim baştan
Canlı çıkamazsın sen bu savaştan
Kır atı bırak da kurtar başını
Aldı Köroğlu:
Ben körün oğluyum İrişvan Ali
Karşıma çıkanlar dize gelmeli
Arap’tan, Acem’den, Turan’dan belli
Gün doğandan gün batana benimdir.
2. Demircioğlu Köroğlu’na “Ben duydum ki senin yanında herbiri el beyi, çöl beyi nice adı kulağına değmiş yiğitler varmış. Sen bana on üç, on dört yaşında Ayvaz’ı methediyorsun” diye gönderme yapınca Köroğlu,
-“Haklısın arkadaş, kusura bakma. Şu nâmeyi eline al, ben söyleyeyim sen de yaz” der ve bakalım ne der (a.g.e. s. 108-109):
Aldı Köroğlu :
Benden selam olsun Deli Hoylu’ya
O da gelip şu meydanı boyluya
Ergi kılıç şimşek kimi parlaya
Şindi o kahraman yanımda gerek
Yarın ceng ederim, bunun düzünde
Koç yiğidin kuşku olmaz gözünde
Eveli Yakınla, Canı Cebinde
Gabire sığmazım yanımda gerek
Akdeniz üstünde oynar gemiler
Sedasından dağlar taşlar iniler
Yatağında aç kurt kimi siniler
Dar değmez şindi yanımda gerek
Nâme yazsam Çamlibel’im bulanır
Duyan yiğitlerim bura yollanır
Yirmi dört boğumlu kargı kullanır
Şindi Koca Kenan yanımda gerek
Elde zağlı gılınc gümüş savatlı
Yağız at şahlanır, sırma busatlı
Kara kuş kanatlı, aslan suratlı
Şindi Irahan Arap yanımda gerek
Burda bekliyorum Köse Sefer’i
Oklarıyla deler gök demirleri
Narasından zıngırdatır yerleri
Dövüş günü burda yanımda gerek
Goç körün oğluyum çıktım dağlara
Seyreyledim bakçalara bağlara
Benden selam olsun cümle beylere
Şindi hep birlikte yanımda gerek
3. Demircioğlu Köroğlu’na “Pekey nasıl oldu da sen bu zindana düştün” deyince “O zaman Köroğlu zencirleri sazantı edip aldı. Bakalım şindi ne deyip ne söyleyecek?” (a.g.e. s. 218-219) :
Aldı Köroğlu:
Hoylu bana bir iş etti
Beyler bütün küstü getti
Yalnızlık cana yetti
Benim zindana düştüğüm
Neler oldu neler oldu
Yandı ciğer kebab oldu
Bir çüt devriş sebeb oldu
Benim zindana düştüğüm
Köroğlu gördü düşünde
Bir baykuş öttü köşkünde
Beş yüz atlısı peşinde
Benim zindana düştüğüm
4. Köroğlu Dellek Deli Hasan’a sorar
-Ulan hasan
-Buyur Beyim Köroğlu.
-Ulan oğlum, Hoylu gözüme görünmüyor, yoksa bir hal mı oldu?
-Oooo …Beyim Hoylu şindiye babayın yanını buldu. Zorbaz Pehlivan mı ne guzulkurt, kahpelikle Hoylu’ya bir gürz atmış, atının tırnağının dibine düşürmüş.
“Köroğlu gözlerinden bahar tolusu kibi yaşlar döktü. El atıp sazı sinesine çekti” (a.g.e. s. 332-333):
Aldı Köroğlu:
Hasan verdi bu haberi
Dağ yerinden koptu sandım
Zorbaz bey gürzü atınca
Gök başıma kepti sandım.
Bağdat suların kurusun
Daşın toprağın çürüsün
Zorbaz ellerin kırılsın
Ömrüm bugün bitti sandım.
Ölüme yatmıyor dilim
Hoylum büküldü belim
Ören oldu Çamlıbel’im
Orda baykuş öttü sandım.
Karşı çıkınca düşmana
Vurur dolana dolana
Yazzık yazzık genç aslana
Bugün dünya bitti sandım.
Bedenden ayrılmış canı
Yerleri boyamış kanı
Köroğlu’nun genç aslanı
Hoylum vadem bitti sandım.
5. Köroğlu’nun askerleri Acem ordusunu bozup, sürüler halinde Dicle Nehrine döktüler. Köroğlu Bağdat’a geldi. Hoylu’nun türbesini ziyaret etti ve Çamlıbel’e döndü. Köroğlu’nun geldiğini duyan Benli Döne ve Hösne Bala Hatın Köroğlu’nu Çamlibel’in Süt Pınarı başında karşıladılar. Köroğlu’nun ammisi kızı Döne Han baktı ki nişanlısı Hoylu Bey yoktur. Kiyâsı Depedelen Hoylu’nun askeri başında geliyor. O saat Döne Han’nın yüreği sızladı. Zülfünden bir tel çekip, kendine sazantı edip, bakalım Köroğlu’na ne dedi? (a.g.e. s. 336-337-338) :
Aldı Döne Han:
Görünmüyor yiğitbaşı
Nerde koydun mert Hoylu’yu
Hani birinci binbaşı
Nerde koydun mert Hoylu’yu?
Aldı Köroğlu:
Kan oldu gözlerin yaşı
Öldürdüler mert Hoylu’yu
Şehit birinci binbaşı
Çölde koyduk Bey Hoylu’yu
Aldı Döne Han :
Bağdat’a sefer edenler
Dünyamı heder edenler
Durna teline gidenler
Neylediniz mert Hoylu’yu
Aldı Köroğlu:
Bağdat’a sefer eyledik
Dünyayı heder eyledik
Acemlerle cen eyledik
Şehit verdik mert Hoylu’yu
Aldı Döne Han :
Düğünü kurup gedenler
Gönlümü kırıp gidenler
Düşmanlarını yenenler
Neylediniz mert Hoylu’yu
Aldı Köroğlu:
Ne söylersin ammim kızı
Burar içimi bu sızı
Böyleymiş onun yazısı
Orda koyduk Bey Hoylu’yu
Aldı Döne Han:
Oydu Çamlıbel’in gülü
Sussun mu şimdi bülbülü
Olmaz olsun durna teli
Yabanda koydun Hoylu’yu
Aldı Köroğlu:
Döne Çamlıbel karaldı
Hoylu’yu topraklar aldı
Seni adadığım yardı
Bağdat’ta koyduk Hoylu’yu
Aldı Döne Han:
Artık Döne kara geysin
Bütün dünya yasa girsin
Durna teli başın yisin
Saramadım Bey Hoylu’yu
Aldı Köroğlu:
Köroğlu da harab oldu
Ciğerleri kebab oldu
Durna teli sebeb oldu
Bağdat’ta koyduk Hoylu’yu
Hoylu’nun ağıdı başka bir kaynakta da şöyle bildiriliyor (6) :
Aldı Şirin Döne :
Bağdat’a sefer edenler
Hoylu’m nic’oldu gelmedi
Turna teline gidenler
Hoylu’m nic’oldu gelmedi
Aldı Köroğlu :
Bağdat’a sefer eyledim
Hoylu’m da kaldı gelmedi
Acem ile ceng eyledim
Hoylu’m da kaldı gelmedi
Aldı Şirin Döne :
Düğünü bozup gidenler
Badeyi süzüp gidenler
Acem ile ceng edenler
Hoylu’m nic’oldu gelmedi
Aldı Köroğlu :
Ne söylersin emmim kızı
Yüreğimi burar sızı
Böyleyimiş kara yazı
Hoylu’m da kaldı gelmedi
Aldı Şirin Döne :
Benim başım ne belalı
Evvelden bahtım karalı
Yoksa ağır mı yaralı
Hoylu’m nic’oldu gelmedi
Aldı Köroğlu :
Karşı dursam belasına
Merhem olsam yarasına
Dönemedi sılasına
Hoylu’m da kaldı gelmedi
Aldı Şirin Döne :
Hepiniz ağalı beyli
Ben yanarım yürek dağlı
Kurban olam koç Köroğlu
Hoylum nic’oldu gelmedi
Aldı Koroğlu :
Kan ile yoğrulmuş binam
Daha ben ateşte yanam
Ne söyleyim Şirin Döne’m
Hoylu’m da kaldı gelmedi
Aldı Şirin Döne :
Depeledin Bağdat Mısır
Bağışla işledim kusur
Yoksa verdiniz mi esir
Hoylu’m nic’oldu gelmedi
Aldı Köroğlu :
Şirin Dönem gam yemezdim
Düşman halinden bilmezdim
Esirde adam koymazdım
Hoylu’m da kaldı gelmedi
Aldı Şirin Döne :
Su vermedim altın tasta
Hasret kaldım nazlı dosta
Deli Hoylu nerde hasta
Hoylu’m nic’oldu gelmedi
Aldı Köroğlu :
İstediniz turna teli
Söyletme olurum deli
Gösterdiniz müşkül hali
Hoylu’m da kaldı gelmedi
Aldı Şirin Döne :
Çamlıbel’in soldu gülü
Ötmez dağların bülbülü
Olmaz olsun turna teli
Hoylu’m nic’oldu gelmedi
Aldı Köroğlu :
Koç Köroğlu harap oldu
Yandı ciğer kebap oldu
Turna teli sebep oldu
Hoylu’m da kaldı gelmedi
Aldı Şirin Döne :
Başı bağlı kaldı kızlar
Kızlar durdu yolu gözler
Ağır beden yürek sızlar
Hoylu’m nic’oldu gelmedi
Aldı Köroğlu :
Hoylu idi kolum dalım
Yenile kırıldı belim
Ören oldu Çamlıbel’im
Hoylu’m da kaldı gelmedi
Aldı Şirin Döne :
Dünyada murat alanlar
Başları bağlı kalanlar
Beylere karşı gelenler
Hoylu’m nic’oldu gelmedi
Aldı Köroğlu :
Döne ben de çok ağladım
Ciğerim nara dağladım
Bağdat’ta şehit eyledim
Hoylu’m da kaldı gelmedi
Aldı Şirin Döne :
Şirin Döne kara giysin
Turna teli yere girsin
Maviliyi kimler sarsın
Hoylu’m nic’oldu gelmedi
Aldı Köroğlu :
N’olsam Koç Köroğlu n’olsam
Hoylu’yu düşümde görsem
Ne olaydı ben de ölsem
Hoylu’m da öldü gelmedi
Görüldüğü gibi Düziçili Rahmetli Aşık Mahmut’un söylediği Hoylu’nun Ağıdı yalnızca Düziçili değildir. Birden çok mensubiyeti, birden çok çeşitlemesi vardır. Kanımca bu da çok olağandır. Ağıtlar için “En doğrusu şudur” denemez kanımca. Aynı ağıdın birden çok olabilen çeşitlemelerinin hepsi de doğrudur bence. O ağıtları yakanlar, yaratanlar aynı kişi, tek kişi değildir bazen, halktır. Doğrusu da halk ne diyorsa odur. Orada öyle, burada böyle söyleyebilir halk.
Köyüm derken, Tecirli derken, soy aşığı bir Tecirli yazar derken ve Köroğlu’ndan, Hoylu’dan, turna telinden söz ederken allı turna, telli turna unutulur mu? Unutulmaz. Ben de unutmadım ve aşağıdaki şiiri yazdım (7) :
ALLI TURNA
Güngörmüş Anadolu’mun allı turnası
Bir dileğim var sizlerden
Kanatlarına emanet ettiğimiz
El değmemiş aşkımızı
Dağlardan denizlerden aşıran
Sevgiliye ulaştıran
Mevsimler kadar uzak ellerden
Yâr kokulu selamlar getiren
Gönül postası turnalar
Bir dileğim var sizlerden
Ağlatmayın aşkları
Tarihler tanığı Anadolu’mun allı turnası
Kalaksız gelin çıkmaz
Kalak teleksiz olmaz
Turna teline gider yiğitlerimiz
Gider de geri dönmez
Gülü tomurcukta solan
Gelinler kızlar
Ağıda dururlar
Bir dileğim var sizlerden
Ağlatmayın aşıkları
Hoşgörünün ana kucağı
Erenler postu Anadolu’mun allı turnası
Flemenkler’in flamingosu
Alev saçlı göçmen kuşu
Bir uçtan bir uca
Kazakça Kırgızca Uygurca
Tüm Türk Dillerinin
Telli turnası
Bir dileğim var sizlerden
Ağlatmayın
Küstürmeyin gönülleri
Sevda bahçesi
Sevda bağı Anadolu’mun
Türkü kuşu
Allı turnası
Bir son dileğim daha var sizlerden
Her güz kuzeyden güneye
Her bahar güneyden kuzeye uçarsınız
Nice coğrafyalar haritalar
Nice halklar üzerinden geçersiniz
Kanatlarınız kıtaları kıtalara
Mevsimleri mevsimlere
Yüreğimi Berit Dağlı’ya bağlar
Bir son dileğim daha var sizlerden
Bu bahar başka bir bahar olsun
Uçtuğunuz gökyüzüne
Konduğunuz yeryüzüne
Sevgi götürün
Barış götürün
Yükünüz sevgi
Yükünüz barış olsun bundan böyle
Tüm dünyada
Cümle halkların
Dili dileği sevgi ve barış
Eli ocağı
Günü geleceği sevgi ve barış olsun
Osman Gökçe
Bornova, 16.03.2016
Yukarıda sözünü ettiğim soy aşığı Tecirli yalnızca soy aşığı değildi aynı zamanda çalışkan bir halk aşığıydı.
Ben Afşin’da ortaokul öğrencisiyken bu halk aşığı yazarın bir hemşehrisi, bir Bahçe’li bize müdür olarak gelmişti, adı Necati. Ama herkes Havuç olarak bilirdi onu. Kendi de kendisine Havuç derdi. Başında tek bir kıl yoktu. Müdürümüz Havuç Bey bir tabiat dersinde oksijeni anlatıyordu ve oksijensiz yaşam olamayacağını söylüyordu. Ama oksijenin havadaki oranı düşüktü, ancak %21 idi. Oysa azot %78 idi. Havuç Bey Öğretmen öğrencilere %100 oksijen olsa ne olurdu diye sordu. Elbette yanıtı da kendisi verdi. Bilim adamları denemişler. Fareyi saf oksijen ortamına koymuşlar ve gözlemişler. Fare durmadan sağa sola koşmuş koşmuş ve düşüp ölmüş.
Bu anımı bu halk aşığı yazara da anlattım. Sizi saf oksijen ortamında kalmış bu fareye benzetiyorum dedim. Öylesine çalışıyordu, üretiyordu çünkü. Alınmadı.
O Çukurova Folkloru Üzerine Mektuplar yazmakla uğraşıyordu. Benim aşlanığıma kulak asacak zamanı yoktu. Yola devam diyordu. Üstelik ben de Aşiret Akbaşlısı saygısı görüyordum.
Yolda yürüyordu ama bir ustalık göstermiş ve bir yazıcılar kurulu oluşturmuştu bu konuda. Adına da Horanta demişti. Güngünü yeni bireyler katılıyordu bu Horanta’ya. Ben de her horantaya bir baş gerek diyerek bu saf oksijen ortamında çalışan adama Horantabaşı dedim. Galiba bu bu yakıştırma tuttu. Ben bu yazıyı yazarken Horanta üyeleri şunlardı :
Bekir İşlek-Horantabaşı
Musa Tolu-Türkü Sesli Öykücübaşı
Abdullah Budak-Gözü yaşlı Ağıtçıbaşı
Ali Ozanemre-Toplubilimci (Toplum değil)
Bekir Dağsever-Emekçi Ozan
Halis Açacak-Uzakdoğu Bilgesi
Hilmi Anaç-Dr. Tarihçi
İsmail Arslan-Ağıt Araştırıcısı
İsmail Görkem-Hoca
Mehmet Göl-Cumhuriyet İlahiyatçısı
Osman Gökçe-Osman Emmi
Horanta’nın Çukurova Folkloru Üzerine Mektuplar adında üç cilt kitabı yayınlandı ( 1. Cilt 480 sayfa-2015, 2. Cilt 367 sayfa-2016, 3. 372 sayfa-2017).
x
Hoylu konusunu biraz uzattım. Bunu bilerek ve isteyerek yaptım. Bu örnekle, halkbilimin tarihten bağımsız olmasa bile, tarih olamayacağını anlatmaya çalıştım.
Bu bağlamda, ben de köyümü ve köylülerimi yazmak için yola çıkmıştım. Tarih yazmak gibi bir düşüncem asla yoktu. Tarihçi değildim, tarih de yazmadım. Yalnızca var olanı, yaşananı yansıtmak istemiştim. Bunların da çoğunun geçmiştekiler gibi yalnızca söylentilere konu olmadan ya da kaybolmadan kayıtlara geçmesini düşünmüştüm. Bu amaçla Tecirlilerle ilgili kaynak bilgiler derledim ve bu bilgilerle birlikte bir Tecirli köyü olan köyüm ve köylülerimi yazmaya ve kayıtlara geçirmeye çalıştım. Bu bilgilerin bazıları üzerinde görüş de bildirdim. Ancak kaynak bilgilerin tamamı konusunda doğru ya da yanlış diyebilecek durumda değildim . Demedim de. Ama bir şeyler de dedim. Bu dediklerimden bir örnek vermek istiyorum :
Deniliyor ki O yıllarda dirlik düzenlik içinde yaşayan bu obalar, l600’lü yıllarda Osmanlı’da toplumsal düzenin derin sarsıntılar geçirmesi, yöneticilerin halkı vergi ve rüşvetle ezmeye başlaması üzerine isyan etmeye başladılar, topraklarını terkettiler, dağlara çıktılar, eşkiya oldular, yolları kestiler ve tüccarları soydular. Bu obalar hakkında “Tüccarlı” ya da “Tecirli” adı da böylece ortaya çıktı. Arşiv araştırmalarına göre, Zülkadiroğullarına bağlılıktan ayrılan ve 1600’lü yılların sonları ile 1700’lü yıllarda Osmanlı kayıtlarına sık sık düşen Tecirli adının 1613 yılında Bozulus Türkmenleri arasında kayıtlara geçtiği bildirilmektedir (8).
Yine deniliyor ki Ayas, Berendi, Misis ve Kınık şehirlerine 1691 tarihinde yerleştirilme kararı çıkan 20 oymaktan birisi de Tecirli olup kararda bu ad Tüccarlı olarak geçmektedir. Başlıca Tecirli oymakları Hınzır Tüccarlısı, Cırrık Tüccarlısı, Şahablı Tüccarlısı olarak bildirilmekte ve iskan edileceklerin sayısı da 1303 olarak verilmektedir. İskan defterinde bahsi geçen Tüccarlı Dokuz Oymağı’nın Tecirli aşiretinin asıl nüvesi olduğu ileri sürülmektedir (9).
İşte bu bilgilere dayanarak Tecirli adının çıkışı ile ilgili olarak şu yorum yapılmaktadır(10):
1-Celâlî isyanları esnasında Gülekboğazı-Adana-Misis-Kurtkulağı-Payas hac ve tüccar yoluna saldırarak buranın güvenliğini bozdukları “tüccarları soydukları” için Tüccarlı/Tecirli ismini almış olabilirler.
2-Aşiret kavgaları esnasında ele geçirdikleri mal ve davar sürülerini pazarlamak için içlerinde bol miktarda “mal tüccarı” bulunan aşiret anlamına da gelir.
Her iki ihtimale de bakarak Tecirli’nin isim kaynağı kaç-göç-isyan- iskan döneminin hatırasıdır.
Bu yorum beni liseli yıllarıma götürdü. Edebiyat öğretmeni İrfan Zülfikar benim Türkçeciliğimle dalga geçmek için “Söyle bakalım Güneş Dil Teorisi üstadı, Fransızca eau (o okunur) su demektir. Türkçe’de de oluk su taşıyıcısıdır. Buna göre Fransızca Türkçeden çıkmış olabilir mi” dedi. O güldü, ben de güldüm.
Demek istiyorum ki ses benzerliklerine bakarak etimolojik yorumlar yapmak yanıltabilir. Tecirlinin onca vukuatı içerisinde en yoğunu ve en önemlisi tüccar soygunculuğu mu ki aşiret adını bu işten almış olsun? O dönemde ne kadar tüccar vardı ki o kadar tüccar soyulsun da bu işi yapan Türkmen oymağına da Tüccarlı adı verilsin? Yine o dönemlerde eşkiyalık yapan, yol kesen, hırsızlık yapan, tüccar soyan yalnız Tecirli aşireti miydi? Ceritler, Avşarlar, Kozanoğluları bu işleri yapmıyorlar mıydı? Onlara niçin tüccarlı denmedi? Onların birer adı vardı ve onun için yeni bir ad konmadı da Tecirlinin o zamana kadar hiç bir adı yok muydu? Neydi önceki adımız? Adsız Aşiret miydik biz?
Üstelik hangi Türkçe ya da Osmanlıca dilbilim kuralına göre tüccar soyan ya da ticaret yapan kişi adı için tüccarlı türetmesi yapılabiliyor? Doğrusu anlamıyorum ve bu yakıştırma bana pek inandırıcı gelmiyor. Benim bilebildiğim kadarı ile tüccar soyan eşkiyaya tüccarcı eşkiya denebilir ama tüccarlı eşkiya denemez. Ticaret yapanlara da tüccar denir ama tüccarlı denemez. Ayrıca bu bağlamda, Iğdır’ın Tecirli köyünün adının nerelerden kaynaklandığını da çok merak ediyor ve fakat açıklayamıyorum. Sınırımı aşmamaya özen göstererek demek istediğim ve dileğim o ki uzman tarihçilerimiz bu kadar yakın geçmişi böylesine yakıştırmalarla değil doğruluğu kuşkusuz ve kanıtlanabilir belgelerle bize açıklamalıdırlar.
Örneğin, yukarıda açıklandığı gibi bir kaynakta “Arşiv araştırmalarına göre, Zülkadiroğullarına bağlılıktan ayrılan ve 1600’lü yılların sonları ile 1700’lü yıllarda Osmanlı kayıtlarına sık sık düşen Tecirli adının 1613 yılında Bozulus Türkmenleri arasında kayıtlara geçtiği bildirilmektedir (8)” denilmektedir. Ancak, Türk Tarih Kurumu’nun “Anadolu’da Aşiretler, Cemaatler, Oymakalr (1453-1650)” adlı 6 ciltlik eserinin tümünü taradım ve Tecirli adı ile ilgili kayıt tarihlerini çıkardım. Buna göre, ilk kayıt 1466, son kayıt 1630 tarihini taşımakta ve en çok kayıt da 1563 yılında yapılmış bulunmaktadır. Kayıtların %70’i de Kanuni Devri’nde yani 1520-1566 yılları arasında yapılmıştır (11).
Buradan da anlaşılmaktadır ki Tecirli adı 1466 yılında da vardı. Yani Çukurova’daki tüccar soygunculuğu döneminden önce de vardı. Dolayısıyla Tecirli adının çıkışını tüccar soygunculuğuna dayandıran yakıştırma yorumların yerine tarihi belgelere dayalı olarak daha ciddi araştırmalara gereksinim olduğu düşünülmektedir.
Yeri geliyor kişileri, aileleri suçluyoruz. Soyları ile ilgili yakıştırmalarda bulunuyoruz. Sivrilen, öne çıkan bir çok insanlarımızı soyağacı konusunda sorguluyoruz. Belki bu gerekçeler de etkili oluyor ve bu yüzden birçoklarımız da soyumuzu sopumuzu (Ziya Gökalp’e göre soy baba tarafı, sop ana tarafıdır-12) araştırmaya giriyoruz. Ancak, giriyoruz girmesine de başarılı olamıyoruz. Örneğin, ben kayıtlı olduğum Göksun ilçesi Nüfus Müdürlüğü’nden dedemden öte giden bir kayıt çıkartamadım. Bunun üzerine İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri genel Müdürlüğü’ne 29.01.2007 Tarihinde başvurdum. Bu Genel Müdürlük de 28.02.2007 Tarih ve 33326 Sayılı yazı ile yanıt vererek dedemden daha geriye giden bir aile kaydı veremedi ya da vermedi.
Aile soyağacı özel bir konu, varsın olmasın, yok ziyanı. Ama hiç değilse boylarımızın, oymaklarımızın, obalarımızın yani kısaca soyumuzun sopumuzun gelmişini, geçmişini bilimsel eserlerle ortaya koymalıyız. Birbirleriyle çelişen, olsa olsa yöntemi ile uydurulan ya da yakıştırılan güvensiz ve dağınık bilgilerden artık kurtulmalıyız. Örneğin, bu bağlamda olmak üzere, konusunda uzman olan tarihçilerimiz bir TECİRLİ KİTABI yazamazlar mı?
İşte bu düşüncelerle aşağıdaki açıklamayı sosyal medyada paylaştım :
Sevgili Tecirliler
Kendi soyumla ötedenberi hep ilgili oldum. Bu konu ile ilgili bir çalışmamın sonunda iki temel öneride bulunmuştum. Bunlardan birincisi Tecirlilerin kültür, tarih ve dayanışmalarını sağlayacak bir kurumsal yapının oluşturulması yani bir dernek ya da bir vakıf kurulmasıydı. İkincisi de tarihçilerimizin bir TECİRLİ KİTABI yazmalarıydı.
Bu düşüncelerin gerçekleşmesine yardımcı olmak için Facebook’ta 23 Nisan 2013’de Tecirliler Kültür Tarih ve Dayanışma Derneği adı ile bir grup kurdum. Bu grup bugün 220 kişi oldu. Grupta çeşitli iletilerimle yukarıda belirttiğim düşünceleri herkese açıkladım ve önce bir derneğin kurulması için çaba sarfettim. Söylediklerimi onaylayan çoktu ve fakat harekete geçen yoktu. Derneğin merkezinin Osmaniye’de olması ve kurucuların, yöneticilerin Osmaniye’de ikamet eder olması gerektiği için ben yalnızca düşünce üretiyordum. Ben İzmir’de oturuyor ve bu nedenle bir eylem adamı arıyordum.
Bu çabalar yankı buldu. Beni, grup üyesi olan Halis Açacak Hoca aradı. Bu konuda harekete geçebileceğini bildirdi. Bunun üzerine Grup Yöneticiliğini kendisi ile paylaştım. Birlikte sürekli görüştük, tüzük hazırladık. Sayın Açacak özveri ile çalıştı, Osmaniye’de kurucu kurulu oluşturdu, gerekli resmi işlemleri gerçekleştirdi ve bir ilke imza attı. Bugüne kadar çeşitli girişimler olmakla birlikte bir türlü gerçekleşemeyen Tecirliler Kültür Tarih ve Dayanışma Derneği kuruldu. Hepimize hayırlı olsun.
Kolayca anlaşılacağı üzere dernek bir amaç değil araçtır. Şimdi dernek kurulduğuna göre neler yapılması gerektiğini düşünmeliyiz, kararlar almalıyız ve bunları gerçekleştirmek için çalışmalıyız. Ben bu konudaki düşüncelerimi çok geçmeden sizlerle paylaşacağım.
Sevgili soydaşlarımı, bütün Tecirlileri sevgi ve saygı ile kucaklıyorum. Derneğimizin hayırlı ve başarılı olmasını diliyorum. Kurucu Kurulu kutluyorum ve saygı ile selamlıyorum. Sizleri kendi derneğinizin üyeliğine ve Kurucu Kurula yardımcı olmaya çağırıyorum. Saygılarımla.
12.Kasım 2013
Osman Gökçe
Bu açıklamada adı geçen Bodrum’da yaşayan Emekli Öğretmen Halis Açacak ünlü Tecirli Yiğidi Açacak Omar’ın torunudur. Kendisiyle önce sosyal medyada, sonra telefonda ve daha sonra da yüz yüze tanıştım. Onunla ben şimdi artık yukarıda anlattığım Horanta’nın birer üyesiyiz.
Ben Horanta bireylerini tanıtırken Halis Açacak’ın karşısına Uzakdoğu Bilgesi diye yazdım. Bu yakıştırmamın gerekçesi şudur :
Berit’in Gözyaşları’nda köyümüzdeki Orta Obalı Demirciler Ailesi’ni de anlatmıştım. Orada Demirciler Ailesi’nin Demirci Köse, Göy Omar ve Demirci Ali adlarındaki üç kardeşi tanıtırken elleri uz, dilleri uz, davranışları uz olan ve yavaş konuşan derin anlatan Uzakdoğu bilgelerine benzetmiştim. İşte Halis Açacak da böyle bir kimlik taşıyordu gözlemlerime göre. Bu nedenle Halis Açacak için Uzakdoğu Bilgesi benzetmesini yaptım.
Ayrıca Halis Açaçak, bu Açacak soyadından dolayı köylülerimden birisi gibi geliyordu bana. Çünkü bizim köyde Açacak değil ama Açaklar ailesi vardır. Hem Açaklar Ailesi’nde, hem de bu aileye akraba ailelerde Açak adında birden çok erkek birey vardır. Açak Osman, Kılıç Osman’nın oğlu Açak, Göy Omar’ın oğlu Açak vb. Yani Halis Açacak benim için biraz Ericekli birisidir.
Halis Açacak derneği kurmakla kalmadı hemen arkasından bir de bir şenlik düzenledi : TEDER-Tecirliler Kültür Tarih ve Dayanışma Derneği-I. KÜLTÜR FESTİVALİ-TOĞGA ŞÖLENİ-24 Mayıs 2014 Cumartesi Saat : 0800-22 00 -Cevdetiye/Osmaniye- BİRLİK, BERABERLİK, TANIŞMA, DAYANIŞMA VE EĞLENCE GÜNÜ.
Üzgünüm, Şenliği orada bulunarak izleyemedim. Ancak bütün ayrıntılarını öğrendim. Dinlediğim her birey beni heyecanlandırdı, duygulandırdı ve başka bir güzellik anlattı bana. Şenlik konusunda edindiğim bütün bilgileri ve fotoğrafları sosyal medyada paylaştım. Çok ilgi gördü ve övgü aldı.
Halis Açacak da saf oksijen ortamında kalmış gibi bir dinlenmesiz devinim içindedir. Boşluk sıkıyor olmalı onu. Bodrum’a yerleşir yerleşmez iki kitap yazdı.
Birincisi SEVGİ ÇEMBERİ-Yaşanmış Öyküler. Roman zenginliğinde yaşanmış koca bir ömrün 24 öyküye sıkıştırılmış özeti.
İkincisi Mehmet Yavaş adlı bir süngercinin öyküsü, Bir Bodrum Hikayesi-SÜNGERCİM. İlgi ile okunabilecek iki eser.
Halis Açacak bunlarla da yetinmedi. Çok geçmeden Bodrum’daki I. Horanta Toplantısı’nı düzenledi (24-27/09/2016).
Bazıları birbirlerini hiç yüz yüze görmemiş olan Horanta karıştı birbirine, kucaklaştı, öpüştü, birbirlerini yıllar öncesinden tanıyormuş gibi özlem giderdi, söyleşti, karılıklı kitaplar imzalandı, aşlanıklar yapıldı. Başta halkbilim olmak üzere yazım konularında görüşler sunuldu, tartışmalar yapıldı.
Uzman Kütüphaneci, araştırmacı, eğitimci, çevirmen aslı Kozanlı Akçalı Ailesi olan gurbet kuşu Sönmez Taner Halikarnas Balıkçısı konusunda çok değerli bir sunum yaptı.
Birgün vapurla Datça’ya gidilip dönüldü. CAN YÜCEL SOKAK’ta ve üzerinde CAN EVİ BİR MÜZE DEĞİLDİR yazılı Can Yücel’in yaşadığı evin önünde fotoğraflar çektirildi. Datça’nın yarım günlük bir gezi sırasında görülebilecek yerleri ve yönleri görülmeye çalışıldı.
Eğlence gecesinde konuklara hizmet edebilmek için hemen hemen hiç oturmayan ev sahibi Halis Açacak hepimize ibretlik dans gösterileri sundu Sayın eşi Güldane Hanımla birlikte, sarkılar söyledi.
İsmail Arslan ve Musa Tolu ikilisinden şiir nasıl okunur, türkü nasıl çağrılırmış onu gördük büyük bir hayranlıkla. Onları dinledik ve onlara eşlik etmeye çalıştık büyük bir mutlulukla.
Musa Tolu’nun Horantabaşı ile Tercirli-Farsaklı çakıştırması hem eğlendirdi ve hem de düşündürdü dinleyenleri.
Özellikle, birlikte bulunulan günler süresince, Musa Tolu’nun ağzında söylenmek için “Önce ben önce ben” diye birbiriyle itişip kakışan birbirinden güzel nükteleri ve sahibindeki bu zenginliği imrenerek izledik.
Horantabaşı ÇUKUROVA FOLKLORU ÜZEİNE MEKTUPLAR’IN ikinci cildini ve İsmail Arslan ANDIRIN YÖRESİNDEN ÖYKÜLERİYLE-AĞITLAR, TAŞLAMALAR, DESTANLAR, MANİLER adlı 512 sayfalık imzalı kitabını verdi katılımcılara. Bayram çocukları gibi sevindik.
“onbeş yunus koy’verdim bu kıyıdan” adlı şiir kitabı ile Mustafa Suphi Olayı’nı şiirleştiren ve attığı her adımda kelebekler gibi çevresinde mısralar uçuşan Ali Ozanemre’yi dinledik. Onu dinlerken, geçmişte döne döne okuduğum aşağıdaki şiirini aklımdan çıkaramadım :
“Parladı söndü fener
Işığı düştü ellerimize
Sorsam anama babama
Söylese oğlum kızım
Gidenler ne zaman döner
Trabzon kalaylı kazan mı hâlâ
Sürmene açıklarında üşür mü deniz
Kayan takımyıldızı yakamozu mu
El eder el eder el eder bize
onbeş yunus koyverdim bu kıyıdan
Vuruldum yüze yüze
Bir yanım deryada şimdi”
Mehmet Göl Cereni çağırdı. Düldül’ün başında gibiydi. Türküyü çağırırken gözleri kapalı, tepeden Çukurova’ya bakıyordu. Çok etkiliydi. Türkü ya da şarkıda elbette ses de, söz de çok önemlidir. Ancak bunların niteliğinden çok yansıttığı, uyandırdığı duyguların daha önemli olduğunu bir kez daha gördüm ve anladım. Kendi kendime Ceren Türküsü’nü böylesine çağıran bir yüreğin şair olmaması olası değildir diye düşündüm. Gerçekte, Göl’ün Ceren’i de cerendi. Onu dinlerken babamın türkü çağırışı geldi aklıma.
Babamın çok türküsü vardı. Sesi de güzeldi, söylerdi. Köye her gittiğimde türkü çağırmasını isterdim. Beni hiç kırmadan çağırırdı. Çakır gözlerine bakardım. Islanır, ışıldardı. Duyguları yoğunlaşırdı. Babamın duyguları güzeldi, güzelliklereydi, iyiliklereydi. Duygularının en çok yoğunlaştığı ve en sık çağırdığı türkü de aşağıdaki iki dörtlüktü. Bu türkünün bende kendi sesinden kaydı var. Ara sıra dinlerim, dinler dinler ağlarım. O bu türküyü söylerken iç geçirirdi. Sesi kısılır, incelir, bazen kesilir yeni baştan alırdı. Onun türküsünde aşk ( bir görümlüklük bir tutku patlaması) idi. Konağın önünden geçersiniz, bir kere görürsünüz boyunu. Ondört yıl beklersiniz. Ondört yıl sonra görürsünüz, gülmez yüzünüz güler. Aşk budur işte :
Çektiler sürü koyunu
Yandım dövünü dövünü
Konağın önünden geçtim
Bir kere gördüm boyunu
Ağam geldiğin bildirir
Büyükükten at kaldırır
Ondört sen’oldu görmezdim
Gülmez yüzümü güldürür
Osman Gökçe
19 kasım 2016
Kaynakça :
1. Gökçe, O., Döndü Kızlar s.79, Etki Yayınları , İzmir , 2012.
2. Gökçe, O., Berit’in Gözyaşları, ZEUS Kitabevi, İzmir, 2014.
3. İşlek, B., Tekeden Teleme Çalmak s.29, Öz Karacan Matbaacılık, İstanbul, 2009.
4. https://tr.wikipedia.org/wiki/Hoy
5. Bayaz, H., Köroğlu Antep Rivayeti, karacan Yayınları, İstanbul , ? .
6. http://sarkisozu.kahkaha.gen.tr/Koroglu/Bagdata-Sefer-Edenler- Hoylum/sarkisozleri/
7. http://www.osmangokce.com/siirler/591-alli-turna
8. Refik, A., Anadolu’da Türk Aşiretleri, Devlet Matbaası, İstanbul, 1930.
9. Orhonlu, C., Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskanı, Eren Yayıncılık, İstanbul, 1087.
10. Yurtsever, C., “Tacirli Aşireti”, (20.Şubat.2009), http://www.osmaniye.web.tr/yazar
11. Gökçe, O., “Anadolu’da Tecirli Aşireti-1453-1650”, Berit’in Gözyaşları s.19, ZEUS Kitabevi, İzmir, 2014.
12. Gökçe, O., Köy Toplumbilimi II, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları No . 32 , İzmir, 1993.
Bir yanıt yazın