Skip to content
Prof. Dr. Osman GökçeBu sayfa ulusumun, ülkemin, devletimin ve tüm insanlığın yararına olduğuna inandığım bilgilerimi, deneyimlerimi, düşüncelerimi ve duygularımı ilgilenen herkesle paylaşmak, tartışmak, geliştirmek ve böylelikle doğrularda, güzelliklerde ve iyiliklerde hep birlikte buluşarak çoğaltmak ve bütünleşmek için açılmıştır. Prof. Dr. Osman Gökçe
  • Ana Sayfa
  • Yazılar
    • Güncel
    • Anılar
    • Öyküler
    • Tarım
    • Ormancılık
    • Çevre
    • Genel
  • Yayınlar
    • Makaleler
    • Bildiriler
    • Kitaplar
  • Şiirler
    • Şiir Seçkisi
  • Ericek
  • Duyurular
  • Fotoğraflar
  • İletişim

HENTİFLENMEK

8 Aralık 2016 0 comments Article Öyküler

HENTİFLENMEK

Osmaniye’ye 1975’te görevli olarak gitmiştim. Çok tablacı vardı caddelerde sokaklarda. Sebze satarlardı, meyve satarlardı. Elleri ile arkadaki iki sapından iterek mahalle mahalle gezdirirlerdi önden iki tekelekli tablalarını, yüksek sesle sağa sola çığırarak. Onları izlerdim, üzülürdüm. Halden aldıkları üç beş kasa sebze  ve meyveden ibaretti bütün sermayeleri.  Akşam eve götürecekleri bir dilim ekmek teknesiydi bu tabla. Yerini yurdunu, elini aşiretini yoksulluktan, darlıktan geride koyup gurbetlere düşen bu insanlar buralarda da kurtulamamışlardı bozuk düzenin cenderesinden. Cadde ve sokaklarda yaşarlardı. Ev darda, horanta darda, cep dardaydı. En çok da yürekleri dardaydı. Her gece mitili çekince üzerlerine ve yumunca gözlerini köylerine gider gelirlerdi. Sabah kalktıklarında bir yanlarını yitirmiş gibi olurlardı. Bir kolu yok, bir bacağı yokmuş duygusuna kapılırlardı.

İçlerinde köylülerim de vardı geçim sıkıntısından Çukurova’ya kaçıp sığınan. Ama tablacıların çoğunluğu Maravuzlular ve Urfalılardı.  Maravuz Afşin’nin bir köyü ama Maravuzlular birbirine tutkun ve disiplinli bir ordu gibiydi. Koca il Urfa’dan gelenlerle dişe diş, başa baş kavga ederlerdi. Aralarına kan da düşmüştü. Bu iki gurubun kavgaları sırtçılığın, tablacılığın, at arabacılığının ya da benzer işlerin pazar paylaşımı kavgalarıydı. Bu köşede sen durursun ben dururum ya da o mahalleye sen gidersin ben giderim gibi çekişmelerden kaynaklanıyordu. Yoksulluk işte, düşman başına gelmesin, her şeyi yaptırır insana. Yiğit olur korkak olursun, namuslu olur namussuz olursun, dürüst olur sahtekâr olursun, dost olur düşman olursun. Düşmeye görsün insan dara, her renge boyanabilir.

O sıralarda, okuduğum bir öykü müydü, bir gazete haberi miydi ya da bir dost sohbetinde mi duymuştum, bilemiyorum. Osmaniye’de mi yaşanmıştı yoksa başka bir yerde mi yaşanmıştı onu da bilemiyorum. Bu tür kusurların hoş görülebileceği yaştayım artık. Ama olayı bildiğimce ve aklımda kaldığınca anlatacağım.

Bir tablacı karpuz satıyormuş Kan kırmızı kan kırmızı, kesmece kesmece diye reklam ederek. Biri gelmiş, bir karpuzu işaret etmiş ve “Kes bakalım”  demiş. Tablacı yarmış karpuzu ortadan. Adam “Bu kırmızı değil” demiş, almamış. Tablacı “Başkasını beğen abi” demiş. Beğenmiş, “Kes bakalım” demiş.  Tablacı kesmiş. Adam “Bu da kırmızı değil” demiş ve bu olay 3-5 kez yinelenmiş. Tablacı atmış kesik karpuzları yere, bıçak elde. Eti ne budu ne? Bakmış ki o günün kazancı gitmiş. Gözü kararmış, başı dönmüş ve yaklaşmış adama “Sen kan kırmızısı mı istiyorsun? Al sana, al sana kan kırmızısı” demiş. Adam toprağa, tablacı deliğe girmiş.

Evet, onları izlerdim, üzülürdüm. Aralarına girdiklerim, tanıştıklarım olmuştur. Örneğin duvara tırmanarak, balkondan balkona atlayarak hırsızlık yaptığı söylenen kaplan çevikliğinde, kaplan bakışlı, Kaplan adındaki Urfalı delikanlıyı tanırdım. Hiç inanmazdım kötü bir adam olacağına. Hâl hatır sorardım görünce. Abi derdi bana ve yerlere kadar eğilirdi. Bir gün böyle bir karşılaşmamız ve hâl hatır sormam sırasında “Abi, biliyor musun, hiç kimse adam yerine koymadı bu ülkede bizi” dedi ve gözleri çakmak çakmak doldu. Elime yapıştı. “Öpme” dedim ve sarıldık abi kardeş gibi birbirimize.

Örneğin, Maravuzlu Ziya’yı tanırdım. Belki de hemşehrim diye, bana çok saygı gösterirdi. Kısacık boyu, belinde tabancası ve buz gibi bir yüzle gezerdi. Gördüğümde ve “Gel Ziya” dediğimde koşarak gelir, başını öne eğer ve o buz gibi surat yeni gülümsemeye başlamış bebek yüzüne dönerdi, sevimli bir çocuk olurdu. Her gördüğümde “Abi canını sıkan bir şey varsa emret” derdi. Ona, onun düşündüğü gibi hiç bir emrim olmadı.Ama ondan başka bir şey istedim. “Kaplan’la barıştıracağım seni” dedim. Ayaklarıma kapandı ve bir yalvarı sesinde “Abi kardeşimi vurdular. Bunu isteme, kellemi kes” dedi. Bunun ne demek olduğunu kardeşi vurulanlar anlar. Ben anladım. Ziya’ya bu konuyu bir daha açmadım.

Onlara verilmeye yakışacak bir tek yüreğim vardı. Verdim. Verecek başka bir şeyim de yoktu. Bir şiir  yazdım onlar  için o tarihlerde. Yüreği yüreğim gibi olanların okumasını ve düşünmesini dilerim :

HENTİFLENMİŞLİK(1)

 Hentiflenmiş üzüm tanesi gibiyim
Seyyar satıcının tezgahında
Geziyorum sokak sokak mahalle mahalle
Alan yok
Satıcı üzgün
Ben üzgünüm
 
Oysa satıcı ve ben
Sabah erkenden
Ne umutlarla çıkmıştık yola
Besmele çekerek
Dualar okuyarak
Pazar ola
Pazar ola diyerek
Selamlar vererek sağa sola
 
Heyhat
Bir tezgahta bir ömür geçti
Umutlar yaşlandı
Dualar dul artık
Tezgah kırık dökük
Tezgahtar soluk
Tezgahın malı pul artık
 
Osman Gökçe

Sabah Gülü,Zeus Kitabevi, İzmir, 2014.

…………………………………………………………………………..

(1) – Hentif, üzüm salkımının sapından ve çöpünden düşen tanesidir. Salkım eskiyince, bayatlayınca taneler kendiliğinden düşer. Bunları artık alan olmaz ve bunlar satılamaz, çöpe gider. Taze salkımdaki tanelerin insan tarafından çöpünden ayrılmasına da siftimek denir. Çukurova Folkloru Üzerine Mektuplar adındaki kitaplar serisinin benim de içinde bulunduğum yazarlar horantasının, Öykü Dedesi olan Sayın Musa Tolu Heftik diyor bizim köyde Hentif denen bu sözcüğe. Hangisi doğru diye yargılamadım. Sözcükler uydurmadır, uyduruktur. İnsanlar da söz uydurukçusudur. Yeter ki uydurma işi uyduranın ana dilinin kurallarına uygun olsun. Bence gerisi sorun değildir. Benim köyümde hentif, hentiflemek, hentiflenmek deniyorsa, biz böyle uydurmuşsak böyle kullanırız, doğrusu budur. Öykü Dede’nin de Farsça yedi anlamına gelen Heft sözcüğünden türemiş olabileceğini düşündüğüm Heftik sözcüğünü kullanmasını doğru bulurum. Onun doğrusu da Heftiktir. Kim ne der? O.G.

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

  • YANIK KOKUSU
  • EVRENSEL BAYRAM
  • ZERKA
  • SOSYALLEŞME
  • SABAHIM ÇALINDI

Kategoriler

  • Anılar
  • Bildiriler
  • Çevre
  • Duyurular
  • Ericek
  • Genel
  • Güncel
  • Güncel Yazılar
  • Kitaplar
  • Makaleler
  • Ormancılık
  • Öyküler
  • Şiir Seçkisi
  • Şiirler
  • Tarım
  • Yayınlar
  • Yazılar Çevre

Copyright Prof. Dr. Osman Gökçe 2025 | Theme by ThemeinProgress | Proudly powered by WordPress