Skip to content
Prof. Dr. Osman GökçeBu sayfa ulusumun, ülkemin, devletimin ve tüm insanlığın yararına olduğuna inandığım bilgilerimi, deneyimlerimi, düşüncelerimi ve duygularımı ilgilenen herkesle paylaşmak, tartışmak, geliştirmek ve böylelikle doğrularda, güzelliklerde ve iyiliklerde hep birlikte buluşarak çoğaltmak ve bütünleşmek için açılmıştır. Prof. Dr. Osman Gökçe
  • Ana Sayfa
  • Yazılar
    • Güncel
    • Anılar
    • Öyküler
    • Tarım
    • Ormancılık
    • Çevre
    • Genel
  • Yayınlar
    • Makaleler
    • Bildiriler
    • Kitaplar
  • Şiirler
    • Şiir Seçkisi
  • Ericek
  • Duyurular
  • Fotoğraflar
  • İletişim

CENNET KIZIN YARIM KALMIŞ ÖYKÜSÜ

11 Ocak 2018 0 comments Article Öyküler

CENNET KIZIN YARIM KALMIŞ ÖYKÜSÜ

Kurular’ın Ceceli’nin ve kardeşi olan Yoğun Kadir’in damlarının üzerinde, kış günleri her yer karla örtülü ya da çamur olduğu için oynayacak kuru yer bulamayan biz çocuklar oyun oynardık, yaramazlıklar yapardık. Yaşlılar da Titrek Durdu’nun duvarının duluğunda güneşlenir, lâflarlar ve dokuz taş oynarlardı.

Kurular’ın Ceceli yaşlı ve ince ivez sesli bir ihtiyardı. Bu zavallı ihtiyarı kızdırmak için damının üstündeki bacasından aşağıya pislikler atardık. Ben bu yaramaz çocukların elebaşlarından birisi ve belki de birincisi idim. Bu yüzden bir gün, burnumdan kan gelinceye kadar dayak yedim babamdan. İri elleri ile vurdu vurdu düşürdü beni yere ağzı üstü. Babam ki o iri elleri ile, evden uzakta olduğum okullu yıllarımdaki her kavuşmamızda, iki yanağımı avuçlarının içine alır, burnunu saçlarımın içine sokar, koklar ve kucağının sıcaklığında severdi beni. Bu gün bile babamın yanlış bulduğu her hangi bir davranışım olursa o sert ve tiz sessiyle “Osman” diye seslenişini duyarım arkamdan. İçim titrer, hasretim büyür, onsuzluğum amansızlaşır.

Yerin göğün gömgöy buza kestiği ve söğüt dallarının kırağılarla püsük kuyruğu tuttuğu bir kış günüydü. Bir koltuğumuzun altında kitabımız, diğerinin altında sınıfın sobasında yakmak için taşıdığımız bir parça odunla düşe kalka okula gidip geliyorduk. Yaşlı babası ile yalnız yaşayan, benim bildiğim kadarı ile de delisek bir kardeşinden başka kimsecikleri olmayan Yoğun Kadir’in sümüklü kızı öksüz Cennet’in amansızlığını da böyle bir kış günü okul dönüşünde gördüm. Yolumuzun üstünde büzülmüştü duvarın duluğuna. İçini çeke çeke ağlıyordu. Başını kucağına almış, kirli ve uzun saçları yüzünü örtmüş, sırtında rekleri solmuş eski püskü basma fistanından başka bir giysisi yok, dünyadaki bütün yaratıklar ve bütün insanlar göğe çekilmiş de yer yüzünde yapayalnız bir tek kendisi kalmış gibiydi. Onun üzerimdeki o günkü etkisini bu günkü dilimle tanımlamaya çalışıyorum. Anlatamıyorum, gücüm yetmiyor.

Cennet’in babasını, sabah ezanı sırasında belki ayakyoluna (hela), belki de ahıra mal yemlemeye giderken eşiklikte cin çarpmıştı. Öyle diyorlardı köyde. Herkes duymuştu. Çocuklar arasında Yoğun Kadir’in evinin içinin, önünün, arkasının, her bir yerinin cinlerle dolu olduğu söyleniyor ve ben dahil yolu oradan geçecek olan çocuklar korkuyor ve korkutuluyorduk.

Yoğun Kadir’in yüzü gözü eğilmiş bir yana gitmiş, yüzüne bakılacak gibi değil. Bacağı kırılmış kaç yerinden, yatıyor mitilin içinde, ayağa kalkacak gibi değil. Ne etsin, ne tutsun zavallı Cennet. Evin içi dolu cin. Babası cinli, çarpılmış. Cinler babasını kaldırmış kaldırmış yere vurmuşlar, kaldırmış kaldırmış yere vurmuşlar. Ne etti de kızdırdıysa onları? Ayaklarına mı basmış, kollarına mı basmış, başlarına mı basmış? Buna benzer şeyler anlatılıyordu.

Cennet, Yoğun Kadir ve hergün geçtiğim cinli yol günlerce düşüme girdi. Korkuyordum, kimseciklere de bir şey diyemiyordum. Bu günkü çocuklar böyle bir şeylere inanmazlar elbette. Ama o günkü koca koca adamlar bile inanıyorlardı böyle şeylere.

Cennet o gün babasız kalmıştı. Cennet çaresizdi. Kara kış kapıda, kar kuşakta. Aç serçeler damların süyüklerinde yiyecek arıyorlar kendilerine. Başka yerlerde bir avuç toprak yok. Karla örtülü bütün yeryüzü. Ama serçeler kanatlı, uçuşuyorlar damlardan damlara, dallardan dallara. Cennet kanatsız. Serçeler umutlu, Cennet umutsuz. Üstte yok, başta yok. Nereye gitsin, kime sığınsın? Damın duluğuna sığınmış işte. Gücünün yettiği işi yapıyor yani ağlıyor. Onun o günkü amansızlığını hiç unutamadım. Yıllar sonra, başka bir Orta Oba’lı olan Resul Omar yani babam, Yoğun Kadir’i cinlerin çarptığı gün gibi karlı buzlu bir kış gününde, gözlerini yumunca tüm dünyada deprem oldu zannettim. O günkü Cennet dikildi annacıma (karşıma). “Haklıydın Cennet” dedim.

Yıllar geçti, Cennet’in yaşanmış öyküsünü yazdım, ağıdını yaktım :

Osman Gökçe
Berit’in Gözyaşları, Zeus Kitabevi (s.212), 2010, İzmir

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

  • YANIK KOKUSU
  • EVRENSEL BAYRAM
  • ZERKA
  • SOSYALLEŞME
  • SABAHIM ÇALINDI

Kategoriler

  • Anılar
  • Bildiriler
  • Çevre
  • Duyurular
  • Ericek
  • Genel
  • Güncel
  • Güncel Yazılar
  • Kitaplar
  • Makaleler
  • Ormancılık
  • Öyküler
  • Şiir Seçkisi
  • Şiirler
  • Tarım
  • Yayınlar
  • Yazılar Çevre

Copyright Prof. Dr. Osman Gökçe 2025 | Theme by ThemeinProgress | Proudly powered by WordPress