Skip to content
Prof. Dr. Osman GökçeBu sayfa ulusumun, ülkemin, devletimin ve tüm insanlığın yararına olduğuna inandığım bilgilerimi, deneyimlerimi, düşüncelerimi ve duygularımı ilgilenen herkesle paylaşmak, tartışmak, geliştirmek ve böylelikle doğrularda, güzelliklerde ve iyiliklerde hep birlikte buluşarak çoğaltmak ve bütünleşmek için açılmıştır. Prof. Dr. Osman Gökçe
  • Ana Sayfa
  • Yazılar
    • Güncel
    • Anılar
    • Öyküler
    • Tarım
    • Ormancılık
    • Çevre
    • Genel
  • Yayınlar
    • Makaleler
    • Bildiriler
    • Kitaplar
  • Şiirler
    • Şiir Seçkisi
  • Ericek
  • Duyurular
  • Fotoğraflar
  • İletişim

TECİRLİ DEDİĞİN

13 Mayıs 2010 0 comments Article Ericek

 

TECİRLİ DEDİĞİN

 

Osman Gökçe

 

Başlıktaki konuyu yazmak isteyişimin çeşitli nedenleri vardır. Ama bunlardan ikisi en önemlisidir. Bu iki neden, zıt karekterli iki kişidir. Birincisi Gümüş anamdır. İkincisi de Osmaniyeli Tecirli aşiretinden Mustafa Hacıkalenderoğlu’dur.

 Neredeyse, köydeki evimizden görülen tepelerin ötelerine hiç geçmemiş olan Gümüş anamı, bekarlığımda bir kışlığına, Isparta’ya yanıma getirdim(1968-69). Üç çocuğu, iki torunu ve bir de kendisi ile birlikte altı kişilik kalabalık bir horanta olduk. Yaşıyorduk kendi halimizce. Ama adına, “Gümüş’ü bilir misin Gümüş’ü-Hani o sabır taşı gözyaşı” diye şiirler yazdığım Gümüş anamı mutlu edemedim Isparta’da. Öksüz ve yetim gibi oldu. Sessizlesti, durgunlaştı, bizlere rağmen yalnızlaştı, sanki yaşama küstü. 

Ben pazartesi günleri, orman yolları planlaması için araziye çıkıyor, cumartesi günleri dönüyordum eve. Tor taylar gibi koşturuyordum dağlarda, çiğ arazilerde. Hafta sonu da Gül Baba Lokantası’na gidiyorduk arkadaşlarla. Yalnız Türkiye’yi değil bütün Dünyayı kurtarıyorduk anasonlu masalarda. Gecenin geç saatlerinde, kimseyi uyandırmamak için, anahtarımla yavaşça kapıyı açıp içeri girdiğimde bir ip yumağı gibi kendi etrafında sarılmış,  bir köşede  kıvrılıp kalmış ve uyumamış olarak bulurdum anamı.  Onu alındırmamaya çalışarak alçaktan “Ana gene uyumamışsın” diye söylenirdim. “Olsun oğlum, gece sabah mı oluyor ki? Geldin ya, şimdi yatar uyurum” der ve çocuklarının yanına mitilinin altına sokulurdu.

Bütün eşyası iki basma perde ve bir somyadan ibaret olan odama çekilip kapıyı kapattığımda anamı üzdüğüm, onu memnun edemediğim için kendime kahrederdim. Anamın bu sabırlı, itirazsız, mütevekkil ve itaatkar davranışlarını onun çaresizliklerine bağlar, buna kendi çaresizliklerimi de ekleyerek içime gömülür ve hıçkırıklara boğulurdum. O zaten, manevi olarak yarım kişiydi. Bir yarısı büyük oğlu Ali ile gitmişti. Bir yarısı kalmıştı. Kalan yarısını da “Ben yok ediyorum”  diye kendimi suçluyordum. O, ana içgüdüsüyle bunu bilirdi ve bazen de dayanamaz odama gelirdi. Somyanın ucuna oturur “Yağmur gözlü oğlum, hiç bir derdim yok. Seni merak ettim yalnızca. Köydeki korkularım tutuyor herhalde. Bir daha erkenden uyurum. Üzülme” diye beni yatıştırmaya çalışırdı. 

Anam, gündüzleri evimizin yan pencersinden gözüken Isparta’nın arkasındaki dağlara bakardı. Bundan mutluluk duyardı. “Bizim Karadışlık’a ne kadar da çok benziyor oğlum” derdi. Sonra oturur aramızda memleket muhabbeti yapardık. Hep bizim oraları ve bizim insanlarımızı konuşurduk, överdik. Özlemimiz dilimize vurmuştu. O mutlu olsun diye hiç bir aykırı düşünce belirtmezdim, evlilik hariç. 

Evliliğim konusunda kaygılanıyordu. Dışarılardan evlenmeme olumlu bakmıyordu. Ericek’in güzellerini öve öve bitiremiyordu. “Tecirli’nin kızları güzel olur oğlum” diyordu. “Anaya, ataya saygılı olurlar, eline eteğine düzgün olurlar, erkeğinin namusuna leke sürmezler, mert olurlar, erinin arkasında kaya gibi dururlar” diyordu. 

Anama göre Tecirli yiğitti, alıcı kuş gibi çabuktu ve avını kimseye kaptırmazdı. Sözünün eriydi, erkekleri yakışıklı, kızları da güzeldi. Berit’in bağrında, Berit’in havası ve suyu ile büyümüş alyanaklı Ericek güzeli ise güzellerin en güzeliydi. Üstelik meşakkate, yokluğa dayanıklı, türemesi bizden töresi bizdendi. Kimi göstersem, kime güzel desem hemen karşı çıkıyor ve Karacaoğlanın dediği gibi “Ben bu güzellere güzel mi derim” diye söyleniyordu. 

Sonra “Gövceler de Tecirlinin en hası ve en seçkini. Deden Hacı Resul bütün Albıstan Ovası’nda tanınırdı.  Baban da öyle, onun namını duymayan yoktur bizim oralarda. Tecirlinin mor belikli, kırmızı yanaklı kızlarına kıran mı girmiş ki soyunu sopunu bilmediğin yaban ellerinden evlenesin” diye sözü bağlardı. Kısacası, anam için Tecirli, Tecirliler içinde de Gövceler biricikti ve benzersizdi. En büyük asker bizim asker der gibi bir şeydi.

xxx

Aradan yıllar geçti. Osmaniye’ye atandım. Memlekete yakın ve aşiretin bol olduğu bir yer Osmaniye. Gelenlerim, gidenlerim oluyordu. İçlerinden birisi de Mustafa Hacıkalenderoğlu’ydu. Halil Eroğlu’nun oğlu. Soyadını, bilmediğim bir grekçe ile değiştirmişti. Ben ona Mustafa abi derdim. Hoşuna giderdi.  

Halil emmi, babamdan da yaşlı, varlıklı, toprak sahibi bir Tecirli büyüğü. Ağırbaşlı ve hatırlı bir adamdı. Babam ona hürmet eder ve Osmaniye’ye geldiğinde yanına giderdi. Ben de ara sıra ziyaretine gider gönlünü alırdım. Mutlu olurdu. Aşiretin eski hükümran günlerinden söz eder duygulanırdı. Oğlu ile yani Mustafa abi ile arası pek de iyi değildi. Birbirlerinden yakınırlardı.  

Mustafa abi önce işyerimde ziyaretlere geldi, gitti. Sonra ısrarla evine çağırdı. Tirşik çorbası ve içli köfteler ikram etti. Eşi Soylu’lardandı ve pek becerikliydi. Altta kalmamak için biz de onları evimize çağırdık. Ara sıra geliş gidişler oluyordu. Görüşmelerimizde Mustafa abi durmadan Tecirli öyküleri anlatıyor, ben dinliyordum. Eşi ve eşim, ev sahibi iken ikram işleriyle meşgul olyorlar, misafir iken sessizce oturuyorlardı. İkisinin de bu konuşulanlarla hiç bir ilgisi yok gibiydi. 

Bir akşam bizdelerdi. Mustafa abi yine Tecirli öykülerine başladı. Birini bitiriyor diğerine geçiyordu. Oturduğu yerden ikide bir heyecanını yenemiyerek ayağa kalkıyordu. Kılıçlar, palalar, bıçaklar, hançerler, silahlar, vuruşlar, vuruluşlar, yaralananlar, ölenler bir cenk meydanı anlatılır gibi anlatılıyordu. Gerçek ya da Mustafa abinin kafasından geçen  Tecirlilerin yiğitlikleri, kavgaları, maceraları yere göğe sığdırılmıyor, övüle övüle bitirilemiyordu. 

Vakit geldi, kalktılar. Eşimle birlikte bahçe kapısından uğurladık ve içeri girdik. Tülay “Gece bitmeyecek sandım” dedi. “Meğer ben kimlerle evlenmişim. Ne imiş sizin bu Tecirli aşireti? Saldırmadık oba, basmadık köy ya da kent, öldürmedik bey ya da paşa bırakmamış. Yıldırmadık, korkutmadık bir Allahın kulu kalmamış. İçim karardı. Uyuyabilirsem yatıyorum” diye söylenerek önce çocukların odasına gitti, üstlerini başlarını örttü ve sonra da yatak odasına yöneldi.   

xxx

Bu kitabı yazarken düşündüm. “Biz Tecirliyiz” diye övünen ve soyunu kutsayan bir köyden ve bir aileden geliyordum. Tecirli ile ilgili, sözlü kaynaklara dayalı doğru ya da yanlış pek çok da öyküler dinlemiş, bilgiler edinmiştim. Bunların bazılarını da kitabın daha önceki bölümlerinde aktarmıştım. Ama yazılı kaynaklarla ilgilenememiştim. Merak ettim, yazılı kaynaklarda neler anlatılıyor , neler yazılıyordu acaba  diye. İşte böyle bir merakla yazdım bu bölümü.

xxx

Yazılı kaynaklarda aslımızın, Gök-Türk imparatorluğu yönetimindeki budunlardan yani kavimlerden biri olan ve dokuz boydan oluşan Oğuzlar olduğu, Oğuzlar’a da, İslamlığın Türklerce yoğun bir biçimde benimsendiği XI. Yüzyıldan itibaren Türkmen adı verildiği bildiriliyor (1).

 Bu eserde açıklandığına göre, Oğuz sözcüğünün çıkışı ve kökeni konusunda farklı görüşler vardır. Oğuz sözcüğünü, yeni doğumlarda ilk süt anlamına gelen ağız sözcüğüne dayandıranlar, Oğuz’un Ok+uz yani Oklu adam ya da adamlar demek olduğunu ileri sürenler, Oğuz’un öküz sözcüğü ile bağlantılı bulunduğunu savunanlar, Oğuz’un oğuş yani akraba ya da aile kökeninden kaynaklandığını söyleyenler ve  Oğuz’u Ok+z yani oymaklar diye tanımlayanlar bulunmaktadır. Prof. Dr. Faruk Sümer anılan eserinde, Oğuz sözcüğünün Ok+uz yani Oklu adam ya da adamlar kökeninden kaynaklandığı görüşünü benimsediğini bildirmektedir. 

Oğuzlar’ın daha sonra aldıkları Türkmen adının çıkışı ve kökeni konusunda da farklı görüşler vardır. Bunlardan birisi, Türkmen sözcüğünün Türk+İman bileşiminden kaynaklandığını, anlamının da Aslı nurdan ya da Müslüman Türkler olduğunu savunan görüştür (2).

 Ben bu görüşün tarih bilimi ve dilbilim açısından ulaşılmış bir görüş olmaktan çok siyasetbilim bakış açısı ile oluşturulmuş bir görüş olabileceğini ve hatta daha da ileri giderek, belki İslami bir politika ürünü olabileceğini de düşünmekteyim.  Türkmen sözcüğünün ortaya çıkışının bu biçimde olamayacağını, bunun Türkçe dilbilim kurallarına uygun düşmediğini düşünmekteyim.  

Bir diğer görüşe göre, Türkmen sözcüğü, Türk sözcüğüne İran dillerinden gelen ve Türke benzeyen anlamını veren manand sözcüğünün eklenmesiyle oluşmuştur (3). 

Bazı araştırmacılar ise men/man ekinin yoğunluştırma işlevi gördüğünü ve Türkmen sözcüğünün saf Türk ya da çoğu Türkler gibi şeklinde tercüme edilebileceğini öne sürmektedirler (3). 

Benim de katıldığım bir diğer görüşe göre, Türkmen sözcüğü Türkçedeki men/man ekinden yararlanılarak türetilmiştir. Men/man eki ad, sıfat, fiil kök ve gövdelerine gelen bir ektir. Bunun dilimizde eski ve yeni pek çok örnekleri vardır. Azman, belletmen, egemen, eleştirmen,  göçmen, gökmen, karaman, katman, kocaman, kölemen, küçümen, sayman, şişman, yazman vb (4). Bana göre, Türkmen sözcüğü de böyle türetilmiştir. Aynı çatı altındaki beyliklerde, hanlıklarda ya da devletlerde Türk olan unsurları tanımlamak ve diğerlerinden ayırmak için Türkçe kurallara uygun bir biçimde Türkmen sözcüğü türetilmiş ve kullanılmıştır.

Oğuzların dokuz boyundan yalnızca Kunı ve Tongra olmak üzere iki boyunun adı biliniyor. Oğuz Devletinin başı olan Oğuz Kağan’ın adları Gün Han, Ay Han, Yıldız Han, Gök Han, Dağ Han ve Deniz Han olan 6 oğlu ve her oğlunun da 4 oğlu vardır. Böylece Oğuz Han’ın 24 torunundan 24 Oğuz boyu meydana gelmiştir. 

Gün Han, Ay Han ve Yıldız Han’ın çocuklarının olulşturduğu boylara Bozok boyları ya da Sağ kol boyları deniyor. Bunların adları şöyledir :

 

Gün Han’ın oğullarından

1.Kayı,

2. Bayat,

3.Alaevli,

4. Karaevli;

Ay Han’ın oğullarından

5.Yazır,

6. Döğer,

7. Dodurga,

8. Yaparlı;

Yıldız Han’ın oğullarından

9. Avşar,

10. Kızık,

11. Beğdili,

12. Karkın. 

 

Gök Han, Dağ Han ve Deniz Han’ın çocuklarının oluşturduğu boylara da Üç Oklar ya da Sol kol deniyor. Üç Ok boyları da şunlardır :

Gök Han’ın oğullarından

13. Bayındır,

14. Beçene,

15. Çavuldur,

16. Çepni;

Dağ Han’ın oğullarından

17. Salur,

18. Eymür,

19. Alayuntlu,

20. Üregir;

Deniz Han’ın oğullarından

21. Iğdır,

22. Büğdüz,

23. Yıva,

24. Kınık.

 

Tecirlilerin, Bozok yani Sağ kol boylarından olduğu yönünde kayıtlar vardır (5). Dulkadirlilerin yani İmanlu Avşarlarının da Bozok boylarından ve bazı kaynaklara göre Bozokların da Bayat boyundan olduğu bildirilmektedir. Diğer yandan,  toplamı 37 adet olan Dulkadirli oymaklarından birisinin de Tecirliler olduğu açıklanmaktadır (1). 

Başka bir kaynakta da Tecirli aşiretinin Dulkadirli Ulusunun Ağcakoyunlu boyuna mensup  24 obadan oluştuğu, bunların hepsinin Osmaniye ile Ceyhan kazaları etrafında yerleşmiş olduğu, bu obaların bugün isimlerinin köy ismi olarak korunduğu bildirilmekte ve bu isimler şöylece sıralanmaktadır : 

1.Palalı, 2.Yazmalı, 3. Şekerli, 4. Hibeoğlu, 5. Gününoğlu, 6. Budaklı, 7. Gürer, 8. Böcüklü, 9. Domballı, 10. Eloğlu(Şimdi Türkoğlu), 11. Çerçioğlu, 12. Alcı, 13.Gücüklü, 14. Kokulu, 15.Çirnazlı, 16.Karabibili, 17.Araplı, 18.Kırmıtlı, 19. Kabuklu (Kabukluuşağı, şimdi Sakarcalı), 20. Alhanlı, 21. Sarıhasanlı, 22. Kalalı, 23.Karaobalı ve 24-Dervişeli. 

Ayrıca, Kumarlı ( İmat, Molla Ömer Uşağı, Solaklı, Uyduranlı)’nın da Tecirli aşiretinden olduğu, aşiretin şor evinin (büyük ev, baş ev, mahkeme) Dervişeli’nde bulunduğu ve eskiden Berit Dağı’nda yayladığı bildirilmektedir (6,7).

Diğer yandan, Tecirli aşiretinin Kınık boyundan kalan Türkmen aşireti olup olmadığı konusu üzerinde de durulmakta ve 19. yüzyılın başında Cevdetiye’de yaşayan ve Tecirli Aşireti’nin oda aşığı olarak bilinen Aşık Ömer’in bir şiirinde           

Haramiden görünür Harnıp’nın düzü
Oturmuş beyleri ediyor sözü
Eski Kınıklı’yım kim’edem nazı
Enden, enden kırık bizim kolumuz 

demesinden, Kınıkların büyük köylerinden birinin de Araplı (Cevdetiye) olduğunun anlaşıldığı ileri sürülmektedir (8). 

Tecirli oymağının , Bozok boyundan Yıldız Han’ın birinci oğlu Avşar beyin kurduğu Avşar boyu obaları içinde yer aldığı da yine çeşitli kaynaklarda yazılmaktadır. Avşar obaları içinde Avşarlardan başka daha 12 oba bulunmaktadır. Bunlardan birisi de Tecirlilerdir (9). Kaynaklarda  Avşar ve Tecirli adları sık sık yan yana geçmektedir. Tecirli Avşarı ya da Avşar Tecirlileri kavramları kullanılmaktadır. 

Bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Tecirli aşiretinin Oğuz boylarından olduğu kesinlik kazanmakta ve bu boylardan da Bayat, Avşar ya da Kınık boylarından birine mensup olabileceği düşünülmektedir. Yani Bayat mı, Avşar mı ya da Kınık mı olduğu tartışmalı gözüküyor. Ancak, komşu köyümüz Kınıkkoz bazı kaynaklarda her ne kadar Türkiye’deki Avşar köyleri listesinde gösterilse de , bu köyün kurucularının Kınık aşiretinden olması akla daha yakın geliyor (9). Böylece, Kınıkkozlularla akrabalıkları bulunan bazı Ericeklilerin de Kınık boyundan ve soyundan geldiği düşünülebilir.

 D. V. Langlois’nın Çukurova’daki Oymaklara Dair Listesinde (1857), o tarihlerde Tarsus ve Adana yöresinde yaşayan 20 adet oymaktan birisinin de Tecirliler olduğu bildirilmektedir (1). Bu kaynağa göre, yine o tarihlerde 1200 çadırlık bir topluluk oluşturan Tecirlilerin 30 000 koyunu, 40 000 keçisi, 21 000 sığırı ve 100 adet de devesi bulunmaktaydı.

xxx

Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne 27.01.2010 Tarihli başvurum üzerine, 11.02.2010 Tarihli yanıtla, ülkemizde toplam 1532 kişinin tecirli soyadını taşıdığı bildirildi. Buna karşılık, yaptığım taramaya göre, tecirli adını taşıyan yalnızca 3 adet yerleşim yeri vardır. Bunlardan birisi Osmaniye’nin Tecirli ilçesidir. Çoğu Tecirli oymağından olan 13 adet köyü vardır. İkincisi Malatya ili Yazıhan ilçesine bağlı  Tecirli adında 484 nufüslu küçük bir Alevi köyüdür. Üçüncüsü de, yaşam biçimleri daha çok Kürt geleneklerine uygun olan Iğdır ili Merkez ilçeye bağlı 1293 nüfuslu yine Tecirli adında bir köydür. Bunlardan başka, Tecir ya da Tecirli ile ilgili olarak bulunabilen yer adları Arguvan’nın kuzeyinde bulunan ve şimdi yalnızca yer adı olarak kalan eski Tecir köyü, Mardin-Kızıltepe-Halep yolu üzerindeki Tecir yöresi ve yine bu yol üzerindeki Tecir Han’dır.  

xxx

Tecirliler hakkında Cevdet Paşa Tezakir’inde  ilginç bazı bilgiler ve öyküler verilmektedir (10). 

Bunlardan birisi Zeytun (Süleymanlı) Ermenilerinin başkaldırısı ile ilgilidir. Verilen bilgilere göre,  Cihan (Ceyhan) nehrinin sol yakasında yaşayan Tecirliler yazları yaylalara çıkarlar kışları da Çukurova’ya inerlerdi. Bir keresinde, Zeytun Ermenilerinin başkaldırısını bastırmak için Maraş mutasarrıfı İzzet Paşa-zade Aziz Paşa, yerlilerin yanında Tecirlilerden de bir miktar asker toplayarak Zeytun üzerine göndermiştir. Ancak, Tecirli atlıları, Ermenilerden sonra sıranın kendilerine de geleceğini düşünerek geri çekilmişler ve bundan cesaretlenen Zeytun Ermenileri de işi bütün bütün azıtmışlardı. Maraş’tan kimse Zeytun’a gidemez hale gelmişti.  

Bu öykü bana, Hacıkaye dedemle ilgili bir başka öyküyü anımsattı. Ericek’te şimdiki lisenin alt tarafında, benim okuduğum eski ilkokulun yerine Kışla Yeri diyorlardı. Burada bir zamanlar, büyük olsılıkla yine Ermeni başkaldırılarıyla aynı zamanlarda, hangi düzeyde olduğunu bilmediğim bir askeri birlik bulunuyormuş asayiş için. Hacıkaye dedem çok çaba göstermiş ve köylüleri ikna etmiş bu birliğin buradan kalkması ve Çardak’a gitmesi için. Gerekçesi de tıpkı Zeytun Ermenileri ile ilgili öyküde olduğu gibiymiş. Anlatıldığına göre diyormuş ki “Bu askerler şimdi eşkiya ile savaşırlar. Onları yendikten sonra sıra bize gelir. Elimizi, kolumuzu bağlarlar. Karımıza, kızımıza sarkıntılık ederler. Oysa biz kendimizi koruyabiliriz. Köycek hep birlikte olalım ve bu askerlerin buradan gitmesini sağlayalım”. Sağlamışlar. Askerler gitmiş, yalnızca Kışlanın Yeri diye adı kalmış yadigar.   

Cevdet Paşa, Cihan nehrinin sol yakasında kışlayan ve Payas sancağına bağlı olan aşiretlerin ve özellikle Tecirli aşiretinin kışın Amik Ovası ve Çukurova’da yolları tuttuğunu, soygunlar yaptığını ve yazın da yaylalara çıkıp, Anadolu içine yayılıp hırsızlık ettiklerini anlatmaktadır. Tecirli aşireti bölgedeki aşiretlerin en zararlısı olarak nitelenmekte, özellikle Kara Kethüda (Kahya) çevresinde toplanan süvarilerin çok cüretkar oldukları, kendilerinden kalabalık aşiret topluluklarının bile bunlardan çekindikleri ve yasaklanmasına rağmen Bulanık (Bahçe) kazası Haruniye ormanları içerisinde kışlayarak sağa sola saldırdıkları bildirilmektedir.    

 Tezakir’de geçen bir diğer öykü de Tecirli boybeyi Süleyman Ağa ile ilgilidir. Süleyman Ağa’nın canı sıkılıyormuş, sorulduğunda karısının kendisini boşadığını öğrenmişler. Olay şöyle anlatılıyor : 

Meğer Tecirli aşiretinde karıların kocalarını boşamaları adeti varmış. Karı kocasına (Ben ondan hoşnut değilim) diye haber gönderdiğinde kocasından boş olurmuş. Kocası da aşirete bunu bildirip kendisini beğenen bir karı var mı diye sorarmış. Bu arada, bir karı çıkıp da (Ben onu beğenirim) der ise onunla evlenirmiş. Bu garip adet, Türkmen oymakları arasında yalnızca Tecirli aşiretine özgü imiş.  Ancak, Dicle-Fırat dolaylarında yaşayan Arap asıllı Aneze aşiretinde ve Antakya’da da böyle bir adet varmış. Antakya’da bir karı mai (mavi) ferace giydiğinde kocasından kendi isteği ile boş olurmuş. Hali vakti uygun olan gelinlerin gelin giderken çeyiz sandıklarında bir de mai feraca olurmuş. Kocasına darılan ve boşanmak isteyen kadın bu feraceyi sandıktan çıkarır giyermiş ve böylelikle de kocasından boşanmış sayılırmış. Sandığında mai feraca olmayan kadınlar da boşanmak istediklerinde diğer kadınlardan böyle bir mai feraceyi ödünç alır giyerlermiş. Aynı şekilde kocasından boşanırlarmış.  

Tezakir’de Türkmen aşiretlerinin en şeriri (şerlisi) diye tanımlanan Tecirlilerle ilgili bir başka öykü de cenaze namazları ve imam nikahı ile ilgilidir. Şöyle ki : 

Tecirli aşiretinde cenaze namazı kıldıracak hoca olmadığından insanlar öldükleri yerde hemen defnedilirler ve üçbeş ay sonra bir hoca bulunursa mezarı üzerine götürülüp cenaze namazı kıldırırlardı. Evliliklerde de benzer uygulama yapılırdı. Zifaftan nice zaman sonra bir hoca bulurlarsa iki tanık ile nikah kıydırırlardı. Çoğu kere de bu nikah kadın hamile iken yapılırdı. Üç Aylar dolayısıyla aralarına bir hoca girerse bir çok cenaze namazları birden kılınır ve birçok nikah birden kıyılırmış. Hoca efendi bu suretle epeyce para kazanırsa da bu paranın hayrını göremezmiş. Çünkü, hoca efendi işleri bitirip dönüş vakti geldiğinde görünüşte obadan hoşnutlukla ve güler yüzle uğurlanırmış ama yolunun üzerine üç beş Tecirli atlısı gönderilmesi de ihmal edilmezmiş. Obadan ayrılan hoca efendi ıssızda yakalanır ve bütün paraları ve üstelik, hocanın kazanç aracı olan Mushaf’ı da elinden alınırmış. Hoca daTecirli obasından, canını zor kurtarır ve geldiğinden daha da yoksul olarak kös kös dönermiş.
xxx
Verilen bilgilere göre, Tecirliler 1691 Tarihinde Ceyhan nehrinin sol tarafına yerleştirilmişlerdir (11). Bunlar Dulkadirli ulusuna bağlıydılar.  Kendileri gibi Ceyhan nehrinin sol tarafını tutan Cerit aşiretine göre çevresine daha çok zarar veren Tecirli aşiretinden 303 ev  ekip biçrnek, araziden elde ettiği mahsulün onda bir vergisini devlete ödemek ve halkı eşkıya saldırısından korumak şartıyla Kınık (Osmaniye) ve Berendi (Ceyhan ve Yumurtalık’ı içine alan kaza) arasına iskan edildi. Fakat Tecirliler, İran’nın Kermanşah bölgesindeki Lekistan ya da Luristan denilen topraklardan geldiği ileri sürülen Lekvanik aşireti (Lek Ekradı, Lek Kürdü) ile birleşip halkın mallarını talan etmeye ve eşkıyalık yapmada devam etti. Silahlarını devlete teslim etmedi. Bunun üzerine Tecirliler zorla dağıtıldı. Koşullara göre, bazen yaylaklarına bazen de kışlaklarına iskan olundular. 

Ancak baskınlar sona ermedi. Maraş’ta 1704 baskınında 150 köy yıkıldı. Tecirli, eşkıyalık yapıyor, halkın ekinlerini ve otlaklarını kendi hayvanlarına yedirerek çevreye zarar veriyor, yoksul ve güçsüz vatandaşlar ile köy halkının mallarını gaspediyor, yol kesiyor, insanları öldürüyordu. Yaylaya giderken ya da yayladan gelirken geçtikleri yerleri talan ediyorlardı. Bunun üzerine, 10.Kasım.1706 Tarihinde Maraş ‘ta oturan Kozanoğlu’na gönderilen bir fermanla aşiretin cezalandırılmaları emredildi. Rakka’ya (Suriye) yerleştirilmelerini sağlamak için, ileri gelenlerinden iki kişi, rehin olarak Amasya’ya götürüldü ve hapsedildi. Fakat, bu iki kişi bir süre sonra serbest bırakıldı. Görevde ihmali bulunanlar için 1707 Yılı Ocak Ayında Rakka valisinden soruşturma yapılması istendi. Ayrıca aynı yıl, isyan halinde olan Ayas, Berendi ve Kınık’a yerleştirilen Tecirlilerin de Rakka’ya sürülmesi emredildi. Bu isyanlar ve iskanlar konusunda yazılı kaynaklarda verilen bilgiler özetle şöyledir (11) : 

Saray, Karaman valisi Hasan Paşadan, 1707 Yılı Nisan Ayında  isyancıların üzerine asker gönderilmesini emretti. Ayas, Berendi ve Kınık kadı ve zabitlerine 23.Haziran.1707 Tarihinde gönderilen yazıda aşiretlerin vergilerini zamanında ödemelerinin sağlanması ve yaylaya çıkmalarının engellenmesi emredildi. Ayrıca iskan olunan yerlerde yeteri kadar toprağa sahip olmayan aşiretlere toprak verildi,  kaldıkları kışlaklarında ziraat yapmalarına çalışıldı. Bundan başka, 7.Şubat.1708 tarihinde Maraş Beylerbeyi Rışvanoğlu Halil Paşaya da bir ferman yollanarak Tecirli aşireti’nin birikmiş olan vergi borçlarını ödemeleri şartiyle Ayas, Berendi ve Kınık’a iskan olunmasına izin verildi. Bunların düzenli bir şekilde yerleşimini sağlamak için Dergah-ı Mualla Kapucubaşılarından Elhac Yusuf Efendi buraya voyvoda tayin olundu. Buna rağmen Tecirli aşireti iskan olmaya yanaşmadı ve eşkıyalık yaparak halka zulmetmeye devam etti. Bunun üzerine aşiretin Rakka’ya sürülmesi emredildi. Fakat başarılı olunamadı ve l708’de tekrar Ayas, Berendi ve Kınık’a yerleştirilmeleri emrolundu. Ancak haklarındaki şikayetler yine bitmedi ve yeniden Rakka’ya iskan edilmeleri istendi. Bunda da başarılı olunamayınca, tarımla uğraşmaları koşuluyla, Anavarza çevresine zorla yerleştirilmeleri için emir verildi. Fakat bu emirden de bir sonuç alınamadı. Bu gel git emirler devam etti. Halep ve Rakka valisi Yusuf Paşa ve Maraş Beylerbeyi Bekir Paşaya 1712 Yılı Aralık ayında yeniden fermanlar gönderildi ve aşiretin gizlendikleri yerlerden çıkarılarak Rakka’ya iskan edilmeleri yeniden emredildi. Bu arada Dulkadirlinin bir kolu olan Cerit aşiretine bağlı Tatarlı ve Azizli oymakları da l713’te Rakka’ya sürüldü. 

Diğer yandan Saray, Tecirliden yararlanmak da istiyordu. Bu amaçla, 1720 tarihinde bölgeyi eşkıyanın zulmünden korumaları için Tecirli  aşiretinden 50 hane Harran ovasına yerleştirildi. Harran ve çevresini eşkıyadan korumak ve tarımla uğraşmak koşuluyla arazi vergilerinden de muaf tutuldu. 

Bütün çabalara karşın, Tecirli aşiretini dizginlemek ve bir yere yerleştirip uslu bir tebaa   durumuna sokmak mümkün olamıyordu. Saray dayatıyor, aşiret diretiyordu. Bu bağlamda olmak üzere,  1723 Yılı Ocak Ayının ortalarında Rakka Valisi Osman Paşaya yeniden bir emir gönderildi. Tecirli aşiretinin hayvanları, binek hayvanları, ailesi ve bütün eşyası ile  birlikte zorla getirilerek yeniden Rakka’ya yerleştirilmesi istendi. Emrin yerine getirilmesi için Adana Beylerbeyi ve Dulkadirliden ayrılan diğer aşiretlerin voyvodaları da görevlendirildi. Ayrıca, aşiretin bir daha buradan kaçmaması için caydıncı önlemler alınması da emredildi. Mallarına senelik 2500 kuruş gelir vergisi kondu. Rakka valisi Osman Paşaya işi sıkı tutması için emir üzerine emir verildi. 

Olmadı, yine de başarı sağlanamadı.  Aşiret Rakka’ya gönderilemedi. Tecirliler, Antep’e kadar uzanan geniş bölgelerde başıboş gezmeye, vurguna, soyguna ve eşkiyalığa devam ettiler.

 Saray, 1724 yılnda Tecirlinin Anavarza’ya zorla yerleştirilmesi yolunu yeniden ferman etti.  Fermanın uygulanabilmesi için başka fermanlar gönderildi. Aşiretlerin beylerine ve ağalarına  11.Eylül.1733 Tarihinde gönderilen fermanla onlardan yardım istendi. Kendilerinin de huzuru ve güveni için aşiret mensuplarının eşkıyalık yapmalarına izin verilmemesi, eşkıyalık yapanların tesbit ve teslim edilmesi istendi. Aksi halde üzerlerine asker gönderileceği,  cezaya çarptırılacakları, mallarına el konulacağı, eşkıyayı önlemede kusurlu olanların Kıbrıs’a sürgün edileceği bildirildi. 

Fakat bu fermanlar da işe yaramadı. Bir zamanlar Kürt asıllı Lekvanik aşireti ile birleşip devlete başkaldırdığı ileri sürülen Tecirliler, bu kez de 1855’te Maraş’ta Zeytin Ermenileri ile birleşerek isyan çıkarmakla suçlandı. 1853-1856 yılları arasında Kırım Savaşı nedeniyle Maraş’ta bulunan askerin sayısı azalmıştı. Bunu fırsat bilen Tecirli aşireti ve Zeytin Ermenileri devlete baş kaldırarak, 4.Eylül.1855’te Maraş’ı işgal ettiler. Halkın mal ve canına zarar veren eşkıya, yaptıkları haksızlıktan dolayı layık oldukları şekilde cezalandırılamadı. Bunların sonucunda, Tecirli aşiretinin zulmünden rahatsız olan Maraş halkı arasında olaylar çıktı. Bunun üzerine durumdan istifade eden Ermeniler, isyan etmeye başladılar.

xxx

Aradan yıllar geçti ve gün geldi 1865’te İslahiye kuruldu. Maraş, Halep, Antep ve Çukurova’ya giden yolların kesiştiği yerde Kerkütlü, Hariağzı, Çerçili, Kurdbahçesi, Eğirtili, Keferdiz nahiyesi ve Dumdum ovasının verimli toprakları birleştirildi ve buraya İslahiye adı verildi. Halep’e bağlı Delikanlı aşireti ile Maraş’a bağlı Çelikanlı aşireti, Nigolu kalesi (İslahiye Gözbaşı mevkii) civarında inşa edilen Islahiye kasabasına yerleştirildi. 

Nurdağı’nın bir ucunda ve Çukurova’nın bir kenarında bulunan Hacı Osmanlı köyüne de yine 1865’te Osmaniye adında bir kasaba kuruldu. Hacı Osmanlı köyü merkez olmak üzere önce nahiye, daha sonra kaza oldu. Bu kazaya nice sürgün yiyen ve nice devlet baskılarına uğrayan ve fakat bir türlü soygunculuğu, vurgunculuğu önlenemeyen Tecirlilerle  Cerit ve Ulaşlı aşiretlerinden bir kısmı yerleştirildi. Tecirli ve Cerit aşiretlerinin kışlak yerleri, Ulaşlı aşiretinin oturduğu Cendoğlu nahiyesi Osmaniye kazasına bağlandı. Ayrıca buraya bağlı olarak Dervişiye ve Cevdetiye adlı iki köy kuruldu. Osmaniye halkı, Fırka-i İslahiye ile alış veriş yaparak kısa zamanda hırsızlık ve eşkıyalık yerine ticaretle meşgul olmaya başladı. 

Onların yaşayışları  “Müslümanlığın sadece adı vardı” diye tanımlandı. Hırsızlığı ve eşkiyalığı meşru kabul ettikleri, özellikle at hırsızlığı ve gasbı adet haline getirdikleri, kısa bacaklı atlarıyla çok çevik ve hızlı bir şekilde hareket ettikleri, dağlık ve engebeli arazilere keçi gibi tırmandıkları ve her türlü hava şartlarında süratle seyahat edebildikleri yazılıp bildirilen onlar için böylece bir dönem kapandı. Özlemle ve gözyaşları ile anlatılan acıları, tatlıları, binbir türlü öyküleri anılara gömüldü. Namlı yiğitleri yaşlandılar ve yaşadıklarını torunlarına anlattılar. Sonra da teker teker göç ettiler bu dünyadan. 

Ancak Tecirlinin ne davası , ne kavgası yine de bitmedi. Birleşen Avşar ve Bozdoğanlara karşı Ceritlerle birleşerek savaştılar. Berit Dağı yaylalarına gidip gelmeleri yasaklandı ama gidip geldiler. Elbistan ovasının güney ucunda bulunan Tecirli aşiretine ait Ericek köyünün, Berit Dağı’nın ve Engizek yaylasının havası, suyu çekti onları, çağırdı onları.  Yayla yollarına düştüler ve 

Yayla yollarında göç katar katar
Tan davulu vurur kukkular öter
Tecirli güzeli elele tutar
Ulam ulam gider elin Tecirli 

diye  çağırdıkları türküler dillerinden düşmedi. 

Fırka-i İslahiye isyanı bastırdı. Gasbettikleri iddia edilen malları ellerinden alındı. Perişan oldular. Çukurova sıcağına mahkum edilip kaçamayanlar 

Garbi yeli eser bir sıcak çöker
İçilmez suları yosunlu kokar
Geceler yatılmaz ivezi sokar
Soğuk sulu yaylalarım kal kalan

diye ağıtlar yaktılar.

xxx

Tecirlilerle ilgili bilgi kaynaklarından önemli birisi Ali Rıza Yalman (Yalgın)’ nın Cenupta Türkmen Oymakları adlı eseridir (7). Yalman 1931 yılında yaptığı alan araştırmasında, o tarihte Berit dağında yalnız Tecirli aşiretinden Göğşen Kahya ile Antepli İncuzade Hasan Efendi’nin davarlarının bulunduğunu, vakti ile bu dağa bütün Tecirli oymaklarının çıktığını, şimdi artık bunların çoğunun çıkmaz olduğunu bildirmektedir. 

Yalman, Tecirlinin yiğitliği ile ilgili olarak da Göğşen Kahya’dan dinlediği şu öyküyü aktarmaktadır : Zeytin gavurlarından biri “Ben bir Tecirliyi atına binmiş çam ağacına tırmanırken gördüm” diye anlatıyormuş. Göğşen Kahya “Biz eskiden kurt eniği idik. Bakma şimdi böyle ünümüzün kalmadığına “demiş. 

Yalman bu araştırmasında Antep’ten Maraş’a, Maraş’tan Zeytin’e, oradan Büyük ve Küçük  Çavdar’a, Karnıyarık’a ve Ericek’e geldiğini, Ericek’te dedem Hacı Resul Efendide misafir kaldığını yazmaktadır.  Yaşlılardan aldığı bilgilere  göre,  o tarihte 40-50 haneliymiş Ericek ve 70-80 sene önce kurulmuş. Yalman  “Halkın göreneği pek az” diye de not düşmüş. 

Ali Rıza Yalman eserinde daha sonra şunları yazmaktadır : 

“Bir kaç gündür Tecirliler arasındayım. Burada en çok dikkatimi çeken şey kadın kıyafetleri olmuştur. Bunları bugün yerleşmiş olan Ericek köyünde inceleyerek tesbit ettim. Kadın ve kızların kullandıkları elbiselerin isim ve şekilleri şöyledir :

 1-İç yelek : Gömleğin üstüne giyilen mintan ve ona benzer bir giyecektir.

2- Güdük (Benim çocukluğumda bunun adı Kürdük idi O.G.) :Mintanın üstüne giyilen bir çeşit kolsuz yelektir.

3-Kolçak : Omuz ve enseden geçen bir çift kolluk.

4-Dizlik: Bol ve paçaları düşük bir çeşit şalvar.

5-Mavi dalama (Dolama olmalı, O.G.) : Arkası uzun , önü kısa bir çeşit eteklik.

6- Önlük: Dikdörtgen şeklinde bir peştamal.

7-Gömlek : Geniş kollu ve kol kenarları oyalı bir tür zıbın.” 

Yalman’ın verdiği bilgilere göre, Ericek’te o tarihte başa sırma fes ya da adi fes giyiliyordu. Fesin şakaklara gelen yerine üç tane Mahmudiye altını takılıyordu. Kızların saçı sırma bağlarla örülüyor ve bu örgülerin uçlarına herkesin kendi durumuna göre altın, gümüş vb süs takıları takılıyordu. Fesin üzerine yaşlı kadınlar yağlığı başlarına dolayarak bağlıyor, gelinler dolamadan bağlıyor ve kızlar ise yağlıksız fes giyiyorlardı. Gelinler şakaklarına kepçe adı verilen içi çukur altın takarlardı. Kızlar kepçe takmazlardı. 

Tecirlinin kızları, gelinleri, dulları, kocası öldükten sonra evlenmek isteyen kadınları baş yapısı ve giysilerinden dolayı birbirlerinden kolayca ayırt edilirlerdi. Örneğin, kızlar saçlarına 40’a yakın belik örerlerdi. Beliklerin ucu “Saç bağı” denen bağlarla bağlanır ve saç bağları halis ipekten olursa “Erbi”, iplikten olursa “Örgü” denilirdi. Örgülerin üzerleri altın, gümüş, para vb şeylerle süslenir ve bu süslere “Saç cıncığı” adı verilirdi. Kadınların başlarında ise som gümüşten ya da som sırmadan tepelikler kullanılırdı. Tepeliklerin etrafında da salkım salkım süsler bulunurdu. 

Daha sonra ne olduğunu ve nereye gittiğini bilmiyorum ama çocukluğumda Gümüş anamın da gümüşten bir tepeliği olduğunu anımsıyorum. 

Yalman aldığı bilgilere göre, fes giyilmeden önce saçların örüldüğünü, alın üzerine gelenler kesilerek kırkma yapıldığını, zülüflerin “Kalemis” denen bir yağla yağlandığını, fesin önüne alnın üstüne dikilen altınlara “Alın altını”, yanlara dikilenlere “Döğme” denildiğini, kızların fesi örtüsüz giydiklerini ve buna da “Dalfes” adı verildiğini belirtiyor ve dalfesin üzerine bir ipekli   ve kenarları sırma pullu grep cember bağlandığını yazıyor.

Köyümüzde çocukluğumda dinlediğim bir ağıtta da dalfes sözü geçiyordu. Aileleri istemediği için, sevgilisine gönüllü olarak kaçan bir kızın kardeşleri tarafından dağda sıkıştırılıp sevgilisi ile birlikte vurulması üzerine yakılmış bir ağıttı. Dalfes sözcüğünün geçtiği dörtlük şöyledir: 

Rastık çekerdi kaşına
Dalfes giyerdi başına
Kanımı yere veririrm
Seni vermem gardaşına 

Tecirlinin fesi ile ilgili bir başka dörtlük de aşağıdadır (12): 

Ceyhan nehri üçgülünün, sazının
Neşesi var turnasının kazının
Berit yaylasında Türkmen kızıın
Baş üstünde işlemeli fesi var   

Naci Kum’dan alınan ve Ceyhan’ın İmren köyünde Cerit Türkmenlerince Tecirli güzelleri için söylenen bir de türkü veriyorum aşağıda (13):  

Gondura giyer gıçına
Girer camızın içine
Saç bağı bağlar saçına
Tecirli’nin güzelleri 

Yüksek uçar engin gonar
Kötünün dalına tüner
Alatirik (Elektrik) gibi yanar
Tecirli’nin güzelleri

xxx

Tecir, sözlükte  sürü hayvanlarının alım satımını yapan kimse olarak tanımlanmaktadır (4).

Kaynaklarda Tecirli kavramının “Tacir, ya da Tecir” sözcüğünden türetildiği bildirilmekte ve  tacir ya da tecir sözcüğünden Tecirli kavramının ortaya çıkışı da şöylece özetlenmektedir (14,15):

Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü’ndeki Kars-ı Maraş (Kadirli) ya da Kars-ı Zülkadriyye  Tapu Tahrir Defteri kayıtlarına (1562, s. 326-344) dayanılarak bildirildiğine göre, bundan yaklaşık 5 yüzyıl önce Kayseri’nin Erciyes dağı yakınlarından Toros dağlarını aşarak, Çukurova’ya inen ve Gavurdağlarına kavuşan geniş arazide Zülkadir Beyliği’nin en büyük sancağı olan “Kars-ı Maraş”  Sancağı var idi. Kars-ı Maraş’ın, Ceyhan nehrinin sol tarafında ve Düldüldağı eteklerindeki bölgede Haruniye ve Bayındır nahiyeleri bulunuyordu. l560’lı yıllarda buralarda yaşayan Türkmen oymakları Osmanlı yönetimince  deftere kaydedilmişti. Bu kayıtlara göre Haruniye’de Orçanlı, Karamanlı, Kızılhasanlı, İmamlı, Dedebeyli, Bunsuz Fakı, Şahmelikli, Çürük, Bayramlıca, Beçenekli, Kavurgalı, Anamaslı, Küreci, Karacalı, Zakirli, Sarıdanişmentli, Bektaşlı, Çalanlı, Yortan, Memik ve Bayındır’da da Dokuz, Ağcakoyunlu, Karamanlı, Küreci, Avcı, Beçenek, Şahmelikli, Küşne, Çanakçılı adlarındaki Türkmen oymakları vardı(16).

O yıllarda dirlik düzenlik içinde yaşayan bu obalar, l600’lü yıllarda Osmanlı’da  toplumsal düzenin derin sarsıntılar geçirmesi, yöneticilerin halkı vergi ve rüşvetle ezmeye başlaması üzerine isyan etmeye başladılar, topraklarını terkettiler, dağlara çıktılar, eşkiya oldular, yolları kestiler ve tüccarları soydular. Bu obalar hakkında “Tüccarlı” ya da “Tecirli” adı da böylece ortaya çıktı. Arşiv araştırmalarına göre, Zülkadiroğullarına bağlılıktan ayrılan ve 1600’lü yılların sonları ile 1700’lü yıllarda Osmanlı kayıtlarına sık sık düşen Tecirli adının 1613 yılında Bozulus Türkmenleri arasında kayıtlara geçtiği bildirilmektedir  (16).

Ayas, Berendi, Misis ve Kınık şehirlerine 1691 tarihinde yerleştirilme kararı çıkan 20 oymaktan birisi de Tecirli olup kararda bu ad Tüccarlı olarak geçmektedir. Başlıca Tecirli oymakları Hınzır Tüccarlısı, Cırrık Tüccarlısı, Şahablı Tüccarlısı olarak bildirilmekte ve  iskan edileceklerin sayısı da 1303 olarak verilmektedir. İskan defterinde bahsi geçen Tüccarlı Dokuz oymağının Tecirli aşiretinin asıl nüvesi olduğu ileri sürülmektedir (14).

İşte bu bilgilere dayanarak Tecirli adının çıkışı ile ilgili olarak şu yorum yapılmaktadır (15):

“1-Celali isyanları esnasında Gülekboğazı-Adana-Misis-Kurtkulağı-Payas hac ve tüccar yoluna saldırarak buranın güvenliğini bozdukları “tüccarları soydukları” için Tüccarlı/Tecirli ismini almış olabilirler.

2-Aşiret kavgaları esnasında ele geçirdikleri mal ve davar sürülerini pazarlamak için içlerinde bol miktarda “mal tüccarı” bulunan aşiret anlamına da gelir.

Her iki ihtimale de bakarak Tecirli’nin isim kaynağı kaç-göç-isyan- iskan döneminin hatırasıdır.”

Bu yorum beni liseli yıllarıma götürdü. Edebiyat öğretmeni İrfan Zülfikar benim Türkçeciliğimle dalga geçmek için “Söyle bakalım Güneş Dil Teorisi üstadı, Fransızca eau (o okunur) su demektir. Türkçe’de de oluk su taşıyıcısıdır. Buna göre Fransızca Türkçeden çıkmış olabilir mi” dedi. O güldü, ben de güldüm.

Demek istiyorum ki ses benzerliklerine bakarak etimolojik yorumlar yapmak yanıltabilir.  Tecirlinin onca vukuatı içerisinde en yoğunu ve en önemlisi tüccar soygunculuğu mu ki aşiret adını bu işten almış olsun? O dönemde ne kadar tüccar vardı ki o kadar tüccar soyulsun da bu işi yapan Türkmen oymağına da Tüccarlı adı verilsin? Yine o dönemlerde eşkiyalık yapan, yol kesen, hırsızlık yapan, tüccar soyan yalnız Tecirli aşireti miydi? Ceritler, Avşarlar, Kozanoğluları bu işleri yapmıyorlar mıydı? Onlara niçin tüccarlı denmedi? Onların birer adı vardı ve onun için yeni bir ad konmadı da Tecirlinin o zamana kadar hiç  bir adı yok muydu?

Üstelik hangi Türkçe ya da Osmanlıca dilbilim kuralına göre tüccar soyan ya da ticaret yapan kişi adı için tüccarlı türetmesi yapılabiliyor? Doğrusu anlamıyorum ve bu yakıştırma bana  pek inandırıcı gelmiyor. Benim bilebildiğim kadarı ile tüccar soyan eşkiyaya  tüccarcı eşkiya denebilir ama tüccarlı eşkiya denemez. Ticaret yapanlara da tüccar denir ama tüccarlı denemez. Ayrıca bu bağlamda, Iğdır’ın Tecirli köyünün adının  nerelerden kaynaklandığını da çok merak ediyor ve fakat açıklayamıyorum. Sınırımı aşmamaya özen göstererek demek istediğim  ve dileğim o ki uzman tarihçilerimiz bu kadar yakın geçmişi böylesine yakıştırmalarla değil doğruluğu kuşkusuz ve kanıtlanabilir belgelerle bize açıklamalıdırlar.

 Yeri geliyor kişileri, aileleri suçluyoruz. Soyları ile ilgili yakıştırmalarda bulunuyoruz. Sivrilen, öne çıkan bir çok insanlarımızı soyağacı konusunda sorguluyoruz. Belki bu gerekçeler de etkili oluyor ve bu yüzden birçoklarımız da soyumuzu sopumuzu (Ziya Gökalp’e göre soy baba tarafı, sop ana tarafıdır-O.G.) araştırmaya giriyoruz. Ancak, giriyoruz girmesine de başarılı olamıyoruz. Örneğin, ben kayıtlı olduğum Göksun ilçesi Nüfus Müdürlüğü’nden dedemden öte giden bir kayıt çıkartamadım. Bunun üzerine İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri genel Müdürlüğü’ne 29.01.2007 Tarihinde başvurdum. Bu Genel Müdürlük de 28.02.2007 Tarih ve 33326 sayılı yazı ile yanıt vererek dedemden daha  geriye giden bir aile kaydı veremedi ya da vermedi.

 Aile soyağacı özel bir konu, varsın olmasın, yok ziyanı. Ama hiç değilse boylarımızın, obalarımızın, oymaklarımızın yani kısaca soyumuzun sopumuzun gelmişini, geçmişini bilimsel eserlerle ortaya koymalıyız. Birbirleriyle çelişen, olsa olsa yöntemi ile uydurulan ya da yakıştırılan güvensiz ve dağınık bilgilerden artık kurtulmalıyız. Örneğin, bu bağlamda olmak üzere, konusunda uzman olan tarihçilerimiz bir Tecirli kitabı yazamazlar mı?

Kaynakça

1. Sümer, F.(1999), Oğuzlar (Türkmenler), Türk Dünyası araştırmaları Vakfı, İstanbul
2. Türkmenbaşı, S. (2001), Ruhname, Aşgabat
3. Anonim, (2010), http://tr.wikipedia.org
4. Anonim, (2010), www.tdk.gov.tr
5. Türkay, C. (1979), Osmanlı İmparatorluğu’nda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İşaret Yayınları, İstanbul
6. Aba, V. (27.01.2010), “Osmaniye’deki Bazı Aşiret ve Obalar”, www.forumyoruk.com
7. Yalman (Yalgın), A. R. (1979), Hazırlayan: Sabahat Emir, Cenupta Türkmen Oymakları II, Kültür Bakanlığı Yayınları/256, Ankara
8. Anonim, (29.01.2010), Osmaniye Folklor Araştırma Derneği, www.ofad.org.tr
9. Anonim, (26.01.2010), Avşar Otağı, www.avsarotagi.com
10. Cevdet paşa, (1963), Yayınlayan : Ord. Prof. Cavid Baysun, Tezakir, Türk Tarih Kurumu yayınlarından II.seri No 17h, TTK Basımevi, Ankara
11. Eyicil, A.  “Maraş’ta 1855’te Tacirlü Aşiretinin İsyanı”, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/18/27/164.pdf
12. Anonim, (06.03.2007), www.folklor.org.tr/haber_det
13. Görkem, İ.  (17.04.2006), “Ceyhan’dan Folklor Derlemeleri (10-18 Şubat 1947), http://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/halkbilim_ana.php
14. Orhonlu, C., (1987), Osmanlı İmparatorluğu’nda Aşiretlerin İskanı, Eren Yayıncılık, İstanbul

15. Yurtsever, C., (20.Şubat.2009), “Tacirli Aşireti”, http://www.osmaniye.web.tr/yazar

16. Refik, A.(1930), Anadolu’da Türk Aşiretleri, Devlet Matbaası, İstanbul

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

  • YANIK KOKUSU
  • EVRENSEL BAYRAM
  • ZERKA
  • SOSYALLEŞME
  • SABAHIM ÇALINDI

Kategoriler

  • Anılar
  • Bildiriler
  • Çevre
  • Duyurular
  • Ericek
  • Genel
  • Güncel
  • Güncel Yazılar
  • Kitaplar
  • Makaleler
  • Ormancılık
  • Öyküler
  • Şiir Seçkisi
  • Şiirler
  • Tarım
  • Yayınlar
  • Yazılar Çevre

Copyright Prof. Dr. Osman Gökçe 2025 | Theme by ThemeinProgress | Proudly powered by WordPress