Skip to content
Prof. Dr. Osman GökçeBu sayfa ulusumun, ülkemin, devletimin ve tüm insanlığın yararına olduğuna inandığım bilgilerimi, deneyimlerimi, düşüncelerimi ve duygularımı ilgilenen herkesle paylaşmak, tartışmak, geliştirmek ve böylelikle doğrularda, güzelliklerde ve iyiliklerde hep birlikte buluşarak çoğaltmak ve bütünleşmek için açılmıştır. Prof. Dr. Osman Gökçe
  • Ana Sayfa
  • Yazılar
    • Güncel
    • Anılar
    • Öyküler
    • Tarım
    • Ormancılık
    • Çevre
    • Genel
  • Yayınlar
    • Makaleler
    • Bildiriler
    • Kitaplar
  • Şiirler
    • Şiir Seçkisi
  • Ericek
  • Duyurular
  • Fotoğraflar
  • İletişim

SULAK ALANLARIN EKONOMİK FAYDALARI

4 Haziran 2010 0 comments Article Çevre, Yazılar Çevre

 

Prof. Dr. Osman GÖKÇE
E. Ü. Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü

 

1. GİRİŞ

Sulak alanlar kavramı çevresel bir duyarlılığın ve kaygının doğurduğu bir kavramdır. Bu kavramın önemi onun ekonomik faydasından kaynaklanmamaktadır. Ancak günümüzde, çevre ekonomi ilişkileri, çok da haklı nedenlerle, giderek önem kazanan ve üzerinde çok durulan bir konu haline gelmiştir. Sulak alanlar ekonomisi de gündeme bu bağlamda girmiştir. Dolayısıyla, sulak alanlar ekonomisi çevre ekonomisinin bir alt başlığıdır. Bu nedenle de, konuyu bu çerçevede ele almak, incelemek ve açıklamak gerekmektedir.

Konuya böyle yaklaşıldığında yanıtlanması gereken sorular ya da soruların bazıları da şöylece sıralanabilir:
-Çevre ile ekonomi arasındaki ilişkiler  ve bunların  özellikleri nelerdir?
      – Sulak alanların ekonomik hesapları nasıl yapılır?
-Sulak alanların bir doğal kaynak olarak bugünkü üretimi ve gelecekteki üretim         olanakları nedir?
-Bu konuda yapılması gerekenler nelerdir?

Aşağıda bunlara vb sorulara yanıt olabilecek bilgiler sunulmaya çalışılacaktır.

2. ÇEVRE-EKONOMİ İLİŞKİLERİ

2.1. Çevre-Ekonomi İkilemi

Ekologlar, ekonomiyi çevrenin bir parçası olarak görürken ekonomistler de çevreyi ekonominin bir parçası olarak görmektedirler. Bu konuda, görünürdeki bazı olumlu ve uyumlu anlayış işaretlerine karşın, uygulamalardaki çatışma çok açık bir biçimde gözlemlenmektedir.

Bu zıtlığın yansımaları sulak alanlar konusunda da görülmektedir. Örneğin, bütün dünyada ve ülkemizde ve her düzeyde bir taraftan sulak alanların korunması ile ilgili çok çeşitli çabalar yürütülmesine karşın diğer taraftan da ekonomik amaçlı kullanımlar nedeniyle bu alanlar hızlı bir biçimde azalmaktadır. Bildirildiğine göre, ülkemizde son 40 yılda 1 300 000 ha sulak alan tarım, yerleşim, sanayi vb amaçlarla yok olmuştur (Doğal Hayatı Koruma Vakfı, 2004). Yine kaynak bilgilere göre, ABD’de 1700’lerde  90 milyon ha. olan sulak alan büyüklüğü %50’den fazla azalarak günümüzde 43 milyon ha’a düşmüştür (Özesmi, 1997). 

Çevre-ekonomi ikilemi çevre-teknoloji ikilemi biçiminde de karşımıza çıkmaktadır. Çevresel kaygıları göz ardı eden ekonomistlerin bu kaygılar karşısındaki önemli bir güvencesi teknoloji olarak görülmektedir. Buna  (Ekonomi-Teknoloji İşbirliği) de diyebiliriz. Bu görüşe göre, teknoloji, çevrecilerin doğal kaynak kullanımı nedeniyle ortaya çıkacağını ileri sürdükleri olumsuzlukları giderebilecek güçtedir. Dolayısıyla bu görüş yanlıları, varsayımsal birtakım tehlikelerden söz ederek bugünkü ekonomik gelişmeyi köstekleyecek davranışlardan kaçınmak gerektiğini savunmaktadırlar. Çevrecilerin bu konuda ortaya attıkları Alternatif Teknoloji kavramı, günümüz üretim sistemleri (Marksizm, Taylorizm, Fordizm, Japon üretim tekniği vs) incelendiğinde teknoloji tartışmaları içerisinde yer almamakta ve Ütopik Teknoloji olarak değerlendirilmektedir (Dickson, 1992).

 Bu görüş konumuz özelinde ele alındığında, çok geniş doğal sulak alanların göreceği işlevlerin daha küçük ve fakat teknolojik donanımlı yapay sulak alanlarla da yerine getirilebileceği düşüncesini doğurmaktadır. Nitekim, ABD’de kurutulmasına izin verilen sulak alan yerine yapay sulak alan yapılması yasal hükme bağlanmıştır. Bu ülkede sulak alan danışmanlık firmaları gelişmiş olup bu firmalar sulak alan kurutulmasında hizmet verdikleri gibi doldurulan ve kurutulan sulak alan yerine de yenilerini yapmaktadırlar.

2.2. Ekonominin Sorunları ve Çevre

Bilindiği gibi, ekonominin üç temel sorunu vardır. Bunlardan birincisi, tam kullanım sorunu yani kıt kaynakların tümünden ve tüm gücünden yararlanmak sorunudur.  

Üretim faktörleri olarak bilinen emek, toprak ve anamal birer kaynaktırlar. Bunlar, tüm gereksinimleri karşılayacak kadar kendiliğinden var olmadıkları için kıt kaynak olarak bilinir. Bu kıt kaynaklar arasında, burada ele alınan konu açısından bizi ilgilendiren toprak ya da daha geniş anlamı ile doğadır.

Ekonomik düşünce, doğadaki tüm kaynakların üretime sokulması yönündedir. Ekonomi bu kaynaklara birincil mallar ya da üretim malları olarak bakar. Bu mallar da ya yenilenebilir ya da yenilenemez özelliktedirler. Bunlar yenilenebilir özellikte ise yenilenebilirlik sınırının bilinmesi gerekir. Bu sınır aşılırsa yenilenebilir mallar yenilenemez konumuna düşer. Eğer bu mallar yenilenemez özellikteyseler ikame edilebilir ya da edilemez olduğunun bilinmesi gerekir. Bu özellikler doğal kaynak kullanımında dikkate alınması gereken özelliklerdir.

Bu bağlamda, sulak alanların tam kullanımı ne anlama gelir? Örneğin, Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği çerçevesindeki bir kullanım ekonomik anlamda bir tam kullanım mıdır? Hiç kuşku yoktur ki bu sorunun yanıtı “hayır”dır. 

Bilindiği gibi, bu yönetmeliğe göre Sulak Alan Koruma Bölgeleri Mutlak Koruma Bölgesi, Sulak Alan Bölgesi, Ekolojik Etkilenme Bölgesi ve Tampon Bölge olmak üzere 4 sınıfa ayrılmaktadır. Bu bölgelerin her birinde yapılabilecek faaliyetler yönetmelikte belirlenmiş ve sınırlandırılmıştır. Yani bir tür kullanma değil kullanmama esası getirilmiştir. Gerçekte, depolama ve saklama biçimindeki bir kullanmama da bir tür bir üretim sayılabilirse de, ne olacağı şimdiden kestirilemeyen “gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılayabilecek tarzda” bir kullanma ekonomik anlamda bir tam kullanım değildir.

Diğer yandan, ekonominin yerine getirmekle yükümlü olduğu tam kullanım sorunu etkin kullanım sağlanarak yerine getirilmek durumundadır. Kıt kaynakların tümünü üretime sokmak yetmiyor. Hangi malların ve hizmetlerin üretileceği, bunların ne kadar üretileceği, üretim yöntemlerinin ne olacağı, kimler için üretim yapılacağı ve üretimin nasıl bölüşüleceği konuları da ekonominin sorunları arasındadır.

Hangi mal ve hizmetlerin ne miktarlarda üretileceği sorununun çözümü arz ve talep mekanizmasına yani maliyet, fiyat ve kar temeline dayanır. Hangi mal üreticisine daha çok kar getiriyorsa o mal üretilir. Oysa, yönetmelikteki gibi müdahaleci bir kullanım etkin bir kullanım sağlamaz. Örneğin, sulak alanlara talep nereden-kimlerden geliyor, ne ödemeye razı olunuyor, nasıl hesaplanıyor vb sorulara doyurucu ekonomik yanıtlar bulunamamaktadır.

Ekonominin üçüncü temel sorunu kalkınma ve büyümenin sağlanmasıdır. Kalkınma, üretim olanakları eğrisinin sağa kaydırılması yani üretim olanaklarının artırılmasıdır. Kalkınmanın ölçütü de çoğu kere milli gelirdir. Ekonomi, kalkınma ve büyüme sorununu çözmek için var olan kaynakların tam ve etkin bir biçimde kullanılmasının  yanında bir de yeni kaynak yaratma gibi bir yükümlülük altında iken, sulak alanlar konusunda olduğu gibi, hazır bir kaynağın kullanılmaması ekonominin işini daha da zorlaştırır görüşünü savunanlar bulunmaktadır.

Örneğin, 1972 yılında Büyümenin Sınırları adını taşıyan bir raporda çevreciler Sıfır Büyüme önerisini getirmişlerdir. Elbette bu öneri hem çok eleştiri almış ve hem de yaşama geçirilememiştir. Ancak, bu öneri çevrecilerle ekonomistler arasındaki karşıtlığın çapı konusunda iyi bir fikir vermektedir.

Daha sonra, OECD Bakanlar Konseyinin 1974’te koyduğu Kirleten Öder ilkesi mevcut kaynakların kullanılması ve yeni kaynak yaratılması konusunda geleneksel ekonomistlerin görüşlerine yakın bir yorum getirmiştir. Çevreyi fiyat ötesi bir varlık sayan ecocentrism yerine neredeyse her şeyin bir fiyatı vardır anlayışına yaklaşılmıştır. Öylesine ki uluslararası ticaret ve yatırımlarda ve ciddi sapmalar doğurmayan durumlarda sınırlı ya da geçici olarak bu ilkenin bile ihmal edilebileceği Konseyin görüşleri arasında yer almıştır.

2.3. Çevre ile Ekonominin Uyumlulaştırılmasında Karşılaşılan Teknik Sorunlar

Yukarıda kısaca özetlenmeye çalışılan, çevre ile geleneksel ekonomi arasındaki bir bakıma kuramsal sayılabilecek sorunların aşılması halinde bile sorun çözümlenmiş olmuyor ve çevre-ekonomi uyumlulaştırılmasında bir takım teknik sorunlarla karşılaşılıyor. Aşağıda, bunların bazılarına kısaca değinilecektir :

A) Ölçüm Sorunları    

1) Çevre mallarının, örneğin sulak alanların toplum kesimlerine sağladıkları yarar miktarı nasıl hesaplanacaktır? Var olduğu bildirilen yararın ne kadar olduğu hesaplanmadan, başka her türlü kullanımdan daha büyük müdür diye kabul edeceğiz?  Özellikle, çevre değerlerinin bir bölümünün moral ve estetik değerler olduğu düşünülürse, çevrenin bu moral ve estetik değerlerinden toplumun yararlanma düzeyleri nasıl ölçülecek ve nasıl hesaplanacaktır?
2) Çevreye verilen zararın önlenmesinin marjinal maliyeti nasıl hesaplanacaktır? Örneğin, sulak alanları korumanın maliyeti nedir ve nasıl hesaplanır? Bu hesap yapılabilmelidir ki marjinal maliyet=marjinal gelir dengesini kurabilelim (Keleş ve Hamamcı, 1993).
3) Maddi olmayan çevre zararı nasıl hesaplanır? Örneğin, insanların ruh sağlığını bozan bir çevre zararının değerini nasıl bulacağız? Sulak alanların sulak alan dışı bir kullanımında (tarım, kum ocağı vs) o yörede yaşayan insanların psikolojik olumsuz etkilenmelerinin değeri nedir ve nasıl hesaplanır?
4) Kişiden kişiye ve toplumdan topluma değişebilen değer yargıları karşısında hesaplarda nesnellik nasıl sağlanacaktır? Örneğin, sulak alanlardaki bir (x) kuşunun var olması ya da olmaması herkes için aynı önemde midir?
5) Çevreyi koruma yükü, örneğin sulak alanların korunması harcamaları, toplum kesimlerine hangi ölçütlere göre nasıl dağıtılacaktır? Örneğin, sulak alanlarda kuş seyirliğine giden kuş severlerle bu şansı hiç olmayan ya da böyle bir zevki hiç bulunmayan kesimler bu yükü nasıl paylaşmalıdır?
6) Çevreyi, örneğin sulak alanları, korumak için hangi sorunların çözümünden ya da hangi kullanımdan ne oranda vazgeçilebilecek ve alternatif maliyet ya da alternatif gelir hesapları nasıl yapılacaktır?   
7) Önemli bir güçlük de çevre ile ilgili hesaplarda işin zaman boyutunun nasıl hesaplanacağıdır. Çünkü, çevre konusunda belli bir zaman dilimi yerine çok uzun dönemleri almak gerekmektedir.

B) Muhasebeleştirme Sorunu

Sulak alanlar ekonomisini de ilgilendiren bir diğer sorun muhasebeleştirme sorunudur. Muhasebe kaynak envanteri yapmak, bilanço hazırlamak, kaynak stokundan ne kadar kullanıldığını ve stoka neyin ne kadar eklendiğini belirlemek amacıyla yapılır. İyi bir sulak alan yönetimi için iyi bir sulak alan muhasebesi şarttır. Oysa, bu amaçlara ulaşmak için gerekli olan verileri elde etmek ve bunlar üzerinde mutabık olmak kolay bir iş değildir.

Çevresel konuları bir muhasebe sistemi içine yerleştirme çabaları ABD’de Nordhaus ve Tobin’in yaptığı 1972 tarihli ve Norveç Hükümeti’nin başlattığı 1974 tarihli çalışmalara dayanır. O günden bu güne kadar bu alanda yapılan çalışmalar fiziksel yaklaşım ve parasal yaklaşım olmak üzere iki yönlü gelişmiştir. Fiziksel yaklaşımın öncülüğü 1974’te Sovyet Hükümeti’nce kurulan Doğal Kaynaklar Dairesi’ne aittir. Bu daire bir doğal kaynak muhasebesi yaratmış ve hem kaynak muhasebesi ve hem de kaynak bütçelemesi geliştirmeye çalışmıştır. Parasal yaklaşım ise çevresel kaynakların kullanımını milli gelir hesaplarına bağlamaya çalışır. Kanımızca her iki yaklaşımın ikisinin birden uygulanması daha doğru olur ve ancak böylelikle doğal kaynaklar ekonomisi sağlam bir temele oturtulabilir. 

Bu konu sulak alanlar özelinde ele alındığında görülecektir ki sulak alanlarımızla ilgili bir takım genel bilgilerin ötesinde elimizde herhangi bir şey yoktur. Bu genel bilgilerde de farklı kaynaklarda farklı rakamlarla karşılaşılabilmektedir.

C) Değerleme Sorunu

Muhasebe dilinde değerleme, kullanışlılık durumu ve sağlayacağı fayda göz önünde tutularak bir mala bir değer biçmek anlamına gelir. Bu işlem kamulaştırma, vergilendirme, ipotek, veraset, tazminat vb. nedenlerle yapılır. Bu iş için maliyet bedeli, piyasa fiyatı, yeniden üretim değeri ve hasıla değeri yöntemleri kullanılır (Aras, 1988).

Sulak alanlar için bir ekonomiden söz edilecekse  bir değerleme yapılabilmesi gerekir. Sulak alanlarda bir takım ürünler üretilebildiği için buraları bir ara malı yani bir üretim malı gibi düşünmek mümkündür. Bir mala fiyat ötesi ya da fiyatsız demek değeri sonsuzdur demek değildir. Örneğin, ressamı ölmüş bir tablonun yerine yenisi konamaz ama yine de bir fiyatı vardır. Dolayısıyla, sulak alanlar için de bir değerleme yapmak gerekir.

Bunun için maliyet bedeli yöntemi kullanılamaz. Çünkü sulak alanlar üretilmiş üretim malı değildir. Ancak, yapay sulak alanlardan söz edilebildiğine göre, yeniden üretim yönteminin belirli bir şansı Kolayca anlaşılabileceği gibi, sulak alanlara piyasa fiyatı üzerinden de olduğu  da kabul edilebilir.

Sulak alanların piyasa fiyatı yöntemi ile de bir değerlemesi yapılamaz. Çünkü sulak alanların şimdilik bir piyasası yoktur, alınıp satılamamaktadır.

Hasıla değeri, o malın yıllık net hasılası üzerinden ve bu net hasıla faiz kabul edilerek bu faizi getiren kapital hesaplanarak bulunur. Sulak alanların net hasılasını hesaplamak mümkün olursa bu yöntem kullanılabilir.

Sulak alanların net hasılasının hesabında alternatif kullanımların getirilerinden yola çıkılabilir. Bu bir yoldur. Örneğin, bir sulak alanın alternatif kullanım biçimi tarım ise burada yapılabilecek tarımın gelirinden yararlanılabilir.

Diğer yandan, sulak alanların mevcut ve kısıtlı kullanımı ile elde edilen gelir üzerinden bir hesaplama yapılırsa buna şimdiki kullanım değeri diyebiliriz. Bu değer de toplam değeri  ifade etmez. Toplam değeri bulabilmek için şimdiki değere opsiyon değeri ve varolma değerini de eklememiz gerekir (Pearce ve diğerleri, 1993).

Opsiyon değeri, söz konusu malın gelecekte daha faydalı biçimde kullanılabileceği düşüncesine dayanır. Bunu, gelecekteki olası kullanma değerine bugün biçilen değer olarak tanımlayabiliriz. Bu değerin, bugünkü en yüksek kullanım değerinden daha yüksek olacağını düşünebiliriz. Ancak, henüz doğmamışların tercihleri bugünden bilinemeyeceği için opsiyon değeri daha düşük de olabilir.

Öz değer ya da varolma değeri ise, bir şeyin içinde oturur ve üretimle ilgili değildir. Her şeyden ayrı ve fakat her şeyden bağımsız değildir. Değerler insanların yeğlemelerini yansıtır. Ancak öz değerler, aynı zamanda insan olmayan varlıkların da yaşamlarına ve refahlarına hizmet eden değerlerdir. Örneğin, bazılarına göre doğada kalmış olan kelaynak kuşları bir değer taşır. Bu değer, bir bakıma, bu insanların çıkarları için değildir. Bu insanların istedikleri şey bu kuşların var olmasıdır, bu kuşlardan yararlanmak değildir. Bu değerin nedeni konusunda çeşitli görüşler vardır. Bunlardan birisi vasiyet güdüsü, bir diğeri hediye güdüsü ve bir başkası da sempatidir. Bu açıklamalara göre, öz değerin tahminlemesi bu tür  yeğlemelere dayanabilir.

Gerek opsiyon değeri ve gerekse var olma değeri konusunda, sulak alanları da ilgilendiren pek çok yurt dışı hesaplama örnekleri bulunmaktadır. Ancak ülkemizde bu tür örnekler henüz yeterince görülmemektedir.

D) İçselleştirme Sorunu

Bir üretimde bütün girdilerin maliyete yansıtılması gerekir. Çevre malları ya da çevresel girdiler  konusunda içselleştirme güçlüğü bulunmaktadır.

Örneğin, sulak alanlarda tarımsal bir faaliyette bulunulduğunu varsayalım. Bu tarımsal faaliyetin o sulak alan için olumsuz etkileri de olabilecektir. Bu olumsuz etkilerin ortadan kaldırılması için yapılacak giderlerin burada üretilen tarımsal ürünlerin maliyetine eklenmesi gerekir. Gerçekte, böyle bir olumsuzluğun ortaya çıkmaması esas ise de bu yöndeki önlemler yetmeyebilir. Örneğin, sulak alan tarımı için önerilen ekolojik tarımın bile yetersiz kalabileceği ya da her sulak alan tarımı için ekolojik tarım koşullarının uygun olmayabileceği akıldan çıkarılmamalıdır.

Sulak alanlarda yapılabileceği ya da yapıldığı bilinen otlatma, tuz çıkarımı, saz kesimi, turba çıkarılması vs gibi diğer kullanımlar için de biraz önceki örneğe benzer içselleştirme sorunları ile karşılaşılabileceği düşünülmektedir. Hatta, sulak alanların bu örneklerde olduğu gibi maddi çıktıları bir yana spor, seyir vs gibi maddi olmayan çıktıları bile elde edilirken bu tür içselleştirme sorunları ile karşılaşılabilecektir.

İşte sorun bu işin nasıl yapılabileceğidir. Bu konu ile ilgili tartışmaları, daha çok sulak alanları ilgilendiren yönleri ile kısaca özetlemekte yarar vardır (Gökçe ve Kaya, 1997):

1) Pigou’ya göre, etkinlik sosyal marjinal faydanın marjinal sosyal maliyete eşitlenmesi ile gerçekleşir. Dolayısıyla sosyal maliyeti olan bir malın satışından vergi alınmalıdır (İlkin ve Alkin, 1991).
2) Üretimde miktar kısıtlamalarına gidilebilir. Saz kesimini kısıtlama (%30’u geçmeyecek), ziyaretçi sayısını azaltma vs biçimindeki önlemlerdir. Buradaki güçlük standartlar konusudur. Örneğin, saz kesimindeki %30’luk sınır nasıl oluşturuldu? Bu tür standartlar nasıl hesap edilecektir?
3) Harçlar da öngörülen önlemlerden birisidir. Buradaki güçlük de harç katsayısının saptanması konusudur. 
4) Kirletme izni ya da kabarcık kuramı üreticilerin belirli bir sınıra kadar kirletme yapabilecekleri ve bunun için izin satın alabilecekleri esasına dayanır. Kirletme izin belgeleri alınıp satılabilecektir.
5) Bu konuda bir örnek olsun diye OECD ülkelerinde uygulanan önlemleri anmakta yarar vardır : Emisyon harçları, Ürün harcı, Atık su harcı, Katı atık harcı, Gürültü harcı, Vergi farklılaştırılması, Geri ödeme sistemi, Kirlilik izni, Teşvik uygulaması. 

3. TÜRKİYE SULAK ALANLARININ KULLANIMI

Bu seminerin diğer sunumlarında, sulak alanların kullanımları konusundaki teorik ve pratik bilgilerin yanında konu ile ilgili yasal düzenlemelerin de incelenmiş olabileceği varsayılarak bu başlık altında daha çok işin ekonomisi ile ilgili yani üretim, verim, maliyet, fiyat, pazarlama, gelir vb konularda bilgiler sunulmak istenmiştir.

Ancak, Ülkemiz sulak alanları konusunda değil bu tür özel bilgileri bulmak çok genel bilgiler konusunda bile önemli bilgi boşlukları bulunmaktadır. Buna karşın aşağıda, elden geldiğince  bir özetleme yapılmaya çalışılmıştır :

1) İlgili mevzuata göre, sulak alanla sulak alan koruma bölgesi farklı kavramlardır. Sulak alan “doğal veya yapay, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, acı, tatlı veya tuzlu,denizlerin gel-git hareketlerinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan bütün sular, bataklık, sazlık ve turbalıklar”dır. Sulak alan koruma bölgesi ise  sulak alanı çevreleyen ekolojik etkilenme bölgesini ve bunu da çevreleyen tampon bölgeyi de kapsamaktadır. Burada yapılacak özetleme ise yalnızca sulak alan tanımı içine giren alanlarla ilgilidir.
2) İlgili yönetmelik sulak alanların akılcı kullanımını yani “sulak alanların ekolojik karakteri korunarak gelecek nesillerin ihtiyacını karşılayabilecek tarzda kullanılması”nı ve bunun için de Sulak Alan Yönetim Planı yapılmasını emretmektedir. Bu açıklama da dikkate alınarak  sulak alanlarımızın bir değerlemeye tabi tutulması ve bugünkü kullanım değeri yanında bir de opsiyon ve var olma değerinin hesaplanması gerektiği düşünülebilir.
3) Toplam sulak alanlarımızın varlığı konusunda bile birbirini tutmayan rakamlar verilmektedir. Buralarda yapılan maddi üretim miktarları konusunda da doyurucu bilgiler yoktur. Örneğin, Türkiye sulak alanlarının toplam balık üretimi ne kadardır, üretim değeri nedir vs gibi konularda bir bilgiye ulaşılamamaktadır. Yalnızca bazı sulak alanlar için düzensiz bir takım rakamlarla karşılaşılmaktadır. Örneğin, Meriç Deltası için “1975’te 211 ton balık yakalanmışken 1995’te yalnızca 45 ton balık yakalanmıştır” ya da Akyatan için “Gölde tutulan balık miktarı 25 yıl önceki 500 tondan 1995’te 60 tona inmiştir” gibi açıklamalar bulunmaktadır (Doğal Hayatı Koruma Vakfı, 2004). Aynı şey diğer üretimler için de geçerlidir. Örneğin kerevit, saz, av hayvanı, tarımsal ürünler vs konularında da  benzer bilinmezlikler vardır. Üretim miktarı, üretim miktarındaki değişmeler, üretim değeri, verimlilik durumu vs gibi konularda herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. Bu konulardaki mevcut durum bilinmeyince bu durumun iyiliği ya da kötülüğü ve kötü ise nasıl iyileştirilebileceği hususunda bir değerlendirme yapılamamaktadır
4) Sulak alanlarımızın maddi olmayan üretimleri ve üretim değerleri konusu da maddi üretimler konusundan daha az bilinmektedir. Örneğin ziyaretçi sayıları, bunlardan elde edilen gelirler, turizme katkı değeri vs gibi konularda doyurucu düzeyde ne kurumsal ve ne de bireysel çalışmalara rastlanamamıştır. Oysa, sulak alanların maddi olmayan pazarlanabilir değerlerinin büyük bir potansiyele sahip olduğu düşünülmektedir. Örneğin, ekolojik kaygılarla uyumlulaştırmak koşulu ile yazlık evlerin, sazlıklara yapılan turistik gezilerin, av turizminin, seyir evlerinin, botanik bahçelerinin ve benzeri daha bir çok etkinliklerin yapılabileceğini yadsımamak gerekir.

5) Sulak alanların en temel çıktılarından birisi sudur. Bu suların ekonomize edilmesi görevi de DSİ’nindir. DSİ’nin bu konuda çok çeşitli ve yoğun çalışmalar yaptığı da bilinmektedir. Ancak sulak alanlar ekonomisinde bu çalışmaların getirilerinin yeterince dikkate alınmadığı ve kamunun bu konuda yeterince bilgilendirilmediği ve dolayısıyla bazı yanılgıların yaygınlaşabildiği görülmektedir. Örneğin, DSİ projelerinin ÇED raporlarının olmadığı, su ekonomisini olumsuz etkilediği vs gibi doğruluğu tartışılabilir  iddialarda bulunulmaktadır (Doğal Hayatı Koruma Vakfı, 2004).
4. SONUÇ VE ÖNERİLER

Yukarıda yapılan açıklamalar dikkate alındığında, Türkiye sulak alanlarının ekonomize edilmesi ve çevresel kaygıları göz ardı etmeden ülke ekonomisine katkıda bulunması konusunda yapılması gerekenlerin yeterince yapılamadığı ve bu konuda gerek bilimsel ve gerekse uygulayım alanında bilgi boşluklarının, eksikliklerin ve yanlışlıkların bulunduğu sonucuna varılabilir.

Bu nedenle, Türkiye sulak alanlarının yönetimini kalıpsözler (sloganlar) bağlamındaki anlayışlardan kurtararak, buralara ülkenin bir ulusal kaynağı gözü ile bakan, eko-ekonomi kurallarını gözeten ve fakat ekonominin temel kurallarını hiçe saymayan bir temele oturtmak zorunluluğu vardır. Bunun için üniversitelerimizin ziraat, su ürünleri, fen, orman, işletme, ekonomi vs gibi ilgili fakültelerinin araştırma programlarında sulak alanlar yönetimi ve ekonomisi konusunda daha çok ve olabildiğince ortak araştırmalar yapılması  ve uygulamalarda da tek yanlılığın bırakılarak  bilimsel bilgiler temelinde bütüncül bir anlayışın esas alınması gerekir.

KAYNAKÇA   

Aras, Ali, Tarım Muhasebesi, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayın No 486, Bornova, 1988.
Dickson, David, Alternatif Teknoloji, çev. Nezih Erdoğan, Ayrıntı Yayınları, 1992.
Doğal Hayatı Koruma Vakfı, http://www.wwf.org.tr, 22.07.2004.
Gökçe ve Kaya, “Tarımsal Üretimde Çevresel Girdilerin Maliyete Yansıtılması”, III. Verimlilik Kongresi, 14-16 Mayıs 1997, Bildiri Kitabı, MPM, Ankara.
İlkin ve Alkin, Çevre Sorunları, TOBB Yayın No 203, AYDB 94, Ekonomik ve Sosyal Sorunlar – Çözüm Önerileri Dizisi No 1, 1991.
Keleş, Ruşen, Hamamcı, Can, Çevrebilim, İmge Kitabevi Yayın No 67, Mayıs 1993, Ankara.
Özesmi, Uygur, “Amerika Birleşik Devletlerinde Sulak Alan Tanımı Ve Korunması : Türkiye İçin Getirdikleri” , III. Ulusal Ekoloji Ve Çevre Kongresi, Ağustos 1997, Gazi üniversitesi, Ankara.
Pearce, David, Markandya, Anil, Barbier, Edward.B., Yeşil Ekonomi için Mavi Kitap, çev. Türksen Kafaoğlu, Arslan Başer Kafaoğlu, Alan Yayıncılık No 139, Güncel Sorunlar Dizisi No 24, Kasım 1993, İstanbul.

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Son Yazılar

  • YANIK KOKUSU
  • EVRENSEL BAYRAM
  • ZERKA
  • SOSYALLEŞME
  • SABAHIM ÇALINDI

Kategoriler

  • Anılar
  • Bildiriler
  • Çevre
  • Duyurular
  • Ericek
  • Genel
  • Güncel
  • Güncel Yazılar
  • Kitaplar
  • Makaleler
  • Ormancılık
  • Öyküler
  • Şiir Seçkisi
  • Şiirler
  • Tarım
  • Yayınlar
  • Yazılar Çevre

Copyright Prof. Dr. Osman Gökçe 2025 | Theme by ThemeinProgress | Proudly powered by WordPress