ŞİİR ÜSTÜNE
30.04.2010 Tarihinde HDD’nin Şiir Gecesinde Yapılan Konuşmanın Metni
ŞİİR ÜSTÜNE
Osman Gökçe
Denemeler’in yazarı ünlü Fransız düşünürü Michel Eyquem de Montaigne (Şubat 28, 1533 – Eylül 13, 1592) yaklaşık günümüzden 500 yıl kadar önce, bir insanda bütün insanların yaşadığını yazmıştır.
Büyük oranda katıldığım bu varsayıma dayanarak bütün insanların en azından biraz da şair olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, kendimi diğer insanlardan ayrı tutmayarak “Ben de biraz şairim” diyebilirim. Bu da anlaşılabilir ve hoşgörülebilir bir söylem olur diye düşünüyorum.
Geçmişten beri taşıdığım bu düşünceyledir ki daha lise yıllarımda Şair Arkadaşlar Şiir Defteri adında bir defter açmıştım. Bir çok ünsüz arkadaştan bir çok şiir var o defterde. Ara sıra açar okurum. Her okuduğumda da kendi kendime, “Herkesin tanıdığı bir şair olmasalar bile onlar birer şairdiler” diye kapatırım defteri. Ve bir özlem taşırım, bu şiirleri birgün yayınlayabilme özlemi.
Gaziantep’te lisedeyken, dersten kaçtığımız birgün bu şair arkadaşlarımdan birisi ile Alleben kenarında karşılıklı şiir okuyarak gezerken elimdeki dergide gördüğüm bir yazıya takılmıştı gözüm. Yazının, adını şimdi anımsamadığım yazarı, “Avrupa’da her onsekiz yaşına basan genç nasıl ki bir iş sahibi olursa bizde de her onsekiz yaşına basan Türk şair olur” anlamına gelen bir yargıda bulunuyordu. Arkadaşıma “Bu bizim köylüleri anlatıyor galiba” demiştim. Çünkü bizim köyde herkesin bir işi yoktu ama herkesin bir türküsü, bir ağıdı vardı. Her güzel için sevdikleri tarafından bir türkü yakılıyordu. Her acılı ölüm için yakınları tarafından bir ağıt yakılıyordu. Ayrıca, ağıtçı kadınlar vardı, ölülerin başında ağıt yakarlardı. Dolayısıyla, köylülerimin her biri biraz da bir şairdi. Yani Montaigne’in dediğine uyuyordu.
Bu duruma göre ve bu anlamda ben de bir şairim ve şiir üzerine de konuşabilirim. Kaldı ki kendisi bir şey olmadan o şey üzerine konuşan milyonlarca ya da milyarlarca insanın yaşadığı koca bir dünyada yaşıyoruz. Kim kime dum duma, öyle değil mi?
Sonra, “Başkaları onaylar ya da onaylamaz, sen kendince bir gerekçe oluşturdun şiir üzerine söz söyleme konusunda. O zaman söyle ne söyleyeceksen” diye kendi kendimi yetkilendirdim.
Bu bağlamda ilk aklıma gelen şey de, üzerinde en çok tartışılan konu oldu. Yani şiirin ne olduğu konusu.
Bence şiir herhese göre başka bir şeydir. Şiirin onlarca, yüzlerce ve hatta binlerce tanımı yapılmıştır ya da yapılabilir. Bu kadar çok tanımı yapılan bir kavram da tanımsızlığı getirir. Öyleyse şiirin tanımı yoktur, şiir tanımlanamaz yani. Ancak bilimsel olarak, bu tür tanımlanamaz kavramlar için tipolojik tanım kavramı geliştirilmiştir. Buna göre bazı kavramları anlatmak için bir tipleme yapılabilir ve fakat bir tanım yapılamaz. Elbette tanımlanamayan şey yok demek de değildir. Şiir vardır ve şiir bir gerçeklikltir.
Yıllar önce Varlık’ta okumuştum. Yaşar Nabi Nayır “Ben şiir olsun okurum. İster Fuzuli’den olsun, ister Karacaoğlan’dan isterse de Orhan Veli’den olsun. Yeter ki şiir olsun” diyordu. Ama şiirin nasıl olduğunu anlatmıyordu. Bir metin nasıl olursa şiir olur onu anlatmıyordu. O kendisine göre bir şiir kavramı geliştirmişti ve ona şiir diyordu. Onun şiir dediğine başkaları da şiir der miydi? Sanmam ya da bilememn. Yani her dağın bir dumanı olduğu gibi herkesin de bir şiir tanımı vardır. Çok kanıt göstermeye gerek yok ki herkese göre şiir farklıdır. Bir kişi karşısındakine “Şiir gibi konuştun” dediğinde o kişi de bir şiir tanımı yapıyordur.
İş bu kadar ucuz mu? Doğrusu sanmıyorum. Bu kadar da ucuz olamaz. Ancak pek çok şiir eleştirmenlerinin söylediği kadar da pahalı olamaz.
Örneğin, öyle bir takım çokbilirlerin yazıp çizdiği gibi şiir ille de bulmaca gibi, matematik proplemi gibi üzerinde kafa patlatarak çözümlenecek bir metin de olmamalıdır. Böyle şiirler de olabilir. Ama böyle olmayanları şiir sayamayız diye burun kıvrılamaz. Şöyle bir düşündüm kendi kendime. Çok bilinen, çok okunan ve çok sevilen şairleri getirdim gözümün önüne. Örneğin Karacaoğlan, Yunus, Nazım Hikmet, Necip Fazıl Kısakürek, Mehmet Akif Ersoy, Orhan Veli vb şairleri anımsadım. Bunlar ne kadar da güzel şiirler yazmışlar, söylemişler. Bunu hepiniz takdir edersiniz. Hepsini her okuyan anlayabilir. Yani anlaşılabilir şiir ya da şair zor anlaşılanlardan daha çok tutunuyor gibi geliyor bana.
Aklıma ikinci olarak şair kimdir sorusu geldi. Kendimce bir yanıt bulmaya çalıştım bu soruya da.
Bana göre şiir yazmak bir aşk halidir. Bir tanımlanamazı, başka bir tanımlanamazla tanımlamak gibi bir gülünçlük içine düşmek istemem. Aşk da tanımlanamaz. Ancak aşk vardır, aşk bir gerçekliktir. Aşkın var olduğunu bilenler “Şiir yazmak bir aşk halidir” söylemini anlarlar.
Ayrıca, şiir okumak da bir aşk halidir. Ancak, şiir okumak bu kadar da değil. Kim şiir okuyorsa okuduğu şiiri kendisi yazmıştır. Okuduğu şiir kendisine aittir. Yani, bir şiiri okuyan kişi o şiirin şairidir.
Hiç kimse bu düşünceye katılmak zorunda değildir. Ama bu düşünceye “Olabilir” diye bakılabiliyorsa buradan şu sonuç çıkarılabilir:
Aşkı doğa aşkı, Tanrı aşkı, insan aşkı ve benzerleri gibi hangi anlamda anlarsak anlayalım şair bir aşıktır. Şiir aşktan ayrılamaz. Belki de bu nedenle olacaktır ki ülkemizde halk şairlerine halk aşıkları denilmektedir. Dolayısıyla şair aşık olan kişidir. Ve her insan da her zaman değilse bile ara sıra aşık olur. Bir kere olur, beş kere olur. Doğaya aşık olur, Tanrı’ya aşık olur, bir diğer insana aşık olur. Ama her insan aşık olur ve bu nedenle de her insan bir şairdir. Ne var ki bizler, bir anlam daraltmasına giderek, yalnızca bütün bir ömrünü aşık olarak yaşayanlara şair diyoruz. Ya da en azından diğerlerine oranla daha çok, daha sık ve daha uzun aşk hali yaşayanlara şair diyoruz. Yaşasın aşk, yaşasın şiir ve mutlu olsun şairler yani bütün insanlar. Saygılarımla.
30.04.2010-Bornova
Bir yanıt yazın