ORMANLARIN ALINYAZISI
Prof. Dr. Osman GÖKÇE
Ormanlarımız, ormanları korumakla yükümlü ve sorumlu olanlardan korunamıyor. Başta TBMM’nin çıkardığı yasalarla ormanlar elden gidiyor. Kaç kez yazıldı, çizildi, konuşuldu. Konu ile ilgili akademik tezler yapıldı ve ormanların en çok yasal yollarla talan edildiği herkesin anlayacağı bir dille açıklandı, kanıtlandı. Örneğin, yalnızca 1983-1987 yılları arasında, Orman Yasası’nda yapılan değişiklikle 27 milyon dekar orman alanı orman sınırları dışına çıkarıldı. Ancak, bu gerçekler sonucu değiştirmiyor ve ormanların devlet eli ile talanı bugün de devam ediyor.
Cumhuriyet dönemi ormancılığımızın bu konudaki ilk talihsiz örneği 7 Mart 1920 tarihli Baltalık Yasasıdır. Bu yasa, baltalığı olmayan köy halkını baltalık sahibi yaparak ormanların korunabileceği gerekçesi ile çıkarılmıştı. Ancak, yanılgı çabuk anlaşıldı. Uygulamada görüldü ki köylüler kendilerine verilen baltalık ormanları korumak yerine yakıp tarla yapmaya çalışıyorlardı. Ülkeyi bir yangın yerine döndüren bu yasa 3 yıl gibi kısa bir uygulamadan sonra durduruldu. Çeşitli uygulama ve aşamalardan sonra ormanların başka türlü korunamayacağını anlayan devlet de 1945 yılında 4785 sayılı yasa ile tüm ormanları devletleştirdi. Ancak, çok partili yaşama geçtikten sonra ve özellikle Demokrat Parti döneminde (1950-60) ormanları devletleştirmenin de ormanları korumaya yetmediği anlaşıldı. Çünkü dönemin başbakanı, hükümetinin programında yazdığı gibi, devlet orman işletmeciliğini “ıstırap” kaynağı olarak görüyor ve hemen bir orman suçları affı yasası çıkarıyordu (11.3.1954). Böylece de, devlet ormanları devlet eliyle ya da devletin göz yumması ile talan ediliyordu.
Saldırılardan bunalan ormanların ve yurtsever ormancıların imdadına 27 Mayıs 1960 İhtilali ve 1961 Anayasası yetişti. Milli Birlik Komitesi 28.9.1960 Tarih ve 5/389 Sayılı Kararla deliceliklerin dağıtımını durdurdu ve bu anayasa ile ormanlar ilk kez anayasa şemsiyesi altına alındı. Herkes umutlandı, sevindi. Artık ormanlar anayasanın güvencesi altındaydı ve yağmalanamazlardı. Bu anayasada, hiç değilse elde kalan ormanların daraltılamayacağı ve orman suçlarının affedilmeyeceği açık bir dille belirtiliyordu. Bu çok önemli bir kazanımdı.
Gelin görün ki bu kazanımın da ormanları korumaya yetmediği çok çabuk anlaşıldı. Çünkü ülkemizde anayasalar diğer yasalardan daha kolay ve daha sık değiştiriliyordu. Önce, 12 Mart sonrasında 17.04.1970 Tarih ve 1225 Sayılı Yasa ile 1961 Anayasasından orman suçlarının affedilemeyeceği hükmü çıkarıldı ve Anayasanın yürürlüğe girdiği tarihten önceki orman dışına çıkarmalar aklandı, onaylandı. Sonra 12 Eylülde anayasa toptan değiştirildi ve yeni anayasa bu kez de 31.12.1981 tarihinden önceki orman dışına çıkarmaları akladı, onayladı. Böylece, 1961 anayasasının ormanların daraltılamayacağına değgin hükmü 31.12.1981 tarihine kadar geçen süre için hükümsüz kalmış oldu ve bu tarihe kadar gerçekleşen orman daralmaları hoş görüldü. Üstelik 12 Eylül sürecinde, bin bir emekle ve bin bir çaba ile 1969’da kurulmuş olan Orman Bakanlığı da kapatıldı.
Ozan Hasan Hüseyin’in dediği gibi “Acıyı bal eyledik- Geldik bu güne”. Bu gün de yine anayasa değiştiriliyor ve yine ormanlar aleyhine yeni anayasa maddeleri düzenleniyor. Anayasanın 169. maddesi “Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir, işletilir ve işlettirilir” şekline sokuluyor. Yani maddeye “işlettirilir” sözcüğü ekleniyor. Ne var bu sözcükte denmesin. Bu sözcük ormanları farklı bir biçimde özelleştiriyor. İneğin önündeki yem Devletin oluyor ve fakat ineğin memesini başkası sağıyor. Aslında bu değişikliğin uzunca bir hazırlık dönemi vardır. Örneğin, I. Özal Hükümetinin Programında da “ormancılık hizmetlerinin ifasında taahhüt sistemine öncelik verilecektir” ifadesi yer almaktaydı. Belki dışarıdan yeterince anlaşılmıyor. Ancak, orman işletmeciliği hayli zaman var ki kurnazca bir biçimde özelleştirildi. Bu nedenle de, Anayasadaki bu değişiklik minareye kılıf uydurmak gibi oldu.
İşin dahası da var. Anayasanın 170. maddesi de değiştirildi. Böylece, üzerindeki ağaç ve ağaççıklar yok edilerek orman tanımından çıkarılan ve gerçekte orman olması gereken araziler eskiden orman köylülerine satılırken artık kentlilere de satılabilecek. Yani ormanlar yağmurdan kaçarken doluya tutuluyor. Orman köylüleri sorununu çözemeden bir de orman kentlileri sorunu çıkıyor ortaya. Üstelik orman kentlileri orman köylüleri gibi güçsüz, arkasız, yoksul ve beceriksiz de değiller. Karun gibi servetleri, dağ gibi arkaları ve kapı gibi üniversite diplomaları var. Bunlar bir şeyi isterlerse alırlar. Bunlar şimdi ormanları istiyorlar. Dayanın bakalım ormanlar!
Şu ormanlarımızın alın yazısına bakın : Yıllarca serbest mal anlayışı ile kullanmış, harap etmiş ve perişan kılmışız. Dayanmışlar! Sinop-Ayancık’ın Çangal ormanları gibi doğa harikası ormanları yabancı şirketlere vermişiz, tırpanla biçer gibi işletilmiş. Dayanmışlar! Köylülere vermişiz, yakılıp yıkılmışlar. Dayanmışlar! Olmamış, jandarmalara (1924 Tarih-490 Sayılı Yasa) teslim edilmiş, baş edilememiş. Dayanmışlar! Devletleştirilmiş (1945 Tarih-4785 Sayılı Yasa), Devlet malı deniz diyenlerin saldırısına uğramış. Dayanmışlar! Anayasa güvencesi ve şemsiyesi altına alınmış. Ama, anayasalar kevgir gibi, ormanlar nereye kadar dayanırlar, bilinmez. Ormanların alın yazısı değişmiyor ve de Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın dili ile “Ne alın yazısı el yazısı be!” diye hep birlikte haykırmadıkça bu yazı değişmez.
Bir cevap yazın