BERİT’LE BİRLİKTE
Ali Ozanemre
Çağdaş Yaşam Dergisi
aliozanemre@gmail.com
Yoncalı’nın boz dumanı
Hökümet bilmez amanı
Biz gardaşa düğün kurduk
Ot biçim orak zamanı
Bu dörtlük, ‘Çelikhanlı Omar’ın Ağıdı’ başlığı altında bu biçimiyle geçiyor Osman Gökçe’nin “Berit’in Gözyaşları” adlı (Anılar ve Ağıtlar) kitabında [1]. Ağıtın yakıldığı Omar’ın, Çelikhanlı mı, yoksa Berit dağı eteklerindeki Yoncalı’dan mı olduğu bir yana, bu parçanın da yer aldığı ağıt, kimi yerleri ufak tefek değişmiş olarak Düziçi yöresinde sıkça söylenirdi çocukluğumda:
Bacısının adı Emiş
Atının eğeri gümüş
Ankara’da Gazi Paşa
Omar’ı vurun mu demiş
Söz (kalem, klevye…), halk edebiyatının da bir dalı olan ağıt çevrimindeyse duygusal doruklara çıkmamanın olanağı yok. Geçerken belirteyim; ağıt da halk türkülerinin öbürlerinde olduğu gibi anonimleşmeye eğimlidir. Böyle olduğu içindir ki hem kimi yerlerinde kendiliğinden değişmeler oluyor, hem de üreteni hemen bir sisin gerisine düşüp görünmezleşiyor. Dahası, olayla ya da ağıtın aslıyla ilgisi olmayan başka eklemeler/katkılar yapılıyor.
Osman Gökçe; Kahramanmaraş, Göksun, Ericek (köy) doğumlu (1940). Ancak yeterince anlayış yetisi olanların algılayabileceği müthiş bir olanaksızlık içinden çıkıp okumuş Prof. da olmuş, adam da… Üstelik İzmir ‘çöllerinde’ emekli bir garip Tecirli o şimdi. İkisi şiir olmak üzere basılmış 8 kitabı, 63 makalesi, 54 bildirisi var. Tanışırız, yüz yüze görüşmedik, telefonlaştık.
Berit’in Gözyaşları’nın 108. sayfasından alıntılıyorum:
… Aradan zaman geçti. Ben yaşlandım. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nde profesör oldum. Ama her yıl, ilk kez 1954 yılında Afşin Ortaokulu’na başlarken ayrıldığım köyüme en az bir kere giderim. İzmir’den Hacca gider gibi çıkarım her yaz bir uzun yola. Bu benzetme benim değil, bazı yakınlarımın …. Onlar bu yolculuğuma Kutsal Topraklara Hac Yolculuğu adını koydular …. Rahmetli kardeşim Eşki Mehmet de bu yolculuğumu Tecirli Göçü diye tanımlar ve zamanı gelince “Develer yüklendi mi, Tecirli’nin göçü ne zaman abi” diye sorardı.
Yaz başlarıydı; telefonla görüşmelerimizden birinde, 300 sayfayı aşan kitap boyunca sıkça yaşaran gözlerimi kuruladıktan sonra, duygusallaştığımı belli etmemeye çabalayarak ben de sordum sevgili Osman Gökçe’ye:
“Develer yüklendi mi, Tecirli’nin göçü ne zaman başlıyor Osman Hocam?”
Yüklenmemişti, Tecirli Osman, kendisinin de dediği gibi yaşlanmıştı; her yaşlanan canlı gibi yorgundu şimdi. Aynı ülkenin sınırları içindeki iki yer, denizin dibindeki İzmir’le Maraş’ın dağları, birbirine çok uzaktı; çok çok uzaklardaydı Berit, Yoncalı, Esendere, Ericek, bahar mayısına benzediği için bulaşınca kolayına çıkmayan ‘gurbetlere karışmış’ deli çocuk Hacı Osman’ın gençliği… Yıldızlar kadar…
Berit’in Gözyaşları adlı kitap, “Bir Cumhuriyet Köyü” başlığı altındaki kısa bir tanıtıyla başlıyor. Yazarın diliyle “… başı yaz kış karlı olan yüce Berit Dağı’nın eteğine yaslanmış bir Cumhuriyet köyü…”
Kitapta, Osman Gökçe’nin doğduğu bu köy ve çevresi var. Sonraki ara başlıklardan bir kısmı şöyle: “Bizim Elin Ağıtları, İki Kadın İki Ağıt, Dört Yiğit Dört Ağıt, İnanış İbadet İntihar ve Bir Ağıt, Tombak’a Bir Ağıt Düştü”…
Doğrudan ağıtların ve öykülerinin ele alındığı bu yazılardan başka yazılara da yer verilmiş. Uzunlu kısalı toplam 21 yazı… Doğrudan ağıtların konu edilmediği öbür yazıların da her biri aslında birer ağıt. Kimini adı bilinse de bilinmezlere karışmış kadınlar erkekler yakmış, kimini Osman Gökçe. İşin doğrusu biçimsel olarak ağıt olmasa da Osman Gökçe’nin bu kitapta yazdıkları baştan sona “ağıt” etkisi yaratıyor. Kaldı ki genç yaşta ölen bir erkeğin ağzından söylenmiş aşağıdaki iki dörtlük, yazar Osman Gökçe’nin gençlik yıllarında kendi yazdığı ağıtların birinden:
Hatın anam hatın anam
Kıratımı satın anam
Bir var imiş bir yok imiş
Beni yoğa katın anam
Zülüfünü taramasın
Nerde diye aramasın
Hoşça tutun el kızını
Beni ele karamasın
Ben, Osman Gökçe’nin köyü Ericek ve yöresini bilmem; Maraş merkeze gitmişliğim de bir elin parmak sayısını geçmez. Buna karşın kendim yaşamışım, bütün olanlar kendi yakınımda yaşanmışçasına yakınlık duydum kitapta anlatılanlara. Sanki özgeçmişim. Kitabı okuma sürecimde gözlerimin sıkça yaşarması bundan olsa gerek. Kaldı ki kuşbakışı bir izlenimle gözümüzün önüne getirilen haritadaki özel adları değiştir, bu coğrafya hangimizin doğduğu coğrafyaya benzemez: “Karadaşlık’ın önünde, Cağlak Deresi’nin sağında, Küçük Kaya’nın boynunda iki katlı ve toprak damlı bir evimiz vardı.” diyor Gökçe.
“Önü tahta çardaklı” bu köy evine benzer evlerimiz vardı bizim de. Bu ortamı, bu ortamlardaki yaşam koşullarını, insanları, ilişkileri, sevinçleri, hüzünleri, kavgaları.. bizim çağlarımızdakiler iyi bilir. Bu kitabı okuyan birçok okuyucunun, anlatılanları bencileyin içselleştireceğini biliyorum. Burada, sözüm sert düşecek belki ama söylemeden geçemeyeceğim: Osman Gökçe’nin bu kitapta yazdıklarından etkilenmek için kökünden yani halkından ve halkının ekininden kopmamış, onu küçümseme küçüklüğüne düşmemiş olmak gerek.
Tam da bu kitapta yer alan ağıtların çoğunun yaşandığı ve yaratıldığı yıllarda olmalı; babamın annesi Kadılar Kızı Elif’in, bir yıl içinde kocası, 20 yaşındaki ilk oğlu ve onun küçükleri iki kızı ölür. Zaten Karacoğlan söyleme, ağıt yakma yeteneği olan ninem yaşadığı bu acılardan sonra ağıt ustası olup çıkar. Öyle ki akrabası olmayan kimselerin ölümlerinde de en yakıcı ağıtları o söylermiş. O gelince susup nineme meydan verirmiş öbür ağıtçılar. (Ninemin ağıtlarını ve ağıtlarının kısa öyküsünü ayrı bir yazıda konu edindim.)
Kitap incelemesi olmayıp dergi yazısı oylumunda yazmayı düşündüğüm bu yazıyı yazarken adı geçen kitabın daha çok ilk 20 sayfası içinde gezindim. Biraz da Gökçe’nin dil ve anlatımını öne çıkarmak amacıyla, yine bu 20 sayfalık kesimden uzunca bir alıntı yapacağım:
“Anam öldüğünde haber verdiler. Gittim ve bir gün sonra yetiştim. Gömmüşlerdi. Aşağıdan yukarı eve çıkarken feryat figan koptu. Eve girdim. Herkes oradaydı, Gümüş Ana’m hariç. Bacım Hürü ve Sultan Bibim karşılıklı ağıda durdular. Önce Sultan Bibim başladı:
Geldin mi gurbetin kuşu
Daha dün gömdük Gümüş’ü
Hac’Osmanım diye diye
Dinmedi gözünün yaşı
Hıçkırıklar deprem gibi sallıyordu evi, damı. Berit Dağı üstümüze devriliyordu. Esendere eşlik ediyordu ağıda. Arkasından Hürü Ablam sallandı ve uğunu uğunu söyledi:
Senem Kızı Senem Kızı
Bu muydu feleğin sözü
Ölürken seni aradı
Melül mahsun iki gözü
Aldı Sultan Bibim:
Gitme dedim söz tutmadın
Derdine derman katmadın
Gümüş ananın üstüne
Bir kürek toprak atmadın
Aldı Hürü Ablam:
Memmet tutmadı sözünü
Ali de yaktı özünü
Bir gün görüp gönenmedi
Muratsız yumdu gözünü
Aldı Sultan Bibim:
Ecel desem ecel değil
Anlatılır bir hal değil
Suçu yok günahı yoktu
Bedel desem bedel değil
Aldı Hürü Ablam:
Berit Dağı’nın çocuğu
Ortada kaldı cücüğü
Kara bacım ne olacak
Kim büyütür kücüğü
Hürü Ablam bıraktı, Sultan Bibim başladı; Sultan Bibim bıraktı, Hürü Ablam başladı … sesleri kısılıncaya ve gözlerinde bir damla yaş kalmayıncaya kadar ağladılar, ağlattılar, ağıt yaktılar. Yergiler, sitemler, övgüler, çaresizlikler, bahtsızlıklar, geçmişte yaşanan iyi günler, kötü günler birer birer anlatıldı. … Akşamüzeri varmıştım eve. Herkes yorgun ve bitkin düştüğünde şafak vakti olmuştu. Babam kalktı, abdest aldı, namaz kıldı ve her zamanki gibi yüksek sesle Kuran okumaya başladı. … Bu sefer daha uzun okudu. Dışarıya, Poyraz Kapısı’nın önüne çıktım. Sol yana baktım, ağlayan gözler gibi Berit’in başı da kızıllanmıştı. Karşıya baktım Binboğa da Berit gibiydi. Kendi kendime mırıldandım: “Hangi günü gördün sabah olmadık?”
Okuyucumu daha çok ilk 20 sayfası içinde gezindirdiğim Berit’in Gözyaşları adlı kitabın, 300 sayfaya yakın kalan kısmı içindeki başka ağıtları, ağıtımsıları Osman Gökçe’nin kıvamında anlattığı olayları, durumları, verdiği ansiklopedik kimi bilgileri.. okuyucusuna bırakıyorum. Yazmaya benim özüm yetmedi.
Berit’le birlikte bizi de ağlattın; teşekkürler Sayın Osman Gökçe; eline emeğine sağlık…
[1] BERİT’İN GÖZYAŞLARI / Anılar ve Ağıtlar, Osman Gökçe, 1. b. Mayıs 2010 İzmir, 318 s.
Bir yanıt yazın