SONDAN BİR ÖNCEKİ DURAK-III- -Din, Bilim ve Üniversite-
SONDAN BİR ÖNCEKİ DURAK-III-
-Din, Bilim ve Üniversite-
Osman Gökçe
Bilim.ege@gmail.com
www.osmangokce.com
Bilimve üniversitenin dönem ve düzen değişse de değişmeyen ve bugün de yaşanan en eski, en öncesiz ve en büyük sorunlarından birisi Din ve Bilim İlişkileri Bağlamındaki Sorunlardır.
Konunun ayrıntılarına girmeden önce ülkemizle ilgili bir görüntü vermeye çalışacağım:
Kanıt göstermeye gerek yok. Gözü ve kulağı olan herkes görüyor ve duyuyor. Gazeteler, TV’ler, sosyal medya, hükümet sözcüleri, siyasi parti sözcüleri, bilcümle sivil toplum örgütü yetkilileri ve daha ağzı dili olan kimler varsa hepsi sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar din, iman, mezhep, cemaat, tarikat vb konulardan başka bir şey konuşmuyorlar .
Perde açılıyor
Yirmidört saat uhrevî alem
Yirmidört saat mânevî alem
Yirmidört saat semâvî alem
Perde kapanmıyor
Yirmidört saat Nursiye
Yirmidört saat Tahşiye
Yirmidört saat Haşhaşî.
Çok kişinin bildiği bir rivayet geliyor aklıma. Doğu Roma İmparatorluğu’nun o günkü düşünce hayatının kısırlığını, verimsizliğini ve düzeysizliğini belirtmek üzere, “Meleklerin cinsiyetinin tartışılması” diye bilinen bir rivayet anlatılır. Bizans’ın başkenti Konstantinapolis, Fatih tarafından ele geçirilirken ve Ulu Sultan beyaz atıyla, kale kapılarından haşmetle içeri girerken, Hırıstiyan din adamları “Melekler dişi miydi, erkek miydi” diye tartışıyorlarmış kendi aralarında, hararetle. Tıpkı bugün bizimkilerin “Hamile kadının sokağa çıkması dinen caiz mi, değil mi” ya da “Uçurtmalar melekleri ürkütürler mi ürkütmezler mi?” diye yaptıkları çok ciddî, çok dinî, çok bilimsel ve çok hayatî tartışmalar gibi.
İnternet yolu ile kaba bir bir bilgi edinmeye çalıştım. Toplumumuzun gündeminde din , bilimden kırk kat daha fazla yer tutuyor. Aynı şekilde üniversiteden çok cami, bilginden çok imam ve işsizlik, ücretler ve ekonomiden çok da mezhep, cemaat ve tarikat gündemi işgal ediyor.
Ziya Paşa’nın ünlü şiiri geliyor aklıma :
Cânân gide rindân dağıla mey ola rizân
Böyle gecenin hayr umulur mu seherinde
(Sevgili gitse, aşıklar dağılsa, şarap dökülse-Böyle gecenin hayır umulur mu seherinden).
Sonra ben de kendi kendime meğer bilemezmişiz ( Ortaçağ Sonraymış Cumhuriyetten) diyorum. Tarihçiler çağ sıralamasında yanılmışlar :
Hacılar hocalar imam cemaat
Bilimi gündemden silip atmışlar
Söz cühelanın ders ilahiyat
Bilginler zindana düşüp yatmışlar
Doğru bilmezmişiz meğer gafletten
Diyanet önceymiş halktan milletten
Tarihçiler yanlış bilgi vermişler
Ortaçağ sonraymış cumhuriyetten
x
Dinsel inanış insanın varoluşu ile aynı yaştadır. İnsanlar varolduklarından beri bir takım maddesel ve ruhsal güçlere inanmışlar ve tapınmışlardır. Bir ağaca bez bağlama bile bir tür bir tapınmadır.
İnsanın genetik atasının 200 bin yıl önce Güney Afrika’da ortaya çıktığı, ilk insanın 80 bin yıl önce Afrika’da bulunduğu ve 70 bin yıl önce de dünyaya yayılmaya başladığı ileri sürülmektedir. Put-Totem inancının M.Ö. 4000’de, Krishna’nın M.Ö. 3000’de, Hinduizm’in M.Ö. 480’de ortaya çıktığı pek çok kaynakta yazlıp çizilmektedir. Ayrıca ilk insan ve ilk peygamber olarak bilinen Adem’in ve Havva’nın da Musevilerce M.Ö. 3761 yılında doğduğu kabul edilmektedir (http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nsan%C4%B1n_evrimi). Dinin, insanın varoluşu ile varolduğu tezine göre, din kurumu bu denli eski bir kurumdur.
Apaçık bilinir ki birbirlerinden ayrılan ögeleri olsa da bütün dinler, insanların iyiliği bağlamında hükümler içerdiklerini bildirirler. Bu bağlamda dinler, insanları kendi kurallarına korkutarak ya da ödül sözverileriyle bağlanmaya, uymaya ve onların davranışlarını ve yaşamlarını düzenlemeye çalışırlar. Dinler insanları ve toplumları yönlendirmek ve yönetmek isterler. Böylece de hükümranlığın çok eski ve çok etkili bir aracı olmuşlardır ve olmaya da devam etmektedirler.
Bilim ise insanlığın dinlerden binlerce yıl sonra ulaştığı bir kavramdır. Örneğin bilim tarihçileri dünyanın ilk bilim adamı olarak M.Ö. 287 yılında doğup, 212 yılında öldüğü bildirilen Archiemedes’i kabul etmektedirler
(http://web.itu.edu.tr/~bulu/recent_pubs_files/bilim_ve_din.pdf) .
Bilim dinden geç gelmiştir dünyaya ve gelir gelmez de dini karşısında bulmuştur. İster karşıtlık, ister çatışma, isterseniz savaş deyiniz, adını ne koyarsanız koyunuz, gerçek şu ki din, bilimi hiç sevmemiştir. Seviyor gibi göründüğü olmuştur. Ama sevmemiştir. Onu kendi hükümranlığının rakibi ya da bozguncusu olarak görmüştür. Yalnızca, bilimi de denetim altına almaya dönük bir strateji uygulanmıştır zaman zaman. Isaac Asimov’’un dediği gibi, aklın ve bilimin, Sokrates’ten bu yana, yobazlık ve hurafeye karşı açtığı savaş henüz kazanılmış değildir (http://tr.wikipedia.org/wiki/Isaac_Asimov)
Din ile bilim arasında, tanışmalarının ta başından beri yaşanan ve bugün de yaşanmaya devam edilen bu sürtüşmenin, bu karşıtlığın ya da bu savaşın ciltler dolusu örnekleri vardır. Burada yalnızca üç-beş örnek verilerek yetinilecektir :
1- Ünlü İtalyan filizof, gökbilimci Giordano Bruno (1548-17 Şubat 1600, İtalya), şimdi heykeli bulunan Roma’daki Campo de Fiori (Çiçek Tarlası) Meydanı’ında, Kopernikus sistemini benimsediği, dine aykırı görüşler beslediği için engizisyon mahkemesinde yargılanarak sapkın ilan edilmiş ve 17 Şubat 1600’de bu meydanda diri diri yakılmıştı. Düşünce özgürlüğünün ilk havarisi olarak da kabul edilen Bruno diyordu ki,
“Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorluklarla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesine de hedef olarak yaşadım”.
Evet cehaletin babaları olan akademisyenler de vardır. Onlar dışında hiç bir bilim insanı dogmalara inanmaz, inanamaz. Hiç bir bilim insanı annenin karnındaki bebeğin cinsiyetinin, genetik olasılıklar dışında Gökyüzü emirleri ile gerçekleştiğini düşünemez.
2- İnsan anatomisi üzerinde çalışan Andreas Vesalius (1514-1564) Hırıstiyan inancına göre Havva’nın, Ademin kaburga kemiklerinden yaratıldığı ve bu nedenle de erkeklerin bir kaburga kemiğinin eksik olduğu inancının doğru olmadığını kanıtlayınca kilise ayağa kalktı, engizisyon ceza kesti. Cezasını çekmeye giderken de bindiği geminin batması sonucu öldü.
3- İtalyan fizikçi, matematikçi, gökbilimci ve filozof Galileo Galilei (11 Şubat 1564-8 Ocak 1642) Kopernikus’un güneş merkezli evren kuramını benimsediği için Vatikan Kilisesi tarafından yargılanmış, engizisyon Galileo’nun teorisinin asılsız ve dine aykırı olduğu kararını vermiş ve 1616 yılında Galileo’nun bu kuramları desteklemesi ve öğretmesi kilise tarafından yasaklanmıştır. Galileo’ya söylediğini inkar etmesi şartıyla idamının iptal edileceği bildirilmiş ve Galileo “Görmedim, Duymadım ve Bilmiyorum” diyerek kendini idam sehpasından kurtarmıştır.
Galileo daha sonra 1632’de “Dünyanın İki Esas Sistemi Üzerine Diyaloglar” adlı eserini papalığın izni ile bastırdı. Kitap Kopernikus’un teorisini destekleyen ve karşı çıkan iki adamın tartışması üzerineydi. Yine yargılandı. Mahkeme öncesi gözaltına alındı ve ömür boyu hapse mahkum edildi. Sonrasında cezası ev hapsine çevrildi.
4- Cenevreli Jean Jacques Rousseau (28 Haziran 1712-2 Temmuz 1778) yazdığı Emile adlı pedagoji kitabında çocuklara din eğitiminin 18 yaşından sonra verilmesi gerektiğini söyleyince din tepkisi yüzünden Fransa’dan kaçmak ve İsviçre’de yaşamak zorunda kalır.
Bilim ve din tartışması gerek geçmişte ve gerekse günümüzde hiç bir biçimde gerçek bir uzlaşmaya ve barışa ulaşamadı. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de bu karşıtlık ve tartışma sürmektedir. Din bugün de bilim üstünde çeşitli baskılar uygulamaktadır. Değişen şey, dogmacıların bilim ve bilim çevreleri üzerinde, yalnızca yeni yaptırım ve zorbalık biçimleri yaratmaktaki hünerleridir.
Örneğin, 1750’lerde çocuklara 18 yaşından önce din dersi verilmemesini isteyen bilim adamı din çevrelerinin baskısından ülkesini terketmek zorunda kalıyordu. Bugün de, ülkemizde olduğu gibi, daha ilkokullardan başlamak üzere zorunlu din dersleri konuyor. Baskın durumdaki belirli bir din anlayışı, bırakınız bilimsel düşünceyi, diğer dinsel inanışlara bile baskı uyguluyor ve nefes aldırmıyor.
Yine örneğin, dün bilim gereği “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür gençlik ister” deniliyordu, bugün din gereği “Dindar ve kindar gençlik” isteniyor ve “Dindar nesil yetiştireceğiz” deniliyor. “Dininin, kininin davacısı bir gençlik istiyorum” deniliyor. Uluslararası hukuk kararları karşısında “Mahkemenin söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemâsınındır” diye devletin ta tepesinden hüküm veriliyor (Milliyet Gazetesi, 15 Kasım 2005).
Tepeden gelen bu anlayışa emir de denebilir. Çünkü siyasilerin elini öpmek için fırsat arayan ya da güçlülerin gücünden korkan zayıf karakterli üniversite hocaları az değildir. Bu nedenle de bir bilim, eğitim ve öğretim kurumu olan üniversite kurumu bilimsel donanımlı gençlik yerine, bir din kurumu gibi dindar gençlik yetiştirme heves ve gayreti içine girebilecek ya da sokulabilecektir. Bilimsel düşünen bir genç kuşak yerine inanç tutsağı beyinli bir kuşak yetiştirilecektir. Oysa bilim özgürdür, tutsaklığı tanımaz :
Yakana yapışmışsa inanç tutsaklığı bilim senden uzaktır
Alınyazısına bağlıyorsan yokluğu yolum senden uzaktır
Bilim dışı kanıtsız kandırmacaları tarih çöplüğüne at
Parlak sözcüklerle süslüyorsan yalanı dilim senden uzaktır.
Bir yanıt yazın