SONDAN BİR ÖNCEKİ DURAK-IV- -Mahalle Baskısı-
SONDAN BİR ÖNCEKİ DURAK-IV-
-Mahalle Baskısı-
Bilim ve üniversitenin var oluşundan beri var olan, çözümlenemeyen ve bu gün de varlığını sürdüren (din, bilim ve üniversite ilişkilerinden kaynaklanan sorunları) yazmaya devam ediyorum :
Geçmişlerde olduğu gibi benim sondan bir önceki durak saydığım akademisyenlik yıllarımda da bilim ve din tartışmasının pek çok olumsuz örnekleri yaşanmaktaydı.
Önce ülkemizde moda olmuş bir kavramdan sözedeceğim. Günümüz sosyologlarından Şerif Mardin, Mahalle Baskısı adı altında bir kavram ortaya attı. O bu kavram için “Ebulala Mardin Bey’den (ham sofu) diye geniş kullanımı olan bir tabir işitiyordum. Yaptığım iş bunu değiştirerek kullanmaktan ibarettir” biçiminde bir açıklamada bulunuyor (http://www.rusencakir.com/Prof-Serif-Mardin-Mahalle-Baskisi-Ne-Demek-Istedim/2028).
Aslında mahalle baskısı, mahalle havası gibi kavramlarla açıklanmaya çalışılan şey sosyal psikolojide grup baskısı olarak bilinir. Bu olaya daha da kapsamlı bir bakış açısı ile bakacak olursak bu bir çevre baskısıdır ya da çevre etkisi ve etkileşimidir. Varlıklar arasındaki bu etki ya da etkileşim canlı cansız her coğrafyada vardır. Yalnızca etmenler ve etkileşim biçimleri ayrılıklar gösterir. Yani konunun adı varlıkların çevresel etkileşimidir. Sosyal anlamda da bunun adı grup etkisidir. Buradaki özel durum ise grup baskısıdır.
Grup baskıları da çok çeşitlidir ve bunların çok çeşitli nedenleri vardır. Örneğin inançsal grup baskısı, gelenek ve göreneklere dayalı grup baskısı, meslekî grup baskısı, politik grup baskısı vb grup baskıları vardır. Günümüzde biraz üstü örtük olarak mahalle baskısı diye açıklanan grup baskısının adı dinî inanca dayalı grup baskısı yani dinî baskıdır.
Şimdi bu kavram bizde neden güncelleşti, özelleşti ve önem kazandı? Çünkü bu baskı toplumun hiç beklemediği bir biçimde, hiç akla gelmedik bir düzeye yükseldi günümüzde.
Her devrimin, daha gerçekleşir gerçekleşmez karşı devrimi başlar. Cumhuriyet bir devrimdi, çağdaşlaşma devrimi. Birçok yenilikler getirdi. Bu yeniliklerin en önemlisi laikliktir, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Laiklik dünyayı dünyalıların yönetmesidir. Yani dinin , din adamlarının dünya işleri üzerindeki, insan ve toplumlar üzerindeki otoritesinin kalkması demektir. Cumhuriyet de bunu yaptı :
Saltanatı kaldırdı (22.11.1922), Halifeliği kaldırdı (29.10.1923), Laikliği getirdi (10.04.1928) ve anayasal hükme bağladı (5.02.1937), Tekke ve Zaviyeleri kapattı (30.11.1925), Öğretimi birleştirdi (03.03.1924), Medreseleri kapattı (1924), Arapça alfabe yerine Türkçe alfabeyi getirdi (11.01.1928), Dil devrimini yaptı (12.07.1932), Üniversite reformunu yaptı (1933), Şer’iyye mahkemelerini kapattı (1924).
Bütün bu düzenin çıkarcıları boş durur mu? Durmazlar ve de durmadılar. Din adamları buna razı olur mu? Olmazlar ve de olmadılar. Yıkılan düzenin çıkarcı kesimleri birbirleriyle işbirliği yaptılar. Cumhuriyet devrimi gerçekleşir gerçekleşmez devirme çalışmaları temelde bu nedenden dolayı başladı. Bugünlere böyle gelindi.
Anadolu’da bir il hastanesinde çalışan ve kendisi de muhazafakar siyaset eğilimli çok yakınım bir uzman doktordan dinledim :
“Abi” diye söze başladı ve “Başörtüsü yasağı kalkınca bizim hastanede üç beş hemşire başını örttü ve bu sayı önce çok artmadı. Fakat gerçek ikdidar yanlısı doktorlarla konumunun bozulmasından korkan ikiyüzlü doktorlar başörtülü hemşirelere (Bacı, bacı) diye hitapetmeye ve diğerlerine de adeta orospu gibi bakmaya başlayınca hemşirelerin neredeyse tümü başlarını örtmeye başladılar” dedi ve “Cuma namazları doktorlar gösterisine döndü. Hastayı bırakıp camiye koştular. Gitmeyenler de kendilerini saklar duıruma düştüler” diye ekledi.
Bir şiir yazmıştım :
Düşünmektir en büyük erdem
En büyük din bilimdir elbet
Doğru yolu gösterir her dem
Bilime sarıl bilim üret
Din tacirlerine inanma
Safsatalara asla kanma
Bilim dışı bilgiler boştur
Yalanda keramet var sanma
( http://www.osmangokce.com/siirler/293-dueuenmek)
Bu şiiri sosyal medyada paylaştım. Aman Allah’ım!… Okuyucuların hakaret yağmuruna tutuldum. Bir ton küfür yedim.“Korkmayın” diyebilirsiniz. Ama “Korkmadım” desem yalan olur. Galileo Galilei de korkmuştu. “Görmedim, Duymadım ve Bilmiyorum” diyerek, inkâra sığınarak kendisini idam sehpasından kurtarmıştı. Ben nasıl korkmam?..
Bu toplumda yaşayan çoğu birey bunu bilir. Pek çok kişi ya kendisinin ya da başkalarının başından geçmiş sayısız örneklerle karşılaşmıştır yaşamı boyunca. Müslüman ülkelerde ve ülkemizde din duyarlılığı ve din alınganlığının kişiler üzerinde hakarete uğramalar, hapislere girmeler, aile bireylerine çeşitli saldırılar, ölümle cezalandırmalar gibi pek çok yaptırımlar doğurduğu bilinmektedir. İşte bunlardan korktum. Yazdığım dizeler bir alınganlık doğurmuşsa bu alınganlığın karşılığı olabilecek cezalardan korktum. Dine hakaretin ölçüsünü kim koyuyor, bunun cezası nasıl kesiliyor, nasıl infaz ediliyor görülmüyor mu? Böyle bir korku ile ve böyle bir korku ortamında bilim adamlığı olur mu? Olmaz, olsa da eksik olur. Yaradılış inancı seçeneksiz ve yaptırımlı olarak dayatılıyorsa evrim kuramları üzerinde hangi bilim adamı özgürce çalışabilir?
Kendisinin olmadığı eski dinlerden olmak suç
Kendisinin olmadığı yeni dinlerden olmak suç
Yani aynı dinden olmamak suç
Aynı mezhepden olmamak suç
Aynı tarikattan olmamak suç
Aynı şeyhe bağlı olmamak suç
Doğum kontrolü ihanettir, savunmak suç
Dininin, kininin davacısı genç olmamak suç
Baskın dinî inancın bir zerresini bile tartışmak suç
İnkar edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun
Kör bıçakla kelle kesin
Yazar çizer katledin
Çoluk çocuğun karnını deşin
Dinime küfretti deyip vurun
Dinime hakaret etti deyip vurun
Kutsalıma saldırdı deyip vurun
Paris’te Charlie Hebdo Dergisi binasını bas, kutsalının karikatürüni çizdi diye 12 kişiyi öldür (7 Ocak 2015). Afganistan, Irak, Suriye, Nijerya, Pakistan vb onlarca ülkede yüzlerce değil binlerce insanı benden değil, benim inancımdan değil diye öldür.
Yalnızca yurt dışında değil kendi ülkemizde de, ufak tefek üçbeş kişilik cinayetleri saymasak bile Kahramanmaraş’ta (19-26.Aralık.1978), Çorum’da (5 Temmuz.1980), Sivas’ta (2.Temmuz.1993) yüzlerce insanı başka türlü inanıyor diye öldür.
Üniversite öğretim elemanlarına saldır ve öldür. İşte bir liste :
1-Prof. Dr. Saffet Müftüoğlu katledildi-24. Nisan.1968.
2-Doç. Dr. Server Tanilli-Saldırıda sakat kaldı-7.4.1974.
3-Doç. Dr. Orhan Yavuz katledildi-15.5.1977.
4-Prof. Dr. Gürel Ataman’nın evi bombalandı-Nisan.1977.
5-Prof. Dr. Korel Göymen’nin evi bombalandı-Mayıs.1977
6-Prof. Dr. Uğur Ersoy saldırıya uğadı-Mayıs.1977
7-Prof. Dr.Yalçın Sanalan saldırıya uğadı-27.Aalık1977.
8-Doç. Dr. Berdettin Cömert katledildi-11.Temmuz.1978.
9-Ord. Prof. Dr. Bedri Karafakioğlu katledildi-20. Ekim.1978
10-Dr. Necdet Bulut katledildi-26.Kasım.1978
11-Prof. D. Fiket Ünsal katledildi-10.Eylül.1979
12-Prof. Dr. Ümit Doğanay katledildi-26 Kasım 1979.
13-Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil katledildi-7.12.1979.
14-Prof. Dr. Bahriye Üçok katledildi-6.10.1990.
15-Prof. Dr. Muammer Aksoy kayledildi-31.01.1990.
16-Prof. Dr. Ahmet Kışlalı katledildi-22.10.1999.
17-Öğretim Görevlisi Necip Hablemitoğlu katledildi-18.12.2002.
18-Prof. Dr. Göksel Kalaycı katledildi-11.11.2005.
19-Prof. Dr. Ali Demir saldırıya uğadı- 18.KASIM.2009.
20-Öğretim Görevlisi Serpil Erfındık katledildi-17.Aralık.2013
21-Dr. Burak Ünveren saldırıya uğradı-5.Haziran.2013.
Bunlar su yüzüne çıkan, basına yansıyan olaylardır. Su yüzüne çıkmayan, basına yansımayan binlerce baskı, taciz ve saldırılar olmaktadır. Kim dayanır bunca zulme? Üniversiteler ve akademisyenler toplumun dışındaki varlıklar değildir. Onların da yaşam biçimleri, davranışları, düşünceleri bu tür baskılar altındadır. Hangi bilim adamı yaşar böyle korkular içinde bilim üreterek? Hangi tarih bilimci, tarihteki din savaşlarını bilimsel yansızlıkla araştırabilir ve bunları toplumla paylaşabilir başına bir şeyler gelebileceğinden korkmadan?
Olay yalnızca korkmak ya da kokmamakla da bitmiyor. İstenildiği kadar cesur olunsun. Bazı konuların araştırılmasını yapmaya bu da yeterli olmuyor.
Örneğin arştırma konularını seçerken baskı geliyor. Özellikle sosyal bilimlerde yani ekonomi, sosyoloji, siyaset vb alanlarda dinin ya da onu kullananların işine gelmeyen konularda araştırma yapmak için olanaklar verilmiyor. Bu tür konular projelendirilse bile desteklenmiyor, araştırma fonlarından yararlandırılmıyor.
Yine örneğin, devletin en tepesinden “Doğum kontrolü ihanettir” (Türkiye gazeteleri, 23. Aralık.2014) hükmü veriliyorsa o ortamda doğum kontrolü ile ilgili bilimsel araştırma projeleri üretilemiyor ya da zor üretiliyor ve üretilenler de destek bulamıyor, köstekleniyor.
Başka bir konu da üniversiteye gelen öğrencilerle ilgilidir. Bilindiği gibi, yükseköğretim ortaöğretimden gelen öğrencilerle yapılır. Ülkemizde ortaöğretim ise giderek imamhatipleşiyor ve dindarlaşıyor. Dolayısıyla üniversite ortamı toplumun diğer dindar kesimleri kadar öğrencilerden de gelen dinî baskılar altında kalıyor.
Örneğin, ben köy sosyolojisi hocasıydım. Dolayısıyla, kırsal toplumumuzun tarımımızı etkileyen ya da etkileyebilecek olan tüm sosyolojik özelliklerini öğrenmem ve öğrencilerime de öğretmem gerekiyordu. Bir dersimde tarımsal etkinlikler ve kadercilik üzerine Ege Bölgesi kırsal kesiminde yaptığım bir araştırmanın yöntemini ve bulgularını sınıfta öğrencilerimle paylaşıyordum. Bu bağlamda olmak üzere kaderciliğin nasıl ölçümlendiği konusunda da bilgiler veriyordum.
Ders arasında bir öğrenci yanıma geldi. Çok incelikli, saygılı ve çok kararlı bir havada bana (Hocam kadere inanmak imanın altı şartından birisidir. Kadere iman etmek Allah’ın ezeli ve kadim ilmine iman etmektir. Allah’ın istediği her şeyin olacağına, gökte ve yerde istemediği hiç bir şeyin olmayacağına, bütün mahlûkatı ve kâinatı Allah’ın yarattığına, hayrın ve şerrin yalnızca Allah’ın takdiri ile olacağına inanmaktır. Kadere inancın azı, çoğu, derecesi olamaz ve kadere iman etmek ölçülemez. Kadere ya inanır iman edersiniz ya da etmezsiniz. Üçüncü şık yoktur. Müslümanın kader inancı böyledir. Bu tartışılacak bir konu değildir) diye özetleyebileceğim bir açıklama yaptı.
Ben üniversite öğrencisiyken Prof. Dr. Asaf Irmak Hocamın bana davrandığı gibi davrandım ve ben de öğrenciyi ders sonunda odama çağırdım. Konuyu bir kez de uzun uzun ve özel olarak anlattım kendisine. Bilimsel bilginin ne demek olduğunu da açıklayarak, üniversitenin bir bilim kurumu olduğunu, burada yalnızca bilimsel bilgilerin işlendiğini ve bilimsel ölçütlerin dışında başka hiç bir ölçütün geçerli olamayacağını açıkladım ve konuyu kapattım.
Bana “Hocam siz haklı olabilirsiniz. Ben size çok saygı duyuyorum. Ama arkadaşlarımız böyle düşünmezler” dedi ve yine çok incelikli, saygılı ve çok kararlı bir havada odamdan çıkıp gitti.
Bir yanıt yazın