SONDAN BİR ÖNCEKİ DURAK –V- -Bitmeyen Kavga ve Bir Uzay Profesörü-
SONDAN BİR ÖNCEKİ DURAK –V-
-Bitmeyen Kavga ve Bir Uzay Profesörü-
Kadercilik düzeyinin ölçümlenmesini uygun bulmayan, bana bu konuda üstü kapalı olarak gözdağı veren öğrencime gerekli açıklamayı yaparak konuyu kapattım dedim ama konu kapanmadı. Başka bir biçimde benzer bir konu çıktı karşıma.
Beğendiğim ve saygı duyduğum bir bölüm başkanımız vardı. Kendi sözleri ile usulî, vicdanî ve ilmî olmakla övünürdü. Ben de hocamı böyle bilirdim. Türban konusu o günlerde çok sıcak ve gündemin başındaki konu idi. Sınıfa başörtülü giren iki öğrenci için tutanak tutmamı daha önce bana bir kaç kez söylemişti. Hocayı kırmamaya çalışmış, sesimi çıkarmamış ve fakat dediğini de yapmamıştım. Bir tür duymazlıktan gelmiştim.
Birgün çay saatinde bütün bölüm elemanları çay salonundaydık. Hoca bir sohbet havasında duyurmak ve uyarmak için konuyu bütün topluluğa dönerek anlattı. Birincilerin adını verip ikincilerininkini vermeden “İçinizden bazı arkadaşlar sınıfa başörtülü giren öğrenciler için yönetimin tutulmasını istediği tutanağı tutmaktadırlar. Fakat bazıları bunu henüz yapmamaktadır. Oysa bu bir YÖK emridir. Lütfen o hocalarımız da gereğini yapsınlar” dedi.
Sağıma soluma bakındım. Kimseden hiç bir ses çıkmıyordu. Hocanın tutanak tutmuyorlar dediği hocalardan en azından birisi bendim. Bu uyarı üzerine bana göre söz bana düştü ve bende de sabır taşı çatladı. Oradakilerin tümüne dönerek “Değerli arkadaşlar, hocamın sözünü ettiği asilerden birisi benim” dedim gülmeye çalışarak. Hocama da dönerek “Hocam, ben hocayım, saltanat zaptiyesi değilim. Üniversitede yönetimsel bir görevim de yok. Elimden geldiğince, sizlerin de bize öğrettiğiniz yolda iyi bir hoca olmaya çalışıyorum. Kimsenin nasıl giyindiği, nasıl bağlandığı beni ilgilendirmiyor. Üstelik başörtüsü adı altında ortaya çıkan sorunun yalnızca bir baş örtme sorunu olmadığını, bunun çok temel bir sorunun sıradan bir göstergesi olduğunu sizler de ben de biliyoruz. İşte o temel sorun beni çok ilgilendiriyor ve kaygılanıyorum. Ama o sorunla böylesi yöntemlerle başa çıkılabileceğini de sanmıyorum. Bir zamanki çıkarları gereği cumhuriyet ve laiklik karşıtlarını, yobazları, bağnazları kullananlar ve din istismarcılığı yapanlar, başta Cumhurbaşkanı (Süleyman Demirel) olmak üzere konuyu buraya getirenler bugünkü çıkarları gereği şimdi de cumhuriyeçileri, laik ve çağdaş düşüncede olanları kullanmak istiyorlar. Ortada dönen dolabı iyi bilip biz işimize bakalım hocam” dedim.
Hoca çok üzüldü . Tek bir söz söylemedi. Çayı yarı bıraktı ve çekti gitti. Buz gibi oldu ortalık. Daha sonra da uzun bir zaman bana bu konuda tek bir şey söylemedi. Kızgınlık ve kırgınlık izi taşıyan hiç bir davranışta da bulunmadı. Olayın özünü o da biliyordu. Bu çay salonu olayından uzunca bir süre sonra sık sık odama gelir oldu, birbirimize daha da yaklaştık ve bu konuları sık sık konuşur olduk. Daha sonraki gelişmeleri birlikte yaşadık, birlikte gördük. Doğrunun yeneceği umudunu hiç yitirmedik. Birbirimizi hiç suçlamadık. Işıklar içinde yatsın Prof. Dr. Metin Talim Hocam.
Benim bu konudaki haklılığım ya da haksızlığım çok önemli değildi. Ama daha sonra üniversitemizde bir olay yaşandı ki bu çok önemliydi. Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri bölümü Prof. Dr. Renan Pekünlü baçörtüsü nedeniyle hapse girdi. Özetlemeye çalışacağım (http://tr.wikipedia.org/wiki/) :
Türban ya da başörtüsü sorunu 1951’de İmam-Hatip okullarının, kız öğrencilere dinî eğitim almaları için, kurs düzenlemesi ile başlamış ve 1960′ ların sonu ve 1970′ lerin başında gündeme çıkmıştır. O günden bugüne kadar da sürekli tartışmalara ve çok sayıda yönetsel ve yasal düzenlemelere konu olmuştur. Burada çok geriye gitmeden, 12 Eylül 1980 İhtilali sonrası çıkarılan 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu’dan başlayarak bu gelişmeler kronolojik olarak aşağıda verilmiştir :
• 1982 – YÖK, yayınladığı kıyafet genelgesi ile türbanı yasakladı.
• 1984 – YÖK, kıyafet genelgesindeki başörtüsü yasağını kaldırdı.
• 1987- Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’ne bir madde eklendi. Üniversitede çağdaş kıyafet ve görünüm dışında bir kıyafet ve görünümde bulunmak disiplin suçu sayıldı ve türban yasaklandı. Ayrıca öğretim elemanlarından bu durumu izleyip gerektiğinde soruşturma açılması da istendi.
• 45. Hükümet (1. Özal Hükümeti) ‘in başörtüsünü serbest bırakmak için YÖK yasasında yaptığı değişiklik veto edildi.
• 27 Aralık 1988’de 46. Hükümet (2. Özal Hükümeti) tarafından çıkarılan 3511 Sayılı Yasa ile yükseköğretimde türban serbest bırakıldı.
• 1989 – Özal hükümetinin çıkardığı yasa zamanın Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edildi ve böylece türban yasağı kalkmadı.
• 1990 – Başörtüsüne izin veren üçüncü kanun çıktı ve fakat Anayasa Mahkemesi’ne götürüldü, kanun reddedildi ve türban yasağı yine kalkmadı.
• 1997 – 15 Eylül’de YÖK Başkanlığı’nın bir genelgesi ile türbanlı öğrencilerin okullara alınması yasaklandı.
• 1998 – 28 Şubat sürecinde bütün üniversitelerde YÖK tarafından türbanlı öğrencilerin kampüs içinde dolaşmaları yasaklandı. Bu yasağı uygulamayan rektörler hakkında soruşturma açılacağı bildirildi.
• 29 Haziran 2004’te Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, açılan bir dava üzerine, Türkiye’de üniversiteye türbanlı girişin yasaklanmasının hukuka uygun olduğuna dair karar verdi.
• 9 Şubat 2008’de üniversitelerde türbana serbestlik getiren Anayasa değişikliği kabul edildi.
• 5 Haziran 2008’de 9 Şubat 2008 Tarih 5735 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın bazı maddelerinde değişiklik yapılmasına dair Kanun’un 1. ve 2. maddeleri, Anayasa’nın 2, 4. ve 148. maddeleri gözetilerek iptal edildi, türban yasağı da kalkmadı.
Okuyanları bilmem ama bu türban trafiğinden benim başım döndü. Menderes döneminde yani 1950’lilerde Celal Şahin adında bir güldürü sanatçımız vardı. Dönemin kalkınma övünmelerinin gerçek yüzünü ve yapılan yolsuzlukları “Kaldır kaldırımı-İndir kaldırımı” nakaratlı bir şarkı ile dile getirir ve herkesi hem güldürür hem düşündürürdü. Bu kez de “Yasakla türbanı-Serbest bırak türbanı” biçiminde bir gözbağcılık çıktı ortaya. Aslında Celal Şahin’in anlattığı ile bu sonuncusu arasında çok da bir ayrım yok. Örnekler değişik ama işin özü aynı. Bir gerekçe uydur. İster kaldırım yapıyorum diye, istersen herkes inancına göre yaşamalıdır diye ahkam kes ve türban da türban diye dayat. Şamata çıkar, gürültü kopsun ve gözü açıklar malı götürsün. Bu ne iş böyle denmesin . Bu işlerin esemesi böyle.
Dönem işte böylesi bir dönemdi . Benim köyümde böylesi durumlar için “Batman (8 kiloluk eski bir ağırlık ölçüsü) çağala (çakıla) karışmış” denirdi. Bul bulabilirsen sel yatağında çakıllar içinde taş batmanı, ayır ayırablirsen birbirinden. Toplumda büyük küçük belirsiz, bilen bilmeyen belirsiz, yetkili yetkisiz belirsiz. İnançlı inançsız belirsiz. Kimin ne söylediği belirsiz. Yani batman çağala karışmış.
Ruhsatî (1835-1911) Sivas’tan sesleniyor :
Bir vakte erdi ki bizim günümüz
Yiğit belli değil mert belli değil
Herkes yarasına derman arıyor
Deva belli değil dert belli değil
Fark eyledik âhır vaktin yettiğin
Merhamet çekilip göğe gittiğin
Gücü yeten soyar gücü yettiğin
Papak belli değil Kürt belli değil
Adalet kalmadı hep zulüm doldu
Geçti şu baharın gülleri soldu
Dünyanın gidişi acayip oldu
Koyun belli değil kurt belli değil
Başım ayık değil kederden yastan
Ah ettikçe duman çıkıyor festen
Haraba yüz tuttu bezm-i gülistan
Yayla belli değil yurt belli değil
Çarh bozulmuş dünya ıslah olmuyor
Ehl-i fukaranın yüzü gülmüyor
Ruhsatî de dediğini bilmiyor
Yazı belli değil hat belli değil
Türbanla ilgili gelişmeler böylece sürüp giderken, son olarak yasalara karşın, YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın türbanın üniversitelerde serbest bırakılması ile ilgili genelgesi de Danıştay tarafından iptal edildi.
Danıştay’ın öğretmenlerin okulda türban takmasını uygun bulmayan kararı hakkında “Efendi sen kim oluyorsun, buna Mecelle karar verir” diyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan AİHM’nin kararıından sonra da “Mahkemenin bu konuda söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır. Açarsın o dinin mensubuna, Musevi ise o dinin mensubuna, Hırıstiyansa o dinin mensubuna sorarsın, bunun dinde gerçekten emredici bir hükmü var mı? Varsa saygı duymak zorundasın. Ben diyorum ki dinde bunun yeri vardır” açıklamasını yaptı (Türkiye gazeteleri, 15.Kasım.2005).
Başbakan şeriatı, şeri hukuku yani ilahî kanunu işaret ediyordu. Buna göre, değiştirilemez ilahî kanunlar gökten indiğine ve kutsal kitaplarda yazıldığına göre üniversitelerde hukuk fakültelerine de gerek yoktu. Allah’n gönderdiği hukuktan üstün bir hukuk olamazdı çünkü!..
Görüldüğü gibi hükümetler dahil siyasal İslamın gündeminden türban bir türlü çıkmıyordu. 24 saat türban oyunu oynanıyor ve 24 saat türban İslam’ın bir numaralı sorunu olarak gündemi işgal ediyordu.
Bütün bu baş döndürücü gelişmelerden sonra işin özeti şu idi ki türban üniversitelerde fiilen serbest ve ancak hâlâ yasal olarak yasaktı. Prof. Dr. Renan Pekünlü de sandı ki hiç değilse Ege Üniversitesi’nde yasal yasak uygulanır. Öyle ya 23 Mart 2011 tarihli bir yazıyı fakültelerin duvarlarına astırarak (türban yasak) diyordu rektörlük. Ne cehalet!…
Evet doğru olmak, doğruyu bilmek, doğru olanı ve yasal olanı yapmak ne cehalet!..Gökyüzünün sırlarını araştıran Astronomi Profesörü Rennan Pekünlü de çok cahilmiş meğer!.. Devlete inanmış, YÖK’e güvenmiş, rektörlüğünün verdiği talimata uymuş ve öğretim elemanlarına görev olarak verilen, yukarıda benim asilik gösterip yapmadığımı söylediğim bir görevi yapmış. Bir durum tesbitinde bulunmuş yalnızca. Ama nasıl oluyorsa eğitim ve öğretime engel olmaktan cezalandırılmış, 2 yıl 1 ay hapis yemiş!.. Suç uydurmak, suçlu bulmak hukukun uzmanlık alanı oldu ülkemizde. Foça Cezaevi’nde ıslah ediliyor şimdi bir uzay profesörü!.. Örtünme gibi bir dinsel anlayış adına bir bilim insanının hapse girdiği bir ortamda bilim ve üniversiteden kimse bir iyilik beklememelidir. Din, Bilim, Üniversite ve Bitmeyen Kavga!..
Prof. Dr. Osman Gökçe
10.02.2015, Bornova
bilim.ege@gmail.com
Bir yanıt yazın