SONDAN BİR ÖNCEKİ DURAK-IX- -TÖREME-
SONDAN BİR ÖNCEKİ DURAK-IX-
-TÖREME-
Bizim köyde (Töreme emi?) ya da (Töremeyesice) bir kargıştır. Yani bedduadır. Mahmûd el Kâşgarî’nin Dîvânü Lugâtit Türk adlı sözlüğünde de kargış/qargış karşılığında beddua, lanet, ilenç sözcükleri verilmiştir.
Yine aynı kaynakta, alkış/alqış karşılığında dua etme, övme sözcükleri bulunmaktadır. Şimdilerde, her ne hikmetse, cenazelerde bile yapılan şakşakçılık yani alkışlama(!), bir Oğuz Boyu obası olan ve Kahramanmaraş’ın Göksun ilçesine bağlı bulunan benim köyüm Ericek’te de Kâşgarî’nin sözlüğündeki anlamda yani dua etme; övme anlamlarında kullanılırdı. Ben de Kâşgarî (Köşkerli) soydaşıma uyarak dua ve beddua yerine alkış ve kargışı kullanmayı yeğledim burada.
Benim köyümde ve benim çocukluğumda, özellikle delikanlılık öncesi yeni yetme, yaramaz, afacan çocuklara kadınlarımız kızdıklarında töreme emi, seni gidi töremeyesice diye kargış ederlerdi, ilenirlerdi. Kızgınlık duyulan evlenme aşamasındakilere yani delikanlılık çağındakilere de kınalı parmak sıkmayasıca diye kargışta bulunulurdu. O zamanlarda çocukların çoğu gibi ben de bu tür kargışlardan payıma düşeni almışımdır.
Kadınlar töreme emi derlerdi ama o çocuklar da törerlerdi yani türerlerdi. Büyürler, serpilirler, yeni kimlikler kazanırlar ve çoğalırlardı. Türk Dil Kurumu da töreme karşılığında torun sözcüğünü vermiş. Öyle ya, töremeden torun sahibi olunur mu? Ben de töredim. Hatta “Hiç inanmam dualara, beddualara” diye başlayan “Aldanışlara Elveda” adlı şiiri yazdım.
İşte sorunlar da böyle, yaramaz çocuklar gibidir. Töreme emi desen de, töremeyesice desen de törerler. Temel sorun giderilemezse bu sorundan kaynaklanan bir çok yeni sorunlar ortaya çıkar yani temel sorun durmadan töredikçe törer, çoğalır. Ben temel sorundan kaynaklanan bu tür yeni sorunlara türev sorunlar diyorum.
Bana göre, sorunlar da sorunların çözüm yolları da Temel Sorunlar, Temel Çözüm Yolları ve Türev Sorunlar, Türev Çözüm Yolları olarak sınıflandırılabilir. Temel sorunlar anlaşılmadıkça onlardan türeyen, onlardan kaynaklanan türev sorunlar anlaşılamaz. Ayni biçimde, sorunlar için önce temel yani ana çözüm yolları bulunmadıkça ve temel çözüm formülüne uygun olarak da türev çözüm yolları geliştirilmedikçe derme çatma önlemlerle ne temel sorunlar ne de türev sorunlar çözümlenebilir.
Örneğin, bilim ve üniversitenin özgür ve özerk olmayışı bir türev sorundur. Temel sorun toplumun tümünün tutsaklığıdır, özgürsüzlüğüdür. Toplumun tümü özgür olmadan bilim ve bilim kurumları özgür olamaz. Toplumun tümü özgür olmadan basın, sivil toplum örgütleri, siyaset özgür olamaz. Yalnızca özgürmüş gibi gösterilir ve görülür, o kadar.
Yine örneğin, tüm ülkede gelir dağılımı dengesizliği yaşanır iken öğretim elemanlarına adaletli bir maaş düzeyi sağlanamaz. İnişli, çıkışlı, gelgeç düzenlemelerle oyalama ve oyalanmalar olur. Ancak, dengeli ve adaletli bir maaş düzeni asla kurulamaz.
Elbette temel ve türev sorunların ayrımı, tanımlanması zaman zaman güçlükler gösterebilir. Zaman zaman yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan çıktı örneğindeki gibi ikilemlerle karşılaşılabilir. Ancak yine de sorunları kendisine sorun edenler ve sorun çözücülüğüne soyunanlar temel ve türev sorunları olabildiğince doğru tanımlamaya çalışmalı ve işe buradan başlamalıdırlar.
Ben de böyle yapmaya çalıştım. Anılarımın sekiz alt başlık altında yazdığım önceki bölümlerinde bilim ve üniversitenin var oldukları günden beri süregelen sorunlarından kendimce ikisini, iki temel sorunu seçtim. Bunlardan biri bilim, üniversite ve din ilişkilerinden kaynaklanan ve diğeri de bilim, üniversite ve devlet ilişkilerinden kaynaklanan sorunlardı. Bu iki sorunu sorun kaynağını akademik yaşamımla harmanlayarak ilk yedi alt başlık altında elden geldiğince özetlemeye çalıştım.
X
Günümüzde bilim ve üniveriste sorunları olarak ilgili çevrelerce sıkça konuşulan ve tartışılan sorunların çoğunun türev sorunlar olduğunu düşünüyorum. Ancak bu olguyu küçümsemiyorum. Türev sorunları önemsiz görmüyorum. Çünkü güncel yaşamda, birey ve toplum öncelikle bu sorunlarla yüz yüze geliyor, bu sorunlar karşısında zorlanıyor ve onlar da öncelikle bu sorunları gündemlerine alıyorlar. Temel sorunla savaşım yerine öncelikle sıcak temasta bulunulan görünürdeki sorunlara yükleniyorlar. Ben de sorunları kendisine sorun edenlerden birisi olarak akademik yaşamımda, adı ister temel ister türev ne olursa olsun, üniversite sorunlarıyla epeyce uğraştım ve emek verdim. Bu uğraşılarımın başında da üniversite öğretim elemanlarının örgütlenme ya da örgütlenememe sorunu yer aldı.
Her ne kadar ülkemizde toplumsal örgütlenmenin yetersizliği, zayıflığı, etkisizliği vb konulardaki yakınmalar ve eleştiriler haklı olsa da bazı başarılı vakıflar, dernekler, sendikalar ve meslek kuruluşlarımız da bulunmaktadır. Bunlar arasında LÖSEV, TEV, TEMA, ÇEKÜL vb vakıf kuruluşları; AKUT, ADD, TÜSİAD vb dernek kuruluşları; DİSK gibi sendika; TMMOB, TTB, TOBB vb meslek kuruluşları sayılabilir.
Ne var ki bunlar arasında başarılı bir öğretim elemanları kuruluşu yoktur. Oysa
İş adamlarının bir derneği var başını sallarsa deprem oluyor. Dinî cemiyetlerimiz var, kartal örneği boynunu hangi partiye dönerse o partiyi iktidara getiriyor. Spor kulüplerimiz, toplumu arkasından savaşa sürükleyebiliyor, bir dedikleri iki olmuyor. Gelin görün ki bırakınız etkili olmayı, üniversite öğretim elemanları ile ilgili toplumda adı bilinen bir tek sivil toplum kuruluşumuz bile yoktur.
Amanos Dağları’nın özgün bitki örtüsü haritasını çıkarmaya çalışırken, Doğu Akdeniz Bölgesi ormanlarında yetiştirilebilecek dışsal (exotik) orman ağaçları denemelerini yaparken, çiftçi tarlalarında karşılaştırmalı kültür ve verim araştırmaları yürütürken başıma bir iş geldi. Bir A.Kaya türküsündeki gibi :
Biri, saksımızı çiğneyip gitti.
Biri, duvarları yıktı,
Camları kırdı,
Fırtına gelip aramıza serildi.
Biri, milyon kere çoğaltıp hüzünleri
Herşeyi kötüledi,
Bizi yaraladı…
Biri şarabımızı döktü,
Soğanımızı çaldı.
Biri, hiç yoktan vurdu,
Kafeste kuşumuzu!
Sürüldüm, ayrıldım. Soranlara okurdum, dostlarıma okurdum daha lise yıllarında ezberlediğim Namık Kemal’in Hürriyet Kasidesi’ni :
Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selametten
Çekildik izzet ü ikbal ile bab-ı hükûmetten
Yani,
(Çağın samimiyet ve selametten saptığını görerek
Devlet kapısından şerefimizle çekildik) derdim.
Çekildim, üniversiteye geldim. Kimsesizliğin, arkasızlığın, örgütsüzlüğün acısını yaşadığım için öğretim elemanlarının örgütlenmesi konusunda heveslendim.
Önce heyecanla, hevesle ve umutla İzmir Üniversiteleri Öğretim Elemanları Derneği’ni (İZÜNÜDER) kurduk (29.04.1991). İki kişinin yanyana yürümesini bile sorgulayan 1980 İhtilali’nin baskıcı, sindirmeci ve korkutucu etkisinden ancak onbir yıl sonra kendimize gelebilmiştik. Kurucu kurulumuz 50 kişiydi. Tüzüğümüze, yapılabilirliği inancıyla çok güzel, çok iyi ve çok önemli amaçlar yazılmıştı. Kadro çok seçkindi, ünü büyük hocalarımız vardı. İlk dokuz dönem, ilgili ve sorumlu bir üye olarak çalışmaları adım adım izledim. Yönetim kurullarımızın özverili ve çok değerli tüm çalışmalarına karşın başladığımız yerde kaldık, gelişemedik, beklentilerimize kavuşamadık. Umudum yoruldu. Bir de ben deneyeyim dedim. Onuncu Dönem Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı üstlendim. Bizden önceki tüm yönetim kurulu üyeleri gibi Onuncu Dönem’inde çok değerli üyeleri vardı. Biz de bizden öncekiler gibi özveri ile çalıştık. Ama özlediğimiz hizmeti biz de üretemedik. İşe başlarken bir kaç dönem çalışmak niyetiyle görevi üstlenmiştim. Ama bana bir dönem yetti. Yol alınamıyordu, ayrıldım. Ancak henüz umut yitirilmemişti. Başka arkadaşlarımız görevi devraldılar. Fakat çok geçmedi kendisini toplumcu diye tanıtan ve üyemiz de olan bir rektörün kurbanı oldu dernek, bitirildi, çöktü :
Bin kurşun yedik bağrımızdan
Hepsi bizden
Savcı bey
Beynimizde saklı durur
Şikayetimiz yok
Öperiz gözlerinizden
(www.osmangokce.com).
Savcı Bey’e şikayet etmedik, suçu kendimizde aradık ve 17 arkadaşımızla Ege Öğretim Elemanları Derneği’ni (EGÖDER) kurduk (Kasım 2006). Bu derneğin de yönetim kurulu üyeliklerini ve bir dönem de başkanlığını yaptım (21.06.2009).
Benim bu satırlarımı yazdığım günlerde Ege Öğretim Elemanları Derneği’nin ev sahipliğinde 8. Üniversite Kurultayı yapıldı (20-21 Mart 2015). Tüm Türkiye üniversitelerinden çağrılı ve gönüllü bildiriler sunuldu. Kurultay bir bilim kurulu gibi çalıştı. Üniversite ile ilgili pek çok sorun masaya yatırıldı. Çözüm önerileri getirildi. Pogram şöyleydi :
Laik Eğitim ve Bilim konulu oturum:
-Neden Evrim Eğitimi
-Üniversite, Bilim, İnançlar ve Aydınlanma
-Milli Eğitim Şuraları ve Eğitimin Dinselleştirilmesi
Üniversite Eğitiminde Nitelik ve Nicelik Sorunu konulu oturum :
– Eğitimde Nitelik Arayan Var mı?
-Bologna Süreci Çıkmazı : Akademisyen ve Öğrenci Boyutu
-Üniversitelerde Kaynaktan İnsan seçimi
-Üniversiteli İşsizler, Veteriner Hekimler Örneği
Piyasa , Sanayi ve Siyaset Ekseninde Bilim ve Eğitim konulu oturum :
-Bilim ve İktidar İlişkileri
-Özel (Vakıf) Üniversiteler-Sorunlar
-Ulusal Kalkınma İçin Üniversite Sanayi Birlikteliği
-Bilime Akademik Kapitalizmin Getirdiği
Üniversitelerin Temel Sorunları ve Çözümleri konulu oturum:
-Türkiye’de Üniversitelerin Suskunluğu
-Yüksek Öğretimin Yeniden Yapılandırılması
-Üniversite Öğretim Elemanları ve Öğrenci Örgütlenmeleri
-Üniversitelerde Disiplin Terörü
Üniversitenin Toplumsal Sorumlulukları konulu oturum:
-Kişilikli Üniversite Olmak : Nasıl?
-Üniversiteler Susar mı?
-Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Örneği : Alakarga
-Özgür Yazılım
Üniversite Kültür ve Sanat Konulu oturum:
-Üniversitelerde Sanat Eğitimi
-Bilimin İçindeki Sanat
-Üniversitelerde Sanat ve Edebiyat Eğitimi
-Üniversitelerde Spor.
Bütün bildirileri başından sonuna kadar dinledim, not aldım, tartışmalara katıldım. Gerek bildiri sunan değerli akademisyenler, gerek izleyiciler bilim insanına yakışır bir yetkinlik ve olgunluk içinde kurultayı tamamladılar. Eksiksiz bir bilimsel toplantı gerçekleşti. Sonuçta da bir sonuç bildirgesi açıklandı.
Ama bakınız ne oldu?
Kurultay’ın toplanmasına 4 gün kala üniversitemiz , daha önce bize vereceğini bildirdiği, toplantı salonunu vermedi. Verilen izni iptal etti güvenlik nedeniyle. Bildirili, bildirisiz katılımcıların tümü akademik ünvanlı 60-70 kişiydik, yaş ortalaması 60’lar civarında olan. Ama yönetim haklıydı!.. Bizlerden iyi terörüst mü olacaktı?.. Çaresiz otel odalarına sığındık. Gönlüm dedi ki, ibret alacak kimse kaldı mı bilmiyorum ama, üniversitenin önüne bir çadır kuralım ve kurultay tartışmalarını orada yapalım, ibret-i alem için. Şeytana lanet ettim (!) ve gönlümün dediğini gönlüme gömdüm.
Bu örnek ne ilktir, ne tektir. Görünen o ki ne son olacak, ne de tek kalacaktır.
Ben İzmir Öğretim Elemanları Derneği (İZÜNİDER) Yönetim Kurulu Başkanı iken, İzmir’deki üniversitelerin rektörlerine yazılı olarak başvurduk (10.10.2000 Gün ve 2000.7 Sayılı yazı). “Öğrenci temsilcilikleri için 24.10.1996 Tarihli YÖK’ün tavsiye kararına dayanarak çalışma mekanı dahil bir takım olanaklar üniversitelerimizce öğrencilerimize sağlanmaktadır. Aynı mantıkla öğretim elemanları temsilciliklerine de bu olanaklar sağlanabilir. Kamu ve özel kuruluşlarda pek çok örnekleri görüldüğü gibi, o kuruluşun çalışanlarına ve onların örgütlerine sosyo-kültürel çalışmalarını yürütebilmeleri için o kuruluşça yer de dahil pek çok olanaklar sağlanabilmektedir. ..İzmir Üniversiteleri Öğretim Elemanları Derneği’ne de uygun bir çalışma mekanı verilmesini” diye yazarak bir yer talep ettik.
Tıs yok, ne yazılı ne sözlü. Arkasını aradık. Bir şey çıkaramadık. Vakıflara, şirketlere kucak açan İzmir üniversitelerinin o günkü yöneticileri dernek ve dernek üyelerini vebalı gibi görüyorlardı, düşman kampın elemanı gibi görüyorlardı. Yaklaşmıyorlardı. Belki de haksız sayılmazlardı. Örneğin, Uludağ Üniversitesi gibi, ODTÜ gibi bazı üniversiteler kendi öğretim elemanlarının derneklerine bilgisayarlı, donanımlı çalışma mekanları tahsis etmişlerdi.
Etmişlerdi de ne olmuştu? Ünü büyük Ergenekon soruşturması kapsamında “Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya ve görevini yapmasını engellemeye teşebbüs ve yasa dışı örgüt üyesi olmak” suçundan İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, Başkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mehmet Haberal, 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ferit Bernay, Cumhuriyet Gazetesi yazarı Prof. Dr. Erol Manisalı, ÇYDD Yönetim Kurulu üyeleri Prof. Dr. Ayşe Yüksel, Gökhan Ecevit, Ömer Sadun Akyaltırık ile birlikte Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Yurtkur da gözaltına alınmış, tutuklanmış ve Metris Cezaevi’ne tıkılmıştır (13 Nİsan 2009-17 Nisan 2009). Demek ki bizim rektörler ibret almasını bilmişler ve derneklerden uzak durmuşlar !.. Kim ne diyebilir?
Rektörü, dekanı öğretim elemanları derneğine bilimsel toplantı için salon vermekten, çalışma mekanı vermekten, hocalar üye olmaktan korkuyorlar. Ak adaletli savcılarımız, hakimlerimiz, mahkemelerimiz rektörleri, hocaları kara deliklere tıkıyorlar. Cumhurbaşkanı, rektör seçimlerinde öğretim elemanlarının oylarını çöpe atıyor, cümle alemin oyu geçerli olurken öğretim elemanlarının oyları beş para etmiyor ve de kapıcı atanır gibi rektör atanıyor. Bu yetmiyor, sonra da rektörler toparlanıp zılgıt çekiliyor, onlara el öptürülüyor!.. Sinmiş, sindirilmiş bir üniversite. Güya bizim toplum da bu üniversitelerden medet umuyor. Yolumuzu aydınlatsın, yol göstersin, öncülük etsin diye bekliyor. Bu gidişle daha çok bekler, daha çok umar :
Verir zavallı ülke, verir nesi varsa; malını,
Vücudunu, hayatını, umudunu, hayalini,
Bütün esenliğini, gönlünün bütün sevincini.
Hemen yutun, düşünmeyin haramını, helâlini?
Yiyin, efendiler yiyin; bu iç açıcı sofra sizin;
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!
(Tevfik Fiket, ç. Ahmet Muhip Danas).
Benim güzel yurdum, gönlü temiz yurttaşım, bir düşün, bir düşün hele ne olup ne bittiğini.. “Düşünmektir en büyük erdem-En büyük din bilimdir elbet”. Usanmadın mı, ders almadın mı yağma sofrası olmaktan haramilere, haram insanlara?
Prof. Dr. Osman Gökçe
Bornova, 10 Nisan 2015
bilim.ege@gmail.com
Bir yanıt yazın