BERİT NE DEMEK
BERİT NE DEMEK
Gaziantep Lisesinde okuyordum ve ikinci sınıftaydım (1958-59). Derslerini büyük bir ilgi ile izlediğim adı Celile Göğüş olan bir edebiyat öğretmenimiz vardı. O günkü gözümle kişilikli, bilgili, havalı ve de güzel bir bayandı. Sınıfta, sesinin bir bahar ılıklığı ile okuduğu Enderunlu Vasıf’ın aşağıdaki dizelerini kendisinden dinlerken, bu dizelerin ancak öğretmenim için yazılmış olabileceğini düşünürdüm :
O gül endam bir al şale bürünsün yürüsün
Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün
Bu şiir Hacı Sadullah Ağa tarafından bestelenmiştir. O zaman yeterince Türk Sanat Müziği dinleme zevkim yoktu. Fakat zaman içerisinde gelişti ve ben Hacı Sadullah Ağa’nın tahir-buselik makamındaki bu yürük semaisini her dinlediğimde sivilceli çağımın heyecanlarına kapılırım.
Yine bir edebiyat dersindeydik. Konumuz Şeyh Galip’ti. Öğretmenim Hüsn-ü Aşk’ı anlatıyordu. Bir Arap kabilesinde bir gece dünyaya gelen erkek çocuk Aşk’la kız çocuk Hüsn’ünün birbirlerini nasıl sevdiklerini, nasıl buluştuklarını, kudretli kişi Hayret’in onlara nasıl engeller çıkardığını vs’yi olayı yaşamışçasına duygulu bir biçimde dile getiriyordu. Belki de erkek öğrencilerin her biri kendisini Aşk ve kız öğrencilerin her diri de kendisini Hüsn’ün yerine koyuyorlardı. Okunan şiiri ve açıklamaları böylesine bir ilgi ile dinliyorlardı. Öğretmenim,
Hoş geldin eya berid-i canan
Bahşet bana bir nüvid-i canan
Can ola feda-yi iyd-i canan
Bisud ola mı ümid-i canan
Yarin bize bir selamı yok mu
dizelerini okuyup (berid) sözcüğünü haberci diye çevirince bende şafak attı. Dersten koptum ve bizim Berit’i, köyümün Berit’ini düşünmeye başladım. Arka sıralarda oturuyordum. Öğretmenim bana yaklaştı, yavaş ve yumuşak bir sesle “Hayrola Gökçe derine daldın. Yoksa kendini Ask’ın yerine mi koydun?” dedi. Utandım ama öğretmenimin bu ilgisinden dolayı da çok mutlu oldum.
O günden sonra bizim Berit’in adının nereden geldiğini düşünmeye başladım. Yıllar sonra bir çokları bana Berit sözcüğünün anlamı konusunda sorular sorunca bu konuda kendimi bilgi toplamaya ve edindiğim bilgileri de yazmaya zorunlu saydım.
Aslında, Karacaoğlan nasıl ki “Ben güzele güzel demem-Güzel benim olmayınca” diyorsa ve kendi güzeli olmayınca güzeli güzel saymıyorsa ben de “Ben Berit’e Berit demem-Bizim Berit olmayınca” diyor ve başka beritlerle ilgilenmiyordum. Ancak, iddialı olmayan bir bilgi dağarcığının da yararlı olabileceğini düşünerek berit sözcüğü ile ilgili bir çok bilgiler topladım. Bunları, okuyucularımla paylaşmak istiyorum :
• İnternette yaptığım araştırmaya göre, berit sözcüğü ile ilgili çeşitli dillerde bulunan kayıt sayıları aşağıdaki çizelgede verilmiştir. Buradan da anlaşılacağı gibi, berit sözcüğü dünyanın dört bir yanında kullanılmaktadır. Yani berit uluslararası bir sözcüktür. Google’da bulunan toplam yaklaşık 5.5 milyon kayıt içerisinde Türkçe’de 9960 ve Türkiye’de de 848 kayıt vardır. Çünkü,Türkçe kayıtların tümü Türkiye’de değildir. Yine bu çizelgede de görüldüğü gibi, en çok kayıt 1330000 ile Norveççe ve en az kayıt da 140 ile Farsçada bulunmuştur. Berit sözcüğünün bütün bu dillerdeki anlamları arasında ortak olanları da ve ortak olmayanları da vardır.
Berit Sözcüğünün İnternette Çeşitli Dillerdeki Kayıt Sayıları (14.05.2007)
Dili Kayıt adedi Dili Kayıt adedi Dili Kayıt adedi
Almanca 466000 Hırvatça 1330 Lehçe 638
Arapça 377 Hollandaca 24800 Letonya 406
Bulgarca 140 Hırvatça 1330 Lituanyaca 506
Çekoslavakça 19600 Japonca 10400 Macarca 1880
Çince 2858 İbranice 717 Norveççe 1330000
Danca 325000 İngilizce 783000 Portekizce 870
Endonezya dili 636 İspanyolca 44500 Romence 1000
Estonya dili 114000 İsveççe 1030000 Rusça 560
Farsça 140 İtalyanca 13900 Slovakça 1140
Fince 68100 İzlandaca 511 Slovence 1800
Fransızca 63800 Katalanca 239 Sırpça 562
Hollandaca 24800 Korece 1840 Türkçe 9960
• Berit (beal veya beolfride de denir) : Simyacıların madenleri altına çevirebilme gücünde olduğuna inandıkları ve bu amaçla sık sık yardımına başvurdukları cehennem hükümdarı. Sihirli halkalarla yapılan bir büyü ile, geçmiş, hal ve gelecek üstünde sorulan sorulara cevap vermek zorunda bırakıldığına da inanılırdı (L)(Meydan Larus).
• Berit : (C. : Berayit) Halk, beriyye (Osmanlıca-Türkçe Sözlük, www.osmanlimedeniyeti.com ).
• Berit : 4 fersah değerinde eski bir uzunluk ölçüsü birimi olup 1 menzile yani 22740 metreye eşittir. 2 berit de 1 merhaledir (www.peramuzesi.org.tr).
• Berit : İbrani ve skandinav bir bayan adı. Berith, Berrith, Berrit, Britta, Britt de denir. Norveç dilinde göz kamaştırıcı olan ve hayranlık uyandıran anlamına gelir (http://de.wikipedia.org/wiki/Berit).
• Berid : Haberci, postacı, sürücü (Dini Terimler Ansiklopedisi- (www.menzil.net).
• Berid : Selçuklularda posta divanı. Bu divanın nazır veya reisine sahib-i berid denilmektedir. Samaniler devrine ait olduğu tahmin edilen Zafername adlı eserde berid örgütü hakkında geniş bilgiler olduğu bildirilmektedir (www.kku.edu.tr).
• Berit : İngilizce covenant yani akid, ahid, sözleşme, mukavele anlamına gelir. Arapçadaki berat sözcüğünün İbranice berit sözcüğünden alındığı ileri sürülmektedir. Yahudilerin kutsal kitabı olan Tevrat’a göre, Allah çeşitli dönemlerde insanlarla ahidleşmiş yani onlara berit vermiştir. Hz. Nuh ve onun ümmetine de Tufan’dan kurtulmaları ve bir daha böyle bir olayın yinelenmemesi için berit verilmiş ve buluta konulan yay yani gökkuşağı bu ahdin işareti sayılmıştır. Aynı şekilde, Hz. İbrahim ve onun soyundan gelen İsrail Oğulları’na da berit verilmiştir. Allah ile israil Oğulları arasında çok sayıda berit yani anlaşma vardır. Berit anlaşması Alla’tan, aciz kullara verilen bir bağış, bir ahiddir (www.bilkent.edu.tr). İbranice’de sünnet yani Berit Milah Tanrı ile Hz. İbrahim arasındaki anlaşmanın yani beritin bir işaretidir (www.geocities.com).
• Berit : Bitlis yöresinde oynanan bir halay oyununun adıdır (www.ahat.8m.net).
Berit ve bir harf farkı ile berid sözcükleri hakkında bulabildiklerimi kısaca özetledim. Bu bilgileri derleme aşamasında ve sonrasında bizim Berit yani köyümün Berit’i bunlardan hangisidir diye bir soru sormadım kendi kendime. Dileyen ve isteyen herkes bu soruyu kendi kendine ya da başka kaynaklara sorabilir ve yanıtını arayabilir. Ben sormadım. Çünkü, bizim Berit bütün beritlerin üstündedir ve bütün beritleri kapsar. Daha da önemlisi, bizim Berit’in anlamları ne benim ve ne de başkalarının tanıyamayacağı ve tanımlayamayacağı kadar çoktur ve geniştir. Benim işim, bu deryalar kadar geniş ve derin anlamlar içerisinde tanık olabildiğim küçük bir damlacığı dilim döndüğünce anlatmak ve benden sonrakilere aktarmaktan ibarettir.
Berit sözcüğünün anlamları konusunda araştırma yaparken bu sözcüğe yakın yazılışlı sözcüklerle ilgili de bilgiler edindim ve aklıma bazı yorumlar geldi. Bu sözcüklerden tek harf farkı ile yazılan berid sözcüğü hakkında yukarıda bilgiler verdim. Diğer yakın yazılışlı sözcüklerden bazıları ise Bertiz, Beritan ve Ber ya da Berr sözcükleridir.
Bertiz, Berit Dağı’nın Ericek’e göre arka tarafında kalan bir köydür. Bertiz sözcüğünün berit sözcüğünden türetilmiş olabileceği aklıma geldi. Türkçede iki sözcüğünden ikiz yani iki olan, üç sözcüğünden üçüz yani üç olan, esrar (sırlar, gizler) sözcüğünden esrarengiz yani sırları olan, gizemli vb. türetmeler yapıldığı bilinmektedir. Benzer biçimde, berit sözcüğünden beritiz türetilmiş ve söyleme kolaylığı nedeniyle de aradaki (i) harfi atılarak sözcük bertiz durumuna dönmüş olabilir. Dilbilimci değilim. Yanlışım varsa, umarım bu yorumum hoşgörü ile karşılanır. Dağ arkası komşumuz sevgili Bertiz’liler de köylerinin “Berit olan, Berit’e ait olan, Berit’li gibi” bir anlama gelmesinden hoşnut olabilirler diye düşünüyorum.
Bilindiği gibi, Beritan Aşireti Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yaşayan konargöçer büyük bir aşirettir. Verilen bilgilere göre Karakulaklar, Molla Ömerler ve Kosan olmak üzere üç oymaktan oluşmaktadırlar. Aşiretin tarihi ile ilgili olarak birbiriyle çelişir ya da örtüşür pek çok bilgiler vardır. Beritan sözcüğünün kökeni konusunda da benzer bilgiler vardır. Örneğin, Türkçe berti yani göçebe sözcüğünden türetildiğini iddia edenlerin yanında, beritan sözcüğünün Arapça koku anlamına geldiğini ya da susuz toprak, çorak yer anlamına gelen Arapça berr sözcüğünden türetildiğini ve Beritan adının da Şanlıurfa-Ceylanpınar’da yaşadıkları dönemde burada yaşayan Arap halkı tarafından kendilerine verilmiş olduğunu iddia edenler de bulunmaktadır(http://sitemynet.com , www.jiyanforum.com).
Benim bir iddiam yok, benimkisi yalnızca bir yorumdur. Düşünüyorum ki aşiretin ayağı tutulmaz. Azerbaycan’ı, Suriye’yi, Ermenistan’ı gezmiş ve Türkiye’nin Konya’sında, Karaman’ında, Elazığ’ında koyun kuzu otlatmış olan bu aşiret Toroslar’dan Güneydoğu illerine geçerken bir dönem Berit Dağı’nı da yurtlak(1) tutmuş olabilirler. Bundan dolayı da Berit Dağı yöresinde yaşayan halk tarafından bu konargöçerlere Beritan denmiş olabilir. Nasıl ki hane sözcüğünden hanedan, fatih sözcüğünden fatihan, garip sözcüğünden gariban türetilmişse Berit sözcüğünden de Beritan türetilebilir.
Biz Berit Dağı’na yaylaya çıkarken Aydınlı Aşireti de yaylaya gelir, Yedi Kardeş dolaylarına konarlar ve hayvan otlatırlardı. Aydınlı Aşireti’nin bir kısmı da karşımızdaki Binboğalara gidermiş. Bizim oraya gelen oymağın ileri gelenlerinden babamın dostu İsmail Ağa, Aydınlı Aşireti içinde kendilerine Berit’li, öbürlerine de Binboğa’lı denildiğini söylerdi. Bu da beni, acaba Beritan demek Berit’li demek mi diye düşündürüyor.
Söz buraya kadar gelmişken, Osmanlı Tahrir Defterinde (Türkman Yörükani Taifesi) diye adlandırılan, kışları Amik Ovası’nda ve Çukurova’da geçiren, yazları bizim dağlara yaylaya çıkan ve kendilerine Berit’li diyen bu Aydınlı Türkmen Aşireti’nin o günlerde beni hayrete düşüren bir özelliğini anlatmak istiyorum.
Benim çocukluğum yıllarında da bizim köyde kadınlar, kızlar evden uzak, çadırdan uzak yerlerde koyun, kuzu gütmezlerdi. Yalnızca, eskiden babasının evindeyken Kara Yusuf’un kızı Keçeli(2) güdermiş. Keçeli, takma adı idi. Ben tanıdığımda evli, oturaklı ve otoriter bir kadındı. Sözünü kimseden çekmezdi. Kocasını Keçeli’nin yönettiğini söylerlerdi. Sanıyorum bu Keçeli takma adı da kız olmasına rağmen keçeyi sırtına alıp erkek gibi çobanlık yaptığı için kendisine verilmişti. Bir de Keçeli’nin erkek kardeşi Kara Yusuf Ayci’nin kızı yaştaşım Esme kuzu güderdi. Onların da bizim de koyun sürümüz vardı. Esme ile ben kuzularımızı ve koçlarımızı güderdik. Sabah çıkıp akşamın nasıl olduğunu bilmeden kırda bayırda düşe kalka, oynaya güle günleri geçirirdik.
Aydınlı Aşireti’nin kadınları, kızları ise bizimkilerin aksine dağlarda yalnız başlarına sürü otlatırlardı. Benim gördüğüm hemen tüm Aydınlı kadın çobanların omuzlarında da bir tüfek bulunuyordu. Ben kuzu güderken bunlarla karşılaştığımız, otlak paylaşma konusunda zaman zaman tartıştığımız ve zaman zaman da ayrı ayrı otlayan sürülerimizin ara yerlerinde oturup dostça arkadaşlık ettiklerimiz de oluyordu. Dağ başı bu. İnsan insanı ilaç gibi arıyor ve yakınlaşmalar da olabiliyor.
O yıllarda benim dedemden kalan gümüş saplı hançerim vardı. Babam silah taşımama henüz izin vermiyordu. Aydınlı kadın ya da kız çobanları silahlı görünce çok kıskanıyordum. Bir gün Arpa Çukuru’nun üstünde ve Yedi Kardeş tarafında Topaktaş düzlüğünde sıkça karşılaştığımız Aydınlı kuzu güdücüsü Döne ile konuşuyorduk. Kıskançlığımın ve kız olduğu için Döne’yi küçümsememin etkisi altında ondan biraz uzaklaşarak (Haydi sık bakalım beni vurabilecek misin?) diye bağırdım. Döne gözünü kırpmadan silahı bana doğrulttu ve ateşledi. Buz gibi olmuştum. Bende bir şey yoktu ama kız ateş etmişti. Üç beş saniye süren ilk şaşkınlığım geçer geçmez Döne’nin yanına koştum. Dik durarak ve zoraki soğuk bir gülümseme ile korktuğumu belli etmemeye çalışarak (Gördün mü vuramadın) dedim. Sözümona, kendi yiğitliğimi göstermeye çalışırken Döne’nin de beceriksizliğini ve boş yere silah taşıdığını kanıtlamış oluyordum. İstifini bile bozmadan (Vurmak istemedim ki) dedi. İçim bir hoş olmuştu. Biraz önceki korkum ve şaşkınlığım gizli bir sevince dönüşmüştü.
Bu olay öğleden önce idi. Bu sevinçle, kuşluk(3) vakti çadıra gelip koyunlar sağıldıktan ve koyun kuzu emiştirildikten(4) sonra sofraya oturduğumuzda olayı sofradakilere övünerek anlattım. Anamın ağzı açık kaldı, elindeki sokum bulgur aşının üstüne düştü. Abim yerinden doğrularak suratıma okkalı bir sille indirdi.
Aradan yıllar geçti. Ben orman yüksek mühendisi oldum (1964) ve merkezi Osmaniye’de olan Orman Bakanlığı’na bağlı Akdeniz Bölgesi Kavakçılık Araştırma İstasyonu’na müdür olarak atandım (1975-1985). İşim köy, köylü ve toprakla ilgiliydi. Çok geziyordum. Köylülerle haşır neşir olmuştum. Bizim bu yörelerde yaşayan ve bağlarımız devam eden tecirli aşireti sayesinde de çevrede olağandan da çok bilinir olmuştum. Odamda köylüler, kavak yetiştiricileri eksik olmazdı.
Bir gün odama elinde bir sitille(5) bir genç adam girdi. Hoş geldin dedim ve oturttum. Daha önce gördüğüm birisi değildi. Fakat bana gıvış yavuş(6) ediyor ve çok yakınımmış gibi duruyordu. “Osman dayı” diye söze başladı. Ben bu tür hitaplara alışıktım. Buralarda benim tanımadığım ve fakat beni tanıyan pek çok yakınım vardı. Yalnız yakınlarımla değil, yetiştiricilerle de aramızda bu tür içtenlikli ilişkilerim vardı.
Konuğumun adı Memmet’miş, Osmaniye-Dörtyol yolu üzerinde solda kalan bir yörük köyündenmiş. Döne’nin oğluymuş. Dedesi (Anasının babası) babamı ve bizleri çok iyi tanırmış. Anası benimle Berit’te kuzu güttüğü günleri anlata anlata bitiremezmiş. Kendisi de gelmeyi çok istemiş ama gelememiş. “Osman koyun yoğurduna alışık. Neyleyim artık bizde koyun yok. Bu bir sitil inek yoğurdunu götür. Selamımı söyle. Utanma Osman bildiğin gibi değil. Seni iyi karşılar” demiş. Memmet’e bir şey demedim ama Kadirli’li dostum Hilmi Ağa’nın (Hilmi Köksal) anlattığı Andırın’lı Kör Tanış’ın öyküsünü ve türküsünü anımsadım :
Bir selam geldi de nazlı Senem’den
Yine gönlüm cuş olmaya başladı
Akmaz idi kör pınarın suları
Suyu geldi coş olmaya başladı
Konuğumu iyi karşıladım. Öğleyin birlikte yemek yedik. Artık yerleşik yaşama geçmişler. Çiftçilik yapıyorlarmış. Kendisinin bir sorunu yokmuş ama anası da, babası da bir türlü memnun olmuyorlarmış. İkide bir, bir yörük tekerlemesi söylüyorlar ve durumlarından yakınıyorlarmış :
Ekin ekme eğlenirsin
Bağ dikme bağlanırsın
Bin atına çek deveni
Günden güne beylenirsin(7)
Anası, kocası için oğluna “Bu adam beni götürmez. Sen beni Berit’e götürüp Yedi Kardeş’ten bir su içirmezsen hakkımı helal etmem” diyormuş. İzmit’te bir dönem müdürlüğümü de yapan ve ailesi Tarsus’ta yerleşik yaşama geçmiş olan koca yörük Mehmet Ali Semizoğlu’nun her içki masasının sonunda ayağa kalkarak, dua okuyacakmış gibi kendisine çeki düzen verip ceketinin önünü düğmeleyerek ve iri gözlerinden yaşlar dökerek çağırdığı Gavur Dağı türküsünü anımsadım :
Sabaha dek kandilleri yanardı
Soytarılar fırıl fırıl dönerdi
Ha deyince beşyüz atlı inerdi
Hani sana konan beyler nic’oldu
Mehmet Ali Semizoğlunu Toroslar’ın koyaklarında(8) bırakıp gelelim Ber sözcüğüne. Ber koyunların sağım yeridir. Sözcüğün ortasındaki (e) harfi uzun ya da açık (e)’dir. Organımız olan (el) gibi değil memleketimiz olan (el) sözcüğündeki gibi uzatılarak söylenir. Çadırın yakınında iki tarafı taşlarla örülü ince bir yol gibidir ber. Koyunlar bu yola sokulur yani koyun bere vurulur. Çoban berin başına bir taşın üstüne oturur. Sırası ile gelen koyunun başını tutar ve bayanlar da koyunu sağar. Küçük çocuklar koyunların bere dizilmesini ve berden kaçmamalarını sağlarlar. Sağılan ve berden çıkan koyun doğruca yatağa gider ve genelde bir taşın dibine başını sokarak gündüz uykusuna yatar. Berit zözcüğü ile ber sözcüğünün bir ilişkisi var mı bilmiyorum. Aralarında bir benzerlik görerek bu bilgiyi verdim.
Her dağın bir dumanı, her insanın da bir Berit’i vardır. Bal Ali’nin Berit’i de başka. Bal Ali, Karacaoğlan gönüllü Veli dayımın büyük avrattan oğludur. Almanya elinde idi. Bir gün telefonla bana bir şiirini okudu ve ağladı. “Yaz da gönder” dedim. Liseyi İzmir’de okuyan kızı Asena evimize bir gelişinde elime bir zarf verdi. Telefonda dinlediğim şiir gelmişti :
Kardelen bembeyaz umuda doğar
Sen Berit dağı’nı bilmezsin gülüm
Belikli(9) gelinler davarın sağar
Sen Berit Dağı’nı bilmezsin gülüm
At sırtında cirit oynar yiğitler
Kavaklarla sırdaş olur söğütler
Ak pürçekli(10) anam sevgi öğütler
Sen Berit dağı’nı bilmezsin gülüm
Doruklarda baytaranlar boy verir
Gelinlik kız sevdalanır koyverir
Ericek’te Göğhasan’lar toy verir
Sen Berit Dağı’nı bilmezsin gülüm
Çiğdem, sümbül, nergiz bir türkü söyler
Ardıçlıyurt kekiğine el eyler
Esendere boyu dizili köyler
Sen Berit Dağı’nı bilmezsin gülüm
Bal Ali kahretti talihe küstür
Gurbette yaşamım bir kara yastır
Morun Yatağı’nda pıtık(11) bir süstür
Sen Berit Dağı’nı bilmezsin gülüm
Sorsam yeri midir? Sizler Berit Dağı’nı biliyor musunuz?
Notlar :
1) Yurtlak : Konup göçülen geçici yurt
2) Keçe : Pişirilmiş yünden yapılan kolsuz çoban giysisi
3) Kuşluk : Sabah ile öğle arası
4) Emiştirilmek : Kuzuyu koyuna katıp emme işini sağlamak
5) Sitil : Küçük bakır bakraç
6) Gıvış yavuş etmek : Çekingen ve sessizce gülümsemek
7) Beylenmek : Bey olmak
8) Koyak : Dağların içindeki küçük çukurluklar
9) Belik : Bayanların arkadan örülmüş saçı, örük
10) Pürçek : Zülüf
11) Pıtık : Koyunların dışkılarının yünlerine yapışarak oluşan ve arkalarında sallanıp duran yuvarlak, sertleşmiş oluşumlardır. Çakıldak da denir.
Bir yanıt yazın